A9 TV, 8 Ağustos 2016
İnsan Aklı Gaflete Çok Açık. Tek Bir Saç Teli Hücresinin DNA’sında O İnsana Dair Tüm Bilgiler Var; Ama Gafletle Bakan Düşünemiyor
İnsan tabii çok harikulade bir varlık. Her şey acayip. Meyveler acayip, insan acayip, hayvanlar acayip. Hayvanın bir tüyü bile acayip. Hayvanın bütün özellikleri, milyonlarca özellik tüyün içinde kodlu. Bu akıl alacak gibi değil.
(Dün Siirt’te bir askerimiz şehit olmuş, dört asker yaralanmıştı. Şehit olan askerimizin Uzman Çavuş Yunus Emre olduğu öğrenildi. Askerimizi şehit eden teröristler kaçmışlar ve hala bulunamamışlar.)
Yunus Emre; sen çok nurlusun sen. Ağabeyinin kuzusu, canı. Cennet seninle güzelleşiyor. Ne mutlu sana. Bak biz Resulullah (s.a.v.)’den uzaktayız, sahabelerden uzaktayız, peygamberandan uzaktayız. Sen bir saniyenin içinde onların yanına gittin. Biz burada kaldık, sana gıpta ediyoruz haliyle. Allah anana babana uzun ömür versin. Allah şehadetini makbul etsin.
Ağaçlar Baharda Gelin Gibi Süsleniyor, Hepsinin Gayreti Çok Şeker. Çiçekler Ayrı Güzel, Vitamini Lezzetiyle Meyveleri Ayrı Nimet
Ağaçlar baharda gelin gibi süsleniyor. Çok tatlı çiçekler yani acayip güzel. Gayretleri felaket, müthiş bir gayretleri var hepsinin. O kadarla bitecek zannediyorsun. Bu sefer meyveler gelmeye başlıyor. Hepsi tatlı, vitaminli, mineralli. Bir de zibil gibi yani. Bir de her sene daha çok veriyor. Yani dal budak geliştiği için daha da fazla veriyor. Daha da kalitesi artıyor. Büyüdükçe, kök sistemi geliştikçe kalitesi de artıyor. Bir de içinde hediyesi, çekirdeği. Yani hani “Meyve bitti diye tedirgin olma. Bunu toprağa koyarsan bir tane daha benden olur. Yine oradan da bol bol yersin” diyor. İstediğin gibi ye, iç.
Münafıklar Ve Kafirler, Allah'ın Müminlerin Manevi Makamını Yüceltmekte Kullandığı İki Taifedir
Münafikun ve münafikat, kâfirun ve kafirat. Allah’ın Müslümanları yüceltmekte kullandığı iki taifedir. Münafık ve kâfir olmadığında Müslüman cennete giremiyor. Münafık ve kâfir sayesinde makamı yükseliyor. Mesela Resulullah (s.a.v.) zamanında, Resulullah (s.a.v.)’ın yanında dokuz yüz kişilik Müslüman grubu var. Üç yüzü münafık. Resulullah (s.a.v.) yanından uzaklaştırmıyor çünkü o münafıklarla birlikte yaptığı cihat daha zor olduğu için daha çok sevap kazanıyor. Çünkü uzaklaştırsa fitne fücur, pislik çıkaracak. Daha azacak. Ama gözünün önünde olduğunda yine pislik yapıyor ama kontrol edilebilir oluyor. Gözünün önünde olmuş oluyor yani. Münafık görünmezliğini kaybetmiş oluyor kısmen. Yoksa münafık Müslümanların içinde de Müslümanların aleyhine faaliyet yapar. Hatta Peygamberimiz (s.a.v.)’e bakışları nefret dolu. Diyor ki “Neredeyse seni gözleriyle devirecekler” münafık güruh, böyle baktıklarında nefret dolu bakıyorlar. Bakışlarıyla Peygamber (s.a.v.)’e kendilerince kötülük yapacaklar. Resulullah (s.a.v.) anlamaz gibi tavır gösteriyor ama Cenab-ı Allah vahiy ile bildiriyor. “Allah gözlerin hainliklerini bilir” diyor başka bir ayette. Hainane bakıyor yani nefretle bakıyor, ama biz Müslümanız diyor. Resulullah (s.a.v.)’ın yanında olmaları Resulullah (s.a.v.)’ın makamını daha yükseltir; çünkü münafıksız bir toplumla yapılan cihat, sevabı az olan cihattır. Ama münafıklarla iç içe yapılan bir cihadın sevabı çok yüksektir. Peygamberimiz (s.a.v.)’in yanında hiçbir şeye karışmayan, peygamberi seyreden istihbaratçı bir ruhtaydı münafıklar. Sadece Peygamber (s.a.v.)’in açığını görmeye çalışıyorlardı yani aleyhine ne kullanabilirler, nerde aleyhte bir konuşma yapabilirler. Hangi sözü değiştirip hangi şekilde insanlara anlatırlarsa fitne çıkarabilirler. Onun için o gözlemci tavırlarından dolayı ve içlerinde de kin ve nefret olduğu için bakışlarının iğrençliğini fark etmiyordu münafıklar. Sinsi sinsi pislik bir karakterle yandan yandan Peygamber (s.a.v.)’i izliyorlardı ve ona sorular soruyorlardı. Konuşturmaya çalışıyorlardı. Ağzından sır almak, Müslümanların aleyhine bir bilgi alabilmek. Bilmediğinden değil yahut öğrenmek istediğinden değil, alçaklığından. Konuşturacak ki o konuşma arasında aleyhte neler bulabilir neleri kullanabilir onu tespit etmek. Amacı bu. Ve hareketlerini de izliyor Peygamber (s.a.v.)’in. Mesela yemesini, içmesini, oturmasını, kalkmasını ki aleyhinde bir şey bulsun. Yani eleştirecek bir şey bulsun. Resulullah (s.a.v.) da ses çıkartmıyordu onlara.
Resulullah (s.a.v.) münafıkların içerisinde adeta böyle onlarla oynadı yani. Bir satranç maçı gibi onlarla oynadı. Onlar hamle yapıyor Peygamberimiz (s.a.v.) hamle yapıyor. Onlar hamle yapıyor Peygamberimiz (s.a.v.) hamle yapıyor. Mesela Peygamberimiz (s.a.v.)’e öküz gibi bakıyorlar bakarken, münafıklar. Tam hayvan yani böyle boş, sığır gibi bakıyorlar. Neden? O anda melanet düşünüyor. Pislik düşünüyor. Dalıp gidiyor zaten, bakıyor baktığını da unutuyor. Kilitlenip kalıyor mesela dört dakika beş dakika ne ahlaksızlık yapacağını düşündüğü için, kilitlenip o şeytani modda kalıyor. İşte “Allah gözlerin hain bakışını bilir” dediği odur ayette. Resulullah (s.a.v.)’ın onlarla yaptığı mücadeleyi gören Müslümanlar Resulullah (s.a.v.)’i daha çok sevdiler. Çünkü münafık olmadan yapılan mücadeledense münafıkla yapılan mücadele daha makbul olduğu için Resulullah (s.a.v.)’ın sabrını, iradesini, aklını, yeteneğini gördükleri için müminler hayran kaldılar Resulullah (s.a.v.)’a. Allah’ın ona verdiği vahyi ve ilhamı gördüler sevinç duydular. Sabretti. Mesela üç yüz münafığın hepsini gönderebilirdi, göndermedi sabretti. Münafıklar kendi kendilerini rezil ettiler. İslam’a zarar veremediler, kendilerini aşağılamış oldular. Bütün insanlara ne kadar alçak ve ahlaksız olduklarını alenen gösterdiler. Resulullah (s.a.v.)’ın güzel ahlakıyla onların ahlaksızlığı aptallığı ve akılsızlığı zıtlık meydana getirdi. Akıllı bir insanın nasıl güzel olduğu görüldü. Alçaklarla kaliteli insan arasındaki fark bütün keskinliğiyle ifşa olmuş oldu Allah tarafından. Onun için Müslüman için münafık bir yükselme taşıdır. Müslüman onun üstüne basar yükselir. Münafığın ahlaksızlığı da Müslüman’ın Peygamber (s.a.v.)’in güzel ahlakı müthiş bir zıtlık meydana getirdiği için, zıtlık da insanın çok hoşuna gider. Mesela simsiyah gözün yanında bembeyaz yaratıyor Allah gözün akını. İki zıtlıktan güzellik meydana geliyor. Simetriyi yaratıyor; güzellik meydana getiriyor. Mesela elması siyah kadifenin üstüne koyarsan cayır cayır parlar. Ama kumun içine atarsan elması bulamazsın. Kaybolur gider, ama ışık verirsen siyah kadifenin üstünde. İşte siyahlık münafıklar ve kâfirlerdir. Elmas müminlerdir. Işık da nurdur, ışıkta da pırıl pırıl parlar mümin. Mesela Resulullah (s.a.v.) için diyebilirlerdi, “münafıkları niye uzaklaştırmadı?” Sabrın, çilenin ve aklın ortaya çıkması için münafıklarla iç içe, kâfirlerle iç içe bir hayat var. Resulullah (s.a.v.) Ukaz Panayırı’na gitmez ağzına kadar demesen bile çoğu kâfir, fasık, alaycı, derin devlet mensuplarıyla dolu. Kendisi gidiyor bizzat. Gidip konuşuyor. İslam’ı anlatıyor. İstese hiç uğramaz.
Bundan Sonra Hep Uyanık Hep Dikkatli Olacağız. Ashabı Kehf 15 Temmuz'da Uyandı, Bundan Sonra Milletimizin Gözü De Gönlü De Keskindir
Ankara’da gece saatlerinde üç mahallenin elektrik kaynağını sağlayan modüler servis trafolarının kablolarını kesen şüphelilere yönelik çalışmalarda üç kişi yakalanmış. Olayla ilgili iki şüpheli de aranıyormuş. İşte bu tip pislikleri rezillikleri yapabilirler. Milletimiz uyanık olsun, halk uyanık olsun. Polis teyakkuzda olsun. Bizim milletimize bundan sonra uyku olmaz. Artık Ashab-ı Kehf uyandı. 15 Temmuz’da Ashab-ı Kehf uyandı. Üç yüz yıllık uykudan uyandı. Bundan sonra milletimizin gözü de gönlü de keskindir. Her yeri her olayı göreceğiz. Her şeyi yakalayacağız. Bundan sonra bize oyun oynayan kim varsa anında üstüne çökeceğiz.
Sayın Adnan Oktar’ın “Münafığın Derin Karanlığı” Kitabı’ndan Bir Bölüm
“Münafığın Küfürle Kirli İttifakı: Ajanlık ve Casusluk. Münafıklar, inkâr edenlere hayranlık duydukları ve onlar arasında yer edinmeye çalıştıkları için, onların dostluğunu kazanabilmek uğruna gereken her şeyi yapmaya hazırdırlar. İşte gözlerinde büyüttükleri bu insanların güvenlerini kazanıp onların dünyalarında iyi bir yere gelebilmek için başvurdukları en kirli yöntemlerden biri de, "Müslümanlar aleyhinde ajanlık ve casusluk faaliyetleri" yapmalarıdır. Tarih boyunca Müslüman devletler üzerinde oynanan oyunlarda, kimi devletlerin yıkılmasında, zayıflatılmasında ya da kargaşaya sürüklenmesinde de yine hep, bu toplumlar içerisinde sinsice faaliyet gösteren münafıklar rol almıştır. Kendilerini Müslümanların safındaymış gibi tanıtan bu ikiyüzlü insanlar, inananlar aleyhinde yıkıcı eylemler yapmak isteyen inkârcılara her türlü desteği sağlamışlardır. Münafıklar tüm bu istihbarat faaliyetlerini adeta şeytani bir dürtüyle gerçekleştirmişlerdir. Ruhlarındaki dünya hırsını, küfre olan hayranlıklarını ve insanların gözüne girebilme arzusunu gören şeytan, münafıklarla adeta derin bir transa geçer ve şeytanın ilhamıyla münafıklar, artık küfre istihbarat sağlamayı kendilerince 'kutsal bir görev' olarak görmeye başlarlar. Müslümanlardan gizli ve sinsice bir şeyler yapmanın ve bunun sonucunda da gizli menfaatler elde edebileceklerini ummanın verdiği heyecan, münafığın ruhunda şeytani bir haz oluşturur. Kuran'da “Arada bocalayıp dururlar. Ne onlarla, ne bunlarla…” (Nisa Suresi, 143)” Şeytandan Allah’a sığınırım, “ayetiyle bildirildiği gibi, münafıklar ne inkâr edenlerden ne de Müslümanlardan yana bir tavır içindedirler. İnananlarla birlikte olmalarına rağmen, küfre karşı çok daha derin bir özenti ve hayranlık duyarlar. Bu yüzden de mümkün olan her imkânda, onlarla olan yakınlıklarını artırmaya ve ilişkilerini daha da güçlendirmeye çalışırlar. Dolayısıyla münafıkların bu bakış açılarını bilen inkâr edenlerin, kalpleri iman ile küfür arasında gidip gelen bu kimselere yanaşmaları ve onları istedikleri gibi yönlendirebilmeleri son derece kolay olur. Küfre hayranlık duyan münafıklar, toplumda -kendi cahiliye kriterlerine göre- sükseli yerlere gelebilmiş kişilerle, az da olsa bir yakınlık kurabilmek için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdırlar. Dünyaca tanınan bir gazetenin bir köşe yazarı, ünlü bir TV kanalında program yapımcısı, adı duyulmuş bir siyasi-analist, önde gelen bir düşünce kuruluşunun yöneticisi veya önemli bir vakfın kurucusu konumundaki insanlarla sadece tanışabilme ya da onlara kendi isimlerini duyurabilme ihtimali bile, münafık karakterli insanlarda büyük bir heyecan yaratır. Onlarla sadece birkaç kelime olsun konuşabilmek ve dikkatlerini çekip beğenilerini kazanabilmek için, kendilerini önemli, yetenekli ve söz sahibi biriymiş gibi tanıtmaya çalışırlar. İleride bir gün bu insanların sahip olduğu makam, mevki ve itibar gibi imkânlardan, bir ihtimal dahi olsa istifade edebilme umudu içerisindedirler. Belki bir gün onların da ünlü bir dergi ya da gazetede köşe yazısı çıkabilecek, belki ünlü ve yabancı bir TV kanalında kısa da olsa bir görünüp birkaç kelime edebilme imkânı yakalayabileceklerdir. Böyle fırsatları kullanabilmek, münafıklar için dünyadaki her şeye bedeldir. İşte münafık karakterli insanlardaki bu zaafı çok iyi bilen inkârcı odaklar da, 'içlerinde amansız bir yabancı hayranlığı besleyen, yükselme hırsı ve şöhret tutkusu içinde olan bu insanları tek tek tespit ederler'. Zaaflarından en iyi şekilde yararlanıp onlara 'en cazip tekliflerle' yaklaşırlar. Sağladıkları küçük menfaatlerle çok inandırıcı bir zemin oluşturur ve sonuçta da onları kendilerine en iyi şekilde hizmet edecek, istedikleri her şeyi yapabilecek hale getirirler. Kısa zaman içerisinde bu insanlar, birlikte oldukları Müslümanlara, en yakın arkadaşlarına, ailelerine ve hatta kendi milletlerine, devletlerine dahi, en kalleş şekilde ihanet edebilecek; en düşmanca üsluplarla konuşup yazılar yazabilecek bir çizgiye gelirler. İşte Müslüman toplumları dağıtıp etkisiz hale getirmeyi amaçlayan şeytani odaklar için, küfre derin bir hayranlık duyan münafık karakterli bu insanlar bulunmaz birer fırsattır. Onların bu zaaflarını kullanarak, onları 'birer piyon gibi nasıl yönlendirebileceklerini', 'hangi vaatlerle onları kolaylıkla ikna edebileceklerini' çok iyi bilirler. Küçük birkaç menfaat karşılığında, onlara istedikleri her şeyi yaptırabileceklerinin ve kendilerine bağımlı hale getirebileceklerinin farkındadırlar. Burada şu açık gerçeğin çok net bir şekilde bilincinde olmak gerekir ki; inkâr edenlerle münafıklar arasındaki alışveriş talebi ve menfaat beklentileri tamamen karşılıklıdır. Her iki tarafın da en çok istediği şey, diğerindedir. İşte bu durumu fark ettikleri andan itibaren de, kirli ve sinsi bir ittifakın ilk adımlarını atmaya başlarlar.”
Çok güzel, bu kitabı kardeşlerimiz adeta ezberlesinler. Herkes okusun, okutsun, yaysınlar. Çok faydalı olur. İşte Türkiye’nin şu an karşılaştığı olayın kökündeki felsefe budur; münafıklık. Türkiye’nin başına gelen felaketlerin ana nedeni münafıklardan kaynaklanıyor. Münafıklık hallolduğunda bu bela da hallolur. Dünyanın en büyük felaketi münafıklardır. En büyük pisliği de münafıklardır. Dertleri, belaları hep Müslümanlara münafıklardan gelir ama hayır vardır. Hayır getirir. Müslüman’ın makamını yükseltir. Müslüman’ın devletini âli hale getirir. Güçlü hale getirir. Ekonomisi güçlenir. Devleti, milleti hepsi güçlenir. Münafığın özelliği budur. Yani yıkıcı bir mahlûktur. Fakat Allah, onun vesilesiyle müthiş bir dirilme meydana getirir. Mesela bak, Ashab-ı Kehf’i uyandıran, Türk milletini uyandıran olay bir münafık hareketiyle oldu. 15 Temmuz’da bütün bir millet uyandı. Ashab-ı Kehf gibi uyuyorlardı. Manevi bir uyku halindeydiler.