A9 TV, 13 Temmuz 2017
(Sayın Devlet Bahçeli 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili şunları söyledi: “Ederi 1 dolar olan şerefsizler verilen selalarla tankın önüne sere serpe yatan kahramanlarla durdurulmuş, dağlanmış ve dağıtılmışlardır. Türkiye sıkıştığı dar alandan, kıstırıldığı karanlık sokaktan çıkmanın amansız mücadelesini vermektedir. Bu mücadele haklı ve saygındır. Milli şuur ayakta değilse millet ölüm yatağındadır. Milli ruh bezginlik, baygınlık, durgunluk, teslimiyet ve mağlubiyet tanımaz, kabul etmez. Dayanışma ve kucaklaşmayla her mihnet aşılacaktır.”)
Şimdi burada acayip olan bir şey var. Bir kere asker tankla sokağa çıkmayı nasıl kabul ediyor? Sorulduğunda “biz oyuna geldik” diyor. O zaman sokağa niye çıkıyorsun? Halka niye ateş ediyorsun? “Komutanım emretti ateş ettim” diyor. Askerin eğitilmesi lazım bu çok önemli. Adam yine anormallik yapabilir yoksa. Komutan “halka ateş et” diyor sana “düşmana ateş et” demiyor. Kanunsuz emir dinlenir mi? Halka ateş emrini nasıl dinlerler, dinlememeleri lazım. Asker bu konuda eğitimli değil bilmiyor, birçok asker bilmiyor. Bunu anlatmak lazım.
(Mardin’de 2001’de görev yaparken katıldığı bir operasyonda yaralanarak gazi olan Polis Memuru Halil İbrahim Yılmaz, 15 Temmuz’da raporlu olmasına rağmen silah arkadaşlarının yardımına koştu. Ankara İl Emniyet Müdürlüğü’nde cuntacıların açtığı ateş sonucu yaralanarak ikinci kez gazi oldu. Ardından organ nakli dahil 10 kez ameliyat edildi. Bu durumuna rağmen 10 gün önce 15 Temmuz şehitleri adına İstanbul’dan Ankara’ya bir yürüyüş başlattı dün tamamladı. Ve Ankara’ya Kızılcahamam Tepesi’ne Türk bayrağı dikti. Yaptığı konuşmada “Bizler 15 Temmuz’da göreve giderken Allah rızası için, vatanı milleti ve bayrağı korumak için gittik. Şanlı Türk bayrağımız Türkiye’nin her köşesinde ebediyen dalgalansın istiyoruz” demişti, inşaAllah.)
Darbecinin sözünü dinlememesi gerektiğini askere resmi ders olarak öğretelim. İkincisi de halkı eğitmek lazım. Halk hep doğaçlama bir şeyler yapmış hep vahiyle hareket etmişler. Yani eğitim yok, eğitimle olan hiçbir şey yok hep vahiyle, Allah’ın vahyetmesiyle olmuş. Mehdiyet’in bereketi harikasıyla olmuş. Her yerde bak her olaya bakıyoruz her şey o andaki zekayla olmuş, o andaki akılla olmuş. Hiç kimse eğitimle olmamış bu konuda. Asker darbeye karşı eğitilsin. Halk darbeye karşı eğitilsin. İşgale karşı da eğitilsin. Asker “hadi köprüye gidiyoruz” diyorlar gidiyor çocuklar. Mesela Taksim’e de çocukları götürmüşlerdi çocuklar bilmiyorlar niye geldiklerini. “Bizi tatbikata diye aldı-getirdiler” diyorlar. Sonra “diz çökün” diyor “komutanım emretti diz çöktük” diyor. “Ateş” diyor “komutanım emretti ateş ettim” diyor. Nereye ateş ediyorsun? Halka ateş ediyorsun. Görmüyor musun nerede olduğunu? Boğaz Köprüsü’ndesin sen Türkiye’desin. Türkiye’de kendi halkına ateş edilir mi? Takır takır takır hepsine ateş ediyorlar.
(Cumhurbaşkanı Erdoğan’a suikast girişimi davasında eski MAK Astsubayı Gökhan Güçlü üzerinde Türkçesi ‘kahraman’ anlamına gelen ‘hero’ yazılı tişörtle gelmesi mahkeme salonunda öfkeye sebep oldu. Mahkeme Başkanı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın talebi üzerine mahkemeye ara vererek darbeci askerin üzerindeki bu tişörtü değiştirtti. FETÖ’cü teröristin giydiği tişörtte ayrıca küçük harflerle ‘kahramanlar ölümsüzdür’ de yazıyor.)
Bunların birçoğu homoseksüel falan it-kopuk takımı, Rumi, Darwinist, Allahsız, Kitapsız tipler şımarıyorlar, bir de kalabalık olduğu için eğleniyor. Bunların kafası hepsi üç numara tıraşla gelsin, turuncu kıyafet giydirsinler ve kelepçeli olarak getirilsinler. Bütün dünyada uygulama bu, bu herifleri böyle şımartmanın bir alemi yok. Çocukların ırzına geçen tipler oluyor ya cinayet işliyor sonra, onlar bir de bunlar, bunların tamamına turuncu kıyafet giydirilsin. Ve üç numara o şekilde getirilsinler. Bunu uzatmaya gerek yok. Bu adamları böyle şımartmanın mantığını ben anlamıyorum.
(Kanal 24’te Hikmet Genç dün sizin darbeci askerler hakkında “Özel kanun çıkartalım, bu adamların özel kıyafetleri olsun mahkemeye bunlarla gidip-gelsinler” şeklindeki teklifinizi ve konuyla ilgili diğer söylediklerinizi gündeme getirdi. Hikmet Genç televizyonda şunları söyledi: “Bu duruşma için özel kanun çıkartalım bu kişilere kapkara tişört giydirsinler. Hatta pranga taksınlar ki millet bunların hain FETÖ’cüler olduğunu bilsin” dedi. Sözlerine şöyle devam ediyor: “Yakın yerde minibüsten indirin, ayaklarında prangayla o kısa mesafeyi yürüterek getirin, halkın önünden geçirin bu hainleri. Bizim halkımızın aklı başındadır. Merak etmeyin bir şey olmaz. Ama halkın içinden geçirin bu hainleri.”)
Evet, dediklerimi birebir aynısıyla anlatmış. Bunda bir şey yok, mantıksız olan bir şey yok. Hükümet ciddiye alsın bu dediğimizi yapsınlar. Ta mahkemenin kapısına kadar gelme diye bir şey yok. Yürütsünler belli bir noktada, caddeden bir yerden yürütsünler. Biz mecbur değiliz ki ta kapıya kadar getirmeye. Normalde Amerika’da falan öyle oluyor. Hem eli-kolu zincirli oluyor hem ayakları zincirli oluyor bunda garipsenecek bir şey yok. Ve tek tek getirsinler bir bir. Etrafına da asker falan yığmaya gerek yok, ama mesela iki metrelik bir zincirle bir asker tutabilir. Uzaktan hafiften çekerek götürecek bu kadar. Ve halkın içinden geçirsinler bunları, bak bakayım şımarıyorlar mı? Hiçbir şey olmaz, biz millet olarak garantisini veriyoruz. Ama illa tedirgin oluyorlarsa yine de sivil polis falan da kullanabilirler. Ama halkın içinden geçsin bunlar. Bu millet bizim değil mi, devlet de bizim, bu hainler de bize hainlik yapmadı mı? Müsaade edin de makul bir ortam meydana getirelim. Adam ‘kahraman’ yazan tişörtle geziyor ve sırıtıyor bu olmaz, bu mantıksız. Herhangi bir kıyafet de olabilir. Çizgili mahkum kıyafetleri vardı eski o da olur çizgili. Hırsızlara falan eskiden giydiriliyordu ya mahkum kıyafeti çizgili o da olur. Ama zincirle halkın içinden geçecekler bunda bir şey yok.
Fethullah Gülen kendisine acayip hürmet edileceğini zannediyor. İstanbul’da ona böyle saray gibi bir yer yapılacağını, oturacağını, İstanbul’un ayrı bir devlet olacağını, İngiliz derin devletinin mensuplarının önünde gelip secdeye kapanacağını falan düşünüyor. Bak öyle olmaz. Çok akılsızca bir maceranın içine girdi aklını başına alsın. Çok delice, çok manyakça bir maceranın içine daldı ve Türk milletini karşısına aldı. Bu kadar delilik olur mu?
(“CHP İle HDP’nin arasında bir ilişki var mı?” sorusuna cevap)
CHP herhalde güç kazanmak için HDP’ye yanaşıyor. Yoksa illet olurlar onlar öyle şeyden hiç hoşlanmazlar. Koyu milliyetçidir CHP. Klasik milliyetçidir. Ülkücü bir zemini, kökeni vardır ama sola kaymış bir ülkücülük anlayışıdır. MHP’yle rahatça anlaşabilecek gücü vardır CHP’nin. Herhalde biraz yalnız kaldığını düşünüp onları da böyle yanına alarak daha güçlü görünmek mi istediler acaba? Ama yakışık almadı tabii. HDP’yi PKK baskısından kurtarırsak HDP’yle muhatap olunabilir. PKK baskısı varken HDP diye bir partiyle nasıl muhatap olacağız? Bu olmaz.
(Cumhurbaşkanı Erdoğan darbe gecesi Sayın Kılıçdaroğlu’nun evinde darbeyi seyrederken çekilmiş fotoğrafı üzerine şu açıklamayı yaptı Adnan Bey. “15 Temmuz’da havalimanından kaçıp giden bir muhalefetin başı var. O geceyi Bakırköy Belediye Başkanı’nın evinden izleyen bir muhalefet başkanı var. Bir de kontrollü darbe diyor. Nasıl bir kontrollü darbe bu? Öbür taraftan darbe olunca, tankların önüne ben çıkarım diyeceksin. Tanklar dostlarının geldiğini görünce sana yollarını açtılar. Sen de oradan Bakırköy Belediye Başkanı’nın evine gittin” dedi.)
Şimdi kontrollü darbe demelerinin nedeni, her yerde ama her yerde, binlerce yerde hatta harika meydana gelmiş olması. Çünkü bu organizasyonla mutlaka darbenin olması gerekiyordu. Ama Allah her yerde ayaklarına dolandırmış. O zaman şüpheleniyorlar. Diyor ki “Acaba hükümet mi bu aksilikleri meydana getirdi?” Yani tek tek. Kardeşim bırakın Allah aşkına. Burada mucize var. Sadece Mehdiyet’in mucizesi var. Kontrollü darbe yok. Kontrollü Mehdiyet var. Başka bir şey yok. Bak kontrollü darbe yok, kontrollü Mehdiyet var. Her yerde mucize meydana geldi. Hiç kimsenin bir şeyden haberi yok. Tayyip Hoca’ya zor ulaşıldı. Cep telefonuyla bağlantı kuruldu. Nerenin kontrollü darbesi yani? Bakın her yerde bir aksilik olmuş bu adamlarda, her yerde. Binlerce yerde. Her gün bilgisi geliyor. Her yerde aksilik olmuş. Alenen ve net Mehdiyet’in harikası var. Olay bu. Kontrollü Mehdiyet olmuş. Başka bir şey yok.
(“Kıyametin ne zaman kopacak?” sorusuna cevap)
Bizim zamanımızda değil Allahualem kıyamet. Tabii her zaman da olabilir ama 2120 gibi. Şimdi bak adamlar diyor ki nezaketiyle. Uzun uzun da kod numarasını da vermişler. Diyorlar “çok büyük bir göktaşı.” Ama bayağı biçimsiz büyüklükteki bir göktaşı “dünyaya doğru ilerliyor” diyor. Ama “Zannediyoruz” diyor tahminen. “Dünyayı teğet geçecek” diyor. Bak ben de onlara söyleyeyim 2120’de o teğet geçecek dedikleri taş dünyanın tam göbeğinin ortasından vuracak. Delecek dünyayı geçecek spin atacak. Bir daha vuracak. Ayette iki kere vuracak diyor Allah ayette. Bu çok büyük mucize. Kuran iki kere çarpacak diyor. İki çarpmadan bahsediyor. Bir, bir vurma. Bir, bir vurma. İkinci vurmada darmadağın olacak. Yani dağılacak. Dünyanın içindeki magma da dağılacak. Ama bu ilk çarpmayla ikinci çarpmanın arasında çok şiddetli depremler olacak. Yani yirmi bir şiddetinde. Yirmi iki şiddetinde. Her yer sallanıp silkelenecek. Yani anlayacaklar kıyametin koptuğunu insanlar. Ve dehşetli bir korku yaşayacaklar.
(Kahraman şehidimiz Ömer Halisdemir’in kardeşi Soner Halisdemir, şehit ağabeyinin cenazesini Ankara’dan almaya gittiklerinde gördükleri manzaradan çok etkilendiğini şu sözlerle anlattı. “15 Temmuz gecesi halkımızın üstüne tankla tüfekle mermi yağdıranlar o gün don kilot yaka paça çıktılar. Ama Ömer Halisdemir’in al bayrak içerisinde sancağımızla selam durularak çıkması bize acıdan çok başka duygular yaşattı. Hamdolsun devletimiz yıkılmadı ayakta. Duruşmalarda üç maymunu oynuyorlar. Görmedim. Bilmiyorum. Duymadım. Adalet yerini bulacak. Takip ediyoruz ki devletimizde takip ediyor zaten.”)
Duymadım, görmedim bunları uzatmaya gerek yok. Ben mahkemelerden istirham ediyorum. Rica ediyorum. Savcılardan da. İddianameyi okusunlar. Adamın zırvalaması da önemli değil. Yani deliller açık. İki, üçüncü celsede bassınlar cezayı göndersinler. Hiç uzatmaya gerek yok. Bu çakallarla milleti bu kadar muhatap etmesinler ama önce bunları bir milletin içerisinde gezdirsinler. Bizim bakış açımızı bir görsün bunlar. Bir de bunlara mutlaka sıfır numara. Ondan sonra çizgili böyle hırsızların giydirilen bir kıyafet var biliyorsunuz. O tip bir kıyafet. O kadar. Eli kolu zincirli. O şekilde gezdirsinler. Millet bunu istiyor. Yani adaletsizlik değil. Bunu kastediyorsa bu rezalet olur. Derhal cezaları verilsin. Hemen içeri konsunlar. Bu kadar. Biz bunlarla muhatap olmak istemiyoruz.
(“Bunca yaptıklarına rağmen neden hala Suriyeliler buradalar?” sorusuna cevap)
Tamam mesela üç milyon Suriyeli var. Farz edelim üç yüz kişi taciz etti yani rahatsızlık verdi diyelim. Yahut hırsızlık yaptı. Üç yüz kişi. Ama üç milyon. O üç yüz kişiyi alırsın. Cezalandırırsın. Tamam doğru. Alır mahkeme eder, hapse korsun. Sen ne diyorsun? O üç milyonu da al götür diyorsun. Nereye? Suriye’ye. Neyin içine? Çatışmanın içine. Sonuç ne olacak? Öldürülecekler. Olsun diyorsun. Yani öldürüleceklerini bile bile oraya gitmelerini istiyorsun. Suçu ne diyorsun. Arkadaşlarından suç işleyenler oldu diyorsun. Bunlar işledi mi suç diyoruz, yok bunlar işlemedi diyorsun. Peki, Türkiye’de suç işleyenler var mı? Var. Bütün Türkiye’yi sen sürgüne gönderiyor musun? Yok. O zaman onu niye gönderiyorsun? Onu vatanı olarak görmüyor olabilirsin. Suriye bizim evlatlarımız. Onlar bilmiyorlar. Bak Suriye halkı bizim kendi özbeöz evladımızdır. Onların sınırlarını İngiliz derin devleti cetvelle çizdi bizden ayırdılar. Bizim insanımız olduğundan haberleri yok onların.
(Yaptığı “15 Temmuz Uyanış” isimli filmle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tüm ailesini Kısıklı’daki evinde vurulmuş, Sayın Erdoğan’ı ise kafasına silah dayanmış olarak gösteren Ali Avcı’nın emniyet ekipleri tarafından FETÖ üyeliği iddiasıyla gözaltına alındığı bildirildi. Polis tarafından evde yapılan arama sırasında, kaçan bir kişi ise kovalamaca sonucu yakalandı. Yakalanan kişinin kendini Hasan Aslan olarak tanıttığı ancak yapılan kimlik kontrolünde bu kişinin, FETÖ’nün Yıldız Teknik Üniversitesi soruşturmasında firari olan ve hakkında yakalama kararı bulunan Fethullah Karabiber olduğu tespit edildi. Ve Karabiber’in ByLock kullanıcısı olduğu bildirildi.)
Hükümet bize bir imkan tanısın da biz bu adamlarla bir konuşalım. Bunların zoru nedir? Mutlaka bir konuşmak gerekiyor. İngiliz derin devletine hizmet etmenin, homoseksüellere hizmet etmenin, Allahsız, Kitapsız güya Rumi alçaklara hizmet etmenin, katillere hizmet etmenin ne anlamı var? Amaç ne? Mesela oturup bu filmi hazırlıyorsun bu kadar mı kafan çalışmıyor senin? Belli ki yakalanacaksın. Bir de alenen yapıyor. Bunların aklına bir şey olmuş da olabilir. Yani beyni tamamen kapanmış olabilir. Bir şey olmuş olabilir. Bunlarla bizi bir görüştürsün hükümet. Bu katillerle falan biz bir görüşelim. Bunların zoru nedir? Bu nasıl? İnsan mı, hayvan mı, şeytan mı? Yani bunlar nasıl bir mahlukattır? Neyin nesidir? Biz bir görelim. Çok esrarengiz bu. İngiliz derin devletine uşaklık yapmak çok ahmakça bir şey. Cumhurbaşkanı’nın mesela haşa Allah muhafaza vurulduğuna dair film yapıyor. Kardeşim, Türkiye’de gözümüzün önünde sen böyle bir şeyi nasıl yapıyorsun? Türkiye’de yapıyor üstelik. Pervasızlığa bak. Rahatlığa bak adamın.
(“İçine kapalı bir insan nasıl daha dışa dönük olabilir?” sorusuna cevap)
İçine kapanma Kuran’dan uzak olmanın sonucunda her bünye içine kapanır bütün bünyeler içine kapanır Kuran’dan uzak olunduğunda. Şizoid bir bünye gelişir insanda yani şizofren bir ruh. Kişi yalnız kalmak ister, yalnız bir odada yaşamak ister, kimseyle görüşmek istemez. Gittikçe o hastalık tefessüh eder gelişir onu sarmaya başlar. Şeytanın onu kuşatması devam eder adım adım adım adım ilerleyerek onu tamamen boğuncaya kadar şeytan uğraşır. Onun için yalnız kalma arzusu duyduğunda bir insan hemen Allah’a sığınacak. Belli ki şeytanın taarruzu başlamış. Tek çözüm Kuran’dır. Kuran’a sıkı sarıldığında bir insan, Allah’a kendini tam teslim ettiğinde bu beladan kurtulur. Öbür türlü şeytan onu yalnız bir odaya çekerek boğma işlemini kolaylaştırmak ister. Onu maddi manevi çökertir, mahveder, sağlığını da bozar, aklını da bozar, imanını da bozar.
(Sayın Kılıçdaroğlu İstanbul mitinginde şöyle bir konuşma yaptı. “Basın susturulmuş veya iktidar tarafından teslim alınmışsa o zaman adalet arayışımızın tek yeri var. O da sokaktır. Sokaksa, sonuna kadar sokak” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu sözlere cevaben şunları söyledi. “Sokaksa sokak diyerek kendi aklınca milleti ve devleti tehdit eden bu kişi, böyle bir yanlışa saplanması halinde asıl kendisinin sokağa çıkamaz hale geleceğini iyi bilmeli. Açık konuşuyorum, böyle bir şeye mi tevessül edeceksin, sokağa çıkamaz hale geleceğini bilmelisin. Sokakta aranan adaletin adı intikamdır, bunun sonu da vandallıktır” dedi.)
Tayyip Hocam rahat olsun. Kılıçdaroğlu’ndan öyle bir olay çıkmaz. O herhalde biraz duygusal da düşünüyor Sayın Kılıçdaroğlu. Son zamanlarda gelişen olaylarda hükümet haklı. Yani kastettiği dava konusunda da yine mahkemeler haklı. Olay çok açık. Bir de İngiliz derin devletinin alenen ve azgın ve alçakça bir atağı var. Sayın Kılıçdaroğlu’nun bunu görmemesi mümkün değil. Ama bunu ezerken hükümet, Tayyip Hocam’ın ilk zamanlarda muhalif oldukları yönünün ortaya çıktığını düşünüyorlar. Tayyip Hoca bilakis daha naif oldu. Daha halim oldu. Daha şefkatli oldu. Bir sertleşme yok onda. Yani böyle zıtlaşma yahut katılık yok ruhunda. Öyle bir şey yok. Devlet Abdülhamit’ten bu yana olan en büyük tehdit içerisinde şu an. Büyük bir tehdit var. Ona karşı devlet kendini savunuyor. Sayın Kılıçdaroğlu’yla aslında bir görüşsek çok iyi olur. Yani adaleti istemesi çok doğru güzel. Hürriyeti istesin o da çok güzel. “Gazeteci tutuklandı” diyor. Adam PKK’lıysa, paralel yapılı yani İngiliz derin devletinin elemanıysa devlet ne yapması gerekir? Nasıl olsun? Hayır, yol göstersin. Ne yapsın? Milletin başına bela oluyorlar. Bela olmamalarının bir yolunu biliyorsa söylesin. Zaten hükümet hemen yapar. Bir kolaylık yolu varsa, onun için Sayın Kılıçdaroğlu’yla biz bir görüşelim.
(Nagehan Alçı Haber Türk’teki yazısında; Bu ülkede CHP’ye geçmişinden ötürü kimsenin oy veremediğini, vermediğini ve partinin kapatılıp yerine başka bir muhalefet partisi kurulması gerektiğini söyledi.)
Yok canım ona gerek yok. Sayın Kılıçdaroğlu’nun sözünü dinlesinler. Tek bir lider etrafında toplansınlar. Dindar olsunlar. Risale-i Nur’a sahip çıksınlar. Süleyman Hilmi Tunahan Hazretleri’ne sahip çıksınlar. Menzil cemaatine, tüm cemaatlere sevgi göstersinler. Cayır cayır iktidar olurlar, hiçbir şey olmaz. Bak, garantili söylüyorum. FETÖ’ye karşı olsunlar çok güçlü bir şekilde, tamamdır.
(Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Özgürlüklerin garantisi AK Parti İktidarıdır” dedi ve sözlerine şöyle devam etti: “Bizden önce biz özgürlüklerin boyutunu biliriz. İşte ana muhalefetin adeta geçmişi konumundaki daha önceki iktidarı biliriz. Biz DSP'nin parlamentodaki iktidarı döneminde parlamentoya girmiş olan Merve Kavakçı kardeşimize şu anda ebedi alemde olan zatın "Bu kadını buradan atın" diyenlerin kimler olduğunu biliyoruz. Hani özgürlük, nerede özgürlük?”)
Bu mesela demagoji falan değil Tayyip Hoca’nın dediği düpedüz gerçek. Çok dürüstçe bir gerçek. AK Parti döneminde millet özgürlüğün ne olduğunu gördü yani. CHP döneminde hop oturup hop kalkıyorduk kardeşim. Millet inim inim inliyordu. Ekonomi felç olmuş mahvolmuştu. Özgürlük diye de bir şey yoktu. Ecevit’in kendine vardı özgürlük.
(“İmanda nasıl derinleşebiliriz?” sorusuna cevap)
Derinleşilemeyecek gibi değil ki durum zaten, karşında üç boyutlu bir ekran sen de karşına geçmiş seyrediyorsun. Ne yapılır böyle bir durumda? Her şeye hayret ettirir seni, mecburen iman edersin. Diyor ki adam iman edip etmemekle, kardeşim bakın ruhu olan bilinçli bir varlığın iman etmeme diye bir olayı olamaz. Gücü takati de yetmez. Buna cesaret gösterecek bir varlık yok dünyada. Öyle bir varlık yoktur. Ama ruhu yoksa ruh sahibi değilse ölüyse bilgisayardan ses gelir ben Allah’a inanmıyorum der. İman etmiyorum, namaz neymiş der falan yani diyebilir. Bilgisayardan bir sesle, ölü bir cisimden çıkar bu. Ama canlı ruh sahibi bir varlıkta Allah’ın inkarına dair bir ifade çıkması mümkün değildir. Eti kemiği paramparça olur bir insanın yapamaz. Ruh sahibi bir varlık bunu dediğinde paramparça olur. Bütün bedeni parçalanır, yapamaz. Ama ölü yapar. Ölünün bedeni ona uygundur. Ölü bedeni zaten çok rahat yapabilir.
(“Türk kızları neden bu kadar egolu?” sorusuna cevap)
Kız çocuklarını çok eziyorlar. Annesi eziyor, babası eziyor, sokak eziyor. Adeta delirtiyorlar çocukları. Dayısı, amcası önüne gelen dayılanıyor. “Kız o nasıl dudak boyası?” falan öyle. “Gözünü niye boyadın hayırdır. Aranıyor musun, bir şey mi arıyorsun?” diyor. “O ayakkabı ne ya yüksek topuklu?” falan diyor. “Yeni mi çıktı bu moda?” diyor. “O etek ne kız öyle?” diyor. Kız diye hitap ediyor adam yerine de koymuyor. Çocuk mesela mini etek giyiyor dizinin üstünde, ağzına bir tokat atıyor, çocuk sebebini de bilmiyor önce. “Ne oldu?” falan diyor, “sen çok daha iyi bilirsin” diyor. Çok ağır hakaret ediyor. “Etek neyin nesi öyle?” diyor. Çocuğun ödü kopuyor yani. Bu kadar delirtilirse, bu kadar üstüne gidilirse el kadar nazik ve nazenin bir varlığın” bu kadar baskı altına alınması durumunda, bu kadar eziyet altında olmasında doğal tavrı artık olmaz. Herkes korkutuyor. Bir kere namusunu korumakla mükellef o kız, kendine laf getirmemekle mükellef. Hadi mesela bir erkek arkadaşı ile konuşuyor. Çocuğun konuşmasındaki en ufak bir kelime bile onun namus anlayışına bir tecavüz olabilir. Karşı taraf onu kullanabilir. Mesela diyor ki “Ya sana bayılıyorum” diyor. “Teşekkür ederim” diyor. Oğlan gidiyor diyor ki arkadaşına “ben ona bayılıyorum dedim, teşekkür ederim dedi” diyor. “Vay bilmem ne falan” diyorlar. “Adamın gördün mü dediğini?” diyor. Her yere yayıyorlar. Onun için çocuklar ne konuşacağını, ne yapacağını, nasıl oturacağını, ne yiyeceğini, ne içeceğini şaşırmış vaziyetteler. Önce kızlara, hanım kardeşlerimize bir özgürlük verelim. Önce onları bir koruyalım. Onlara dedikodu yaptırtmayalım. Onların aleyhine kimseyi konuşturtmayalım. Onları üzdürtmeyelim. Sağlığına, sıhhatine, namusuna, şerefine özen gösterelim. O dediklerinden hiçbirinden kalmaz o zaman.
(“Mehdi (as) döneminde daha önce Kuran’da görmediğimiz sırlar çıkacak mı?” sorusuna cevap)
Evet, Mehdi (as) döneminin özelliği o zaten. Çok çarpıcı olaylar olacak. Çok şaşırtıcı. Yani zaten kutsal sandığın bulunması, dört bin yıllık sandık. Bilimsel olarak da tespit edilebilir. İçinde gömlek var. Asadan parça var ve Hz. Musa (as)’ya gelen tabletlerden birisi var. Tabletin orijinali. Manna altın kutunun içinde saklanmış. Bozulmuyor, mucize. Kardeşim dört bin yıl manna nasıl durur? Duruyor. Gerçek manna yani yenebilir vaziyette. Hz. Musa (as) “saklayın” diyor. “İlerde açılacak şekilde hazırlayın” diyor. Kime hazırlıyor? Çok sevdiği Moşiyah’a. On emrin yazılı olduğu levha var o çıkacak. On emir taş üstünde, sandığın içinde. Çok hayati bir şey bu. Yer yerinden oynar yani. Çok büyük olay olur. O manna var. Gerçek manna, çünkü mannanın ne olduğu bilinmiyor şu ana kadar. Oradan bakıp anlayacaklar mannanın ne olduğunu. Çünkü manna şimdi yapılıyor ama altından yapıyorlar. O manna o manna mıdır bilinmiyor. Gerçek mannayı görecek insanlar. Ne olduğunu görecekler. Başka parçalar da var. Söylenmeyen de var. Dolu sandığın içi.
(“Kızlar neden sürekli evlenmek için çabalıyorlar?” sorusuna cevap)
Kız çocuklarının geleceğini tek kurtuluş olarak evlilik olarak lanse ediyorlar. Kızım diyor baban ölür diyor. Annen de ölür sen varsın diyor biricik kızımız. Evlenmezsen sürünerek ölürsün diyor. Ee? Git bir adam bul evlen işte seni korusun ömür boyu diyor. Konu bu. Çocuğu dehşete düşürüyorlar. Bir kere buna tabii devlet olarak imkan vermemek lazım. Bu korkuyu çocuklara yaşatmamak lazım kız çocuklarına. Yani mutlaka bir sosyal güvence altında olmaları lazım. Okullarda öncelik tanınması gerekiyor kız çocuklarına. İşlerde öncelik tanınması gerekiyor. Ve toplumun her kesiminin kadınları koruması gerekir. Böyle dehşet verici bir teklif olmaz. Yani evlenmezsen mahvolursun. Sosyal sigortalar kurumu gibi. Adam da ne yapıyor? Evleniyor üç ay sonra boşuyor çocuğu atıyor. Dövüyor, ağzını burnunu kırıyor. Ömür boyu eziyet ediyor. Benim canım mesela yetmiş sene yaşayacaksa otuz sene yaşıyor çocuk. Mahvoluyor insanlıktan çıkıyor. Böyle dehşet verici bir sona genç kızları teşvik ediyorlar. Adamlar da bildiği için o kozu, paranı ben veriyorum ulan diyor. Yemeğini ben veriyorum, üstünü başını ben veriyorum diyor. Akıl almaz eziyet ediyor. Genellikle çocukların doğurmasını bekliyorlar. Doğum anını, doğurduktan sonra çocuğu alıyor. Ondan sonra o genç kızı boşuyor çocukcağızı. Tabii o doğumdan da vücudu deforme olmuş oluyor. Çok dezavantajlı bir konumdayken onu dışarıya bırakıyor. Ne yaparsan yap diyor şimdi. Bütün toplum kesimlerinin genç kızlara sahip çıkması lazım.