Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakının ve siz, ancak müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin. (Al-i İmran Suresi, 102)
"Sana Allah korkusunu, doğru sözlülüğü, emaneti yerine getirmeyi, ahde vefayı, yemek yedirmeyi ve mütevazi davranmayı, bol bol selam vermeyi tavsiye ederim." (İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 3. Cilt, s.304; Ebu Nuaym, el-Hılye'de tahriç etmiştir)
İslam, mantık değil de, vicdan üzerine kuruludur. Vicdan ve akıl üzerine kuruludur. Küfür de, zeka ve mantık üzerine kuruludur. Mesela bir insan, ahireti, ahiret inancını mantıksız görür. “Ölen bir insan, bir daha dirilmez, mantıksız” der. Ama akıl ve vicdan, insanın sonsuzluk içgüdüsünde olduğunu görüyor, Kuran’ın hak olduğunu görüyor. Akıl ve vicdanda insan, Allah’ın hükümlerinin, Kuran’ın mucizelerinin genel özelliklerinden, doğruluğundan, vicdanen etkileniyor ve Kuran’ın hak olduğuna ve ölümden sonraki hayatın varlığına kanaati geliyor. (16 Şubat 2011 tarihli Samsun Aks Tv)
Dünyada mühim olan sevgi ve imandır, makam değil.
Müslümanlar Yapılan Hatalara Karşı Affedicidiler
Merhamet hissini yoğun biçimde yaşayan müminlerin bu özellikleri diğer üstün ahlaki vasıflarını nasıl olumlu yönde etkiler
Merhametin önemli göstergelerinden biri kişinin affedici ve bağışlayıcı olabilmesidir. Allah Kuran’da iman eden kullarını “affedici ve bağışlayıcı” olmaya şöyle çağırmaktadır:
“Sen af (veya kolaylık) yolunu benimse, (İslam’a) uygun olanı (örfü) emret ve cahillerden yüz çevir.” (Araf Suresi, 199)
Bu, insanın nefsine zor gelebilen, ama Allah Katında güzel karşılığı olan bir tavırdır. İnsan yapılan bir hata karşısında öfkeye kapılabilir ya da onu affetmek istemeyebilir ama Allah müminlere affetmenin daha güzel olduğunu bildirmiş ve onları bu ahlaka teşvik etmiştir:
“Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah’a aittir...” (Şura Suresi, 40)
Bir başka ayette Allah “Kim sabreder ve bağışlarsa, şüphesiz bu, azme değer işlerdendir” (Şura Suresi, 43) şeklinde bildirerek bunun üstün bir ahlak olduğuna dikkat çekmiştir.
Ayrıca Allah, “Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah, bağışlayandır, esirgeyendir” (Nur Suresi, 22) ayetiyle müminleri bu konuda kendi durumlarını düşünmeye de teşvik etmiştir. Çünkü gerçekten de her insan Allah’ın kendisini bağışlamasını, esirgemesini ve rahmet etmesini ister. Yine aynı şekilde bir hata yaptığı zaman, çevresindeki insanların kendisini mazur görmesini ve affetmesini diler. İşte Allah müminlere bu durumu hatırlatarak kendilerine yapılmasından hoşlandıkları bir tavrı, başkalarına da göstermelerini bildirmiştir. Elbette bu, müminler arasında merhameti teşvik eden önemli bir emirdir.
Müminler insanın hata yapabilecek acizlikte yaratıldığını bildikleri için, daha en başından karşı tarafa merhametle yaklaşırlar. Zira Kuran’da yer alan tevbe ile ilgili ayetler, insanın hata yapmaya açık bir varlık olduğunu, ancak önemli olanın bu hatayı fark eder etmez, bir daha tekrar etmeme gayretiyle hemen vazgeçmek olduğunu bildirmektedir. Bu ayetlerden biri şöyledir:
“Allah’ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir). İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.” (Nisa Suresi, 17)
Müminler kendilerinin tamamen haklı oldukları ve karşı tarafın tümüyle haksız olduğu bir durumda bile hiç tereddütsüz affedici olabilirler. Çünkü Allah bunun güzel bir ahlak özelliği olduğunu bildirerek müminlere şöyle tavsiye etmiştir:
“Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.” (Al-i İmran Suresi, 134)
Mümin için affetmede ölçü karşı tarafın samimiyeti ve iyi niyetidir. Bunu da mümin, vicdanı ve aklıyla teşhis eder. Kötülüğü bir alışkanlık haline getirmiş olup karşı tarafın merhametinden ve güzel ahlakından istifade etmeye çalışan birine elbette izin verilmez. Bir mümin böyle bir durumda karşı tarafa gösterilecek asıl merhametin sadece affetmek olmadığını bilir ve onu samimiyete, dürüstlüğe ve Allah'tan korkmaya davet ederek merhametini farklı bir şekilde ifade eder.
"Mars’tan Gelen Yaşam” Yanılgısı
Yaşamın Mars'tan Dünya'ya gelmiş olabileceği senaryosu, milyarlarca yıl önce Mars'tan kopup gelen meteorların bazı bakteriler taşıdığını, yeryüzünde hayatın tohumlarını bu bakterilerin attığını varsaymaktadır. Oysa bilimsel kanıtlar değerlendirildiğinde bu iddiaların tutarsız olduğu ortaya çıkmaktadır.
İngiltere'deki Kent Üniversitesi'nden Dr. Mark Burchell hayatın meteorlarla seyahat eden bakterilerle başladığı teorisini ele alanlardan biridir. Burchell, bu teoriyi ispatlamak için çalışmalar yürütüyor olmasına karşın daha ilk başta bir bakterinin meteor üzerine nasıl geçmiş olabileceği sorusunun bile cevapsız olduğunu itiraf etmektedir. Kendisiyle yapılan bir ropörtajda uzayda hayat konusunun içinde bulunduğu bilinmezliği şu şekilde ifade etmektedir:
"Uzayda yaşam üzerinde çalışmak daima zor olmuştur. Uzayda yaşamın var olduğuna dair elimizde herhangi bir kanıt yoktur ve biz henüz kendi gezegenimizdeki yaşamın kökeni hakkında bile emin değiliz." ( Morris Jones, Bacterial Blasting Across Space, 4 Kasım 2002 -http://www.spacedaily.com/news/life-02zx.html)
Burada hemen belirtmek gerekir ki, bakterilerin Mars'tan Dünya'ya seyehat ettiği ve yeryüzünde hayatın bu şekilde başladığı senaryosu, yaşamın 'nasıl' ortaya çıktığına dair hiçbir cevap verememektedir. Sadece soruyu, "yaşam Mars'ta nasıl ortaya çıkmış olabilir?" şekline dönüştürmektedir. Evrimcilerin, ilk olarak, uzayda var olduğunu iddia ettikleri bakterilerin kökenini açıklamaları gerekmektedir. Fakat yaşamın nasıl başladığına dair her soru karşısında olduğu gibi evrimciler bu soru karşısında da açıklamasızdırlar.
Burchell, güneş radyasyonları, kozmik ışınlar ve başka faktörlerin uzayda bakteri için son derece zorlu bir ortam oluşturduğunu ifade etmektedir.
Bunların yanı sıra meteorun atmosfere girdikten sonra yanmaya başlaması, tamamen yanmadan yere ulaşsa bile saniyede 16 kilometreye varan hızlarla yeryüzüne çarpıyor olması, bakterilerin hayatta kalmasını imkansız kılmaktadır.
Tüm bunların ötesinde, hayatın meteorlarla yeryüzünde başladığı iddiasını temelden çürüten faktör, böyle bir bakteri uzaydan gelmiş olsa bile, bakterinin başka türlere dönüşmesinin mümkün olmadığıdır.
Hayatın kökeninin "uzay", hatta "uzaylılar" olabileceği yönündeki iddialar, aslında birer bilim kurgu senaryosundan başka bir şey değildir. Nitekim bu konudaki yorum ve haberlerde de hiçbir somut kanıttan söz edilmez, sadece "olmuş olabilecek" ihtimaller anlatılır. Oysa "ihtimal" denen bu senaryolar da imkansızdır. Dünyaya meteorlar yoluyla bazı organik bileşikler geldiği varsayılsa dahi, bu bileşiklerin kendi kendilerine hayat oluşturmasının imkansız olduğu kimyasal, fiziksel ve matematiksel bir gerçektir. Dünya'daki hayatın "uzaylılar" tarafından var edilmiş olabileceği yönündeki fantezi ise, hayatın tesadüfle açıklanamayacağını gören, ancak Allah'ın varlığını kabul etmek istemeyen evrimcilerin kaçış çabasıdır. Oysa bu çaba da anlamsızdır, çünkü "uzaylılar" tezi, sadece soruyu bir kademe geriye götürmekte ve "Uzaylıları kim yarattı?" sorusuna dönüşmektedir.
Dünya'ya düşen meteorların atmosfere girdikleri anda başlayan yüksek ısı ve çarpma anındaki şiddet nedeniyle Dünya’ya canlı bir organizma taşımaları mümkün değildir. Üstte Arizona'daki büyük meteor çukuru görülmektedir. Öte yandan, Dünya dışında canlı varlıklar olduğu varsayılsa bile, evrim teorisinin bunların kökenine de açıklama getirmesi gerekmektedir. Fakat elbette evrim te-orisi bu konuda da açıklamasızdır. Hayatın kökenine, Dünya'da veya uzayda olsun, yaratılış dışında bir açıklama getirmek imkansızdır.
Akıl ve bilim, bizi, tüm canlıları yaratmış olan, ancak Kendisi yaratılmamış, sonsuzdan beri var olan bir Mutlak Varlık'a götürmektedir. Bütün bu sayılanlar, herşeyin Yaratıcısı olan Yüce Allah'ın sıfatlarıdır.
Genetik ve moleküler biyoloji bilimleri, bir bakterinin DNA'sına mutasyon yoluyla bilgi eklenerek daha karmaşık yapıda organizmaların oluşmasının mümkün olmadığını ortaya koymuştur.
Bu varsayıma sunulan hiçbir sözde kanıt yoktur. Örneğin Grönland'da bulunan ve yaşları 3.8 milyar yıllık olarak hesaplanan fosillerin Mars'tan gelmiş olabileceği ileri sürülmektedir. Oysa bu fosillerin gerçek bakterilere ait olduğu kesin olarak doğrulanmış bir bulgu değildir. Gerçek bakterilere ait olsa da, dünya üzerinde bulunmuş olan bu fosillerin uzaydan gelmiş olduğunu kanıtlayan veya bu iddiayı destekleyen hiçbir bilimsel delil bulunmamaktadır. Bilim dünyasında bu iddianın geçerli olup olmadığı hala tartışma konusudur.
Hayatın meteorlar yoluyla uzaydan gelmiş olduğunu savunanlar, meteor üzerinde rastladıkları mikroskobik parçacıklarla, dünyada rastladıkları organizmaların kalıntıları arasında benzerlikler kurmaktadırlar. Örneğin Mars'tan geldiği tahmin edilen bazı meteorlarda karbon kürecikler ya da magnetit kristaller bulunduğu ileri sürülmüş ve bunların meteor üzerinde yaşamış organizmalara ait kalıntılar olduğu iddia edilmiştir. Ancak bu benzerlikler kanıtlanmış değildir. NASA'nın Johnson Uzay Merkezi'nden Everett Gibbson bu konuda şunları söylemektedir:
"Yeryüzü mikrofosilleri, biyofilmleri ve üç Mars meteorunda rastlanan özellikler arasındaki benzerlikler ilgi çekicidir ancak kesin şekilde ispatlanmamıştır." (Gibson, E.K. Jr., D.S. McKay, K.L. Thomas-Keprta, et al. (2001), 'Life on Mars: Evaluation of the Evidence Within Martian Meteorites ALH84001, Nakhla, and Shergotty,' Precambrian Research, 106:15-24)
Ayrıca çarpışma sırasında yaklaşık 65000C gibi yüksek bir ısı ortaya çıkması bu karbon küreciklerin canlı organizmalara ait olma ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. 1996 yılında jeolojik mikro yapıların analizinde uzman bir ekip tarafından yapılan araştırmada, Mars'tan geldiği ileri sürülen bir meteor üzerindeki minerallerin oluşabilmesi için 65000C sıcaklık ortaya çıkması gerektiği ve bu kadar yüksek ısılara hiçbir organizmanın dayanamayacağı hesaplanmıştır.( Bradley, J.P., R.P. Harvey, and H.Y. McSween Jr. (1996), 'Magnetite Whiskers and Platelets in ALH84001 Martian Meteorite: Evidence of Vapor Phase Growth,' Geochimica et Cosmochimica Acta, 60:5149-5155)
Bu yöndeki iddialara dayanak olarak 1911 yılında Mısır'ın Nakhla köyüne düşen bir meteorit öne sürülmekte, bunun üzerinde yaşam kalıntıları bulunduğu iddia edilmektedir. Ancak bu kalıntıları inceleyen bilim adamları, 2001 yılında PNAS (Proceedings of the National Academy of Sciences) dergisinde yayımlanan bir makalelerinde bu meteora bakarak Mars'ta yaşam olduğu sonucuna varmayı doğru bulmadıklarını belirtmişlerdir:
"Önceki açıklamaların aksine mevcut kristalografik ve morfolojik kanıtların, Mars'ta geçmişte yaşam bulunduğu tezini desteklemeye yeterli olmadığı görüşündeyiz." 8Buseck, P.R., R.E. Dunin-Borkowski, et al. (2001), 'Magnetite Morphology and Life on Mars,' Proceedings of the National Academy of Sciences, 98:13490-13495, 20 Kasım)
"Mars'tan gelen hayat senaryoları" bilimsel kanıtlardan yoksundur. Evrimcileri bu hayali senaryolara sarılmaya iten şey, yaşamın yeryüzünde tesadüfen başladığı iddialarını delillendirmede tamamen çaresiz oluşlarıdır.
Yaşamın kökenini, gezegenler arası seyahat eden bakterilerde aramak anlamsızdır. Dahası, çeşitli gezegenlerde bakterilerin varlığı, yine evrimciler açısından açıklamasızdır. Yaşamın gerçek kökeni yaratılıştır. Allah, yeryüzündeki milyonlarca canlıyı yoktan var etmiştir. Evrimciler, bu gerçeği kabul etmek istemedikleri sürece, tüm bilimsel veriler kendi aleyhlerinde olacaktır.
Yüce Allah Kuran'da şöyle bildirir:
İşte Rabbiniz olan Allah budur. O'ndan başka İlah yoktur. Herşeyin Yaratıcısıdır, öyleyse O'na kulluk edin. O, herşeyin üstünde bir vekildir. Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder. O, latif olandır, haberdar olandır. (Enam Suresi, 102-103)
Mars'ta Yaşamın Muhtemel Varlığı, Evrim Teorisini Neden Desteklemez?
Evrimci medyanın 'ideolojik heyecan' ürettiği zamanlar vardır. Darwinistler böyle dönemlerde, kendi dünya görüşleri açısından heyecanlı buldukları bir bilimsel gelişme söz konusu olduğunda bunu yüksek sesle ve evrimci yorumların eşliğinde duyururlar. Meseleyi soğukkanlılıkla değerlendiren bir göz, yapılan yorumlarla bulgunun niteliği arasında bir uyuşmazlığın bulunduğunu, evrimcilerin, hayalci ve abartılı bir üslupla konuya yaklaştığını kolaylıkla görebilir. Mars'ta yaşamla ilgili spekülasyonlar da böyledir. Gezegende suyun varlığına dair haberler söz konusu olduğunda evrimci medya bunu derhal, "Buz! Demek ki, su! Demek ki, hayat! " tipinde manşetlerle vermekte, yaşamın sadece Dünya'ya has olmayabileceği, Mars'ta bir şekilde evrimleşerek meydana gelmiş olabileceği yönünde iddialar ortaya koyabilmektedir. Oysa ihmal ettikleri en büyük gerçeklerden biri, Mars'ta yaşamın muhtemel varlığının, evrim teorisi için bilimsel kanıt sağlamamasıdır.
Kehf Suresi'nde, Kehf Ehli'nin Olağanüstü Durumu Anlatılmaktadır
Sen, yoksa Kehf ve Rakim Ehlini bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın? O gençler, mağaraya sığındıkları zaman, demişlerdi ki: “Rabbimiz, katından bize bir rahmet ver ve işimizden bize doğruyu kolaylaştır (bizi başarılı kıl).” (Kehf Suresi, 9-10)
Gençlerden oluşan Kehf Ehli'nin yaşadıkları alışılmışın dışında, metafizik olaylardır. Hayatlarının her anı mucizevi gelişmelerle doludur. Peygamber Efendimizin hadislerinde Ahir zamanla bağlantısına dikkat çekilen Kehf Ehli'nin Kuran'da anlatılan bu durumu, Ahir zamanda da insanların olağan dışı, metafizik olaylarla karşılaşabileceklerine bir işarettir.
Kehf Suresi'nin 10. ayetinde gençlerin bir yere "sığındıkları" bildirilmektedir. Kıssanın sonraki ayetlerinden anlaşıldığına göre, Kehf Ehli'nin mağaraya sığınmalarının nedeni dönemin baskıcı sisteminin oluşturduğu ortamdır. Kendi fikirlerini rahatça söyleyemeyen, doğruları anlatamayan, Allah'ın dinini gerektiği gibi tebliğ etmeleri engellenen Kehf Ehli, çözümü bu toplumdan uzaklaşmakta bulmuştur.
Ancak bu durum, uzaklaşıp bekleme manasında değildir. Kehf Ehli mağaraya sığınmış, yaptıkları işleri Allah'ın kolaylaştırması, kendilerine rahmetinden yayması için dua etmişlerdir. Kısacası Kehf Ehli'nin mağaraya sığınmasının nedeni sadece beklemek değil, kendilerini bu süre içinde geliştirmek olmuştur. Ahir zamanda da totaliter rejimlerin olduğu yerlerde baskı altında olan Müslümanlar kendilerini gizleyeceklerdir. Bu vesileyle Allah'ın kendi üzerlerindeki rahmetini artırmasını, işlerini ve dine düşman fikir akımlarına karşı yürüttükleri mücadeleyi daha da kolaylaştırmasını umacaklardır.
Ashab-ı Kehf’in gizliliği belirli bir süreye kadar devam etmiştir
Böylelikle mağarada yıllar yılı onların kulaklarına vurduk (derin bir uyku verdik). Sonra iki gruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi hesap ettiğini belirtmek için onları uyandırdık. (Kehf Suresi, 11-12)
Kehf Ehli'nin yaşadığı haber verilen bu uyku halinin nedeni, kadere tabi olmanın getirdiği tevekkül ve huzur olabilir. Çünkü tüm kainatı bir kader üzere yoktan yaratan Allah, dünyada gerçekleşen bütün olayları da Müslümanların lehine tanzim etmektedir.
Günümüzde de bir kısım Müslümanlar bir nevi rahmani uyku içindedirler. Bu sayede, insanları dinden uzaklaştırmaya çalışan materyalist ideolojilerin sebep olduğu belaların dehşetinden ve şiddetinden etkilenmemektedirler. Bu maddeci akımlar yüzünden oluşan ahlaki dejenerasyondan, zulüm ve kargaşadan etkilenmeden Kuran ahlakını yaşamayı sürdürmektedirler.
Ashab-ı Kehf'in gizliliği, ayetten de anlaşıldığı gibi, belirli bir süreye kadar devam etmiştir. Daha sonra Allah'ın takdir ettiği zamanda, O'nun dilemesi ile bu gençler uyanmışlardır.
Kralın karşısında inançlarını açıkça dile getirmişlerdir
Onların kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) rabtetmiştik; (Krala karşı) Kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi'dir; İlah olarak biz O'ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, andolsun, gerçeğin dışına çıkarız.” (Kehf Suresi, 14)
Ayette, Kehf Ehli'nin gizlendikleri dönem sona erdiğinde, kralın karşısına çıktıkları belirtilmektedir. Bu dönem, Allah'tan başka güçlerin ilah haline getirildiği, inkarın insanlar arasında yayıldığı ve din ahlakından uzaklaşıldığı bir dönemdir. Müslümanların inançları baskı altına alınmıştır. Buna rağmen Kehf Ehli krala hiçbir koşulda "Allah'a Bir olarak iman etmekten" vazgeçmeyeceklerini, Allah'tan başka hiçbir şeye tapmayacaklarını söylemişlerdir. Eğer usulen de olsa tersini söyleyecek olsalar, bununla Allah'a karşı suç işlemiş olacaklarını samimi kanaatleri olarak ifade etmişlerdir.
Dönemin baskıcı, zalim ve otoriter kralı karşısında gösterdikleri bu cesur ve kararlı tutum, onların samimi Müslümanlar olduklarının da bir delili niteliğindedir.
Kendi milletlerine Allah’ın dinini tebliğ etmişlerdir
“Şunlar, bizim kavmimizdir; O'ndan başkasını ilahlar edindiler, onlara apaçık bir delil getirmeleri gerekmez miydi? Öyleyse Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden daha zalim kimdir?” (Kehf Suresi, 15)
Bu ayette, Kehf Ehli'nin kendi milletlerine karşı yaptıkları tebliğ faaliyetinden bahsedilmektedir. Onlar, kendi dönemlerindeki müşrik topluluklara Allah'ın dinini tebliğ etmiş, onlardan Allah'a şirk koşmaktan vazgeçmelerini istemişlerdir. Ayrıca müşrik topluluklarını inkarlarını dayandıracakları bir delil göstermeye davet etmişler, onlar bir delil getiremediklerinde de müşriklerin yalancılıklarını ve iftiralarını açıklamışlardır.
Aynı Kehf Ehli'nin yaşadığı dönemde olduğu gibi asrımızda da Müslümanlar Allah'tan başkasını ilah edinenlerden deliller istemektedirler. Ahir zamanda maddeyi ve tesadüfleri ilah olarak tanıtan putperest bir inanç mevcuttur; bu inanç Darwinizm'dir.
İnkarcıların fikir sisteminden tamamen uzaklaşmışlardır
(İçlerinden biri demişti ki:) "Madem ki siz onlardan ve Allah'tan başka taptıklarından kopup-ayrıldınız, o halde, (dağlara çekilip) mağaraya sığının da Rabbiniz size rahmetinden (bolca bir miktarını) yaysın ve işinizden size bir yarar kolaylaştırsın." (Kehf Suresi, 16)
İnkarcıların baskıları neticesinde Kehf Ehli, kendilerini tamamen tecrit etme ve inkarcılardan tamamen koparma ihtiyacını hissetmişlerdir. Mağaraya sığınma da bu tecrit durumunu ifade etmektedir. Allah bu dönemde Kehf Ehli'nin üzerindeki nimetini yaymış, onlara pek çok konuda kolaylık sağlamıştır. Bu kolaylık ve desteklerden en önemlisi ise iman edenlerin inkar edenlerin olumsuz etkilerinden uzak kalmaları olmuştur.
Penguenlerin yürüme tekniği
Ülkemiz İçin En Büyük Tehlike Bölünmedir
Günümüzde, geçmişte olduğu gibi vatanımız yine dört bir yandan tehditlerle çevrilmiş durumdadır. Son günlerde artan terör eylemleri, Suriye başta olmak üzere Türkiye’nin yakın çevresindeki ülkelerde ve Ortadoğu’da durulmak bilmeyen olaylar, hiç şüphe yok ki ülkemizin geleceği açısından son derece önemli konulardır. Bir yandan komünist ayaklanma hevesindeki bölücü militanlar, askerimizi, polisimizi ve masum vatandaşlarımızı şehit etmekte, diğer yandan Türkiye’nin de içinde bulunduğu coğrafyada sınırlar yeniden çizilmeye çalışılmaktadır. Ülkemiz tüm bu gelişmelerde saf dışı bırakılmak ve büyük karışıklıkların içine çekilmek istenmektedir. Topraklarımız üzerinde çeşitli sinsi planları olanlar ise, dünya çapında gizli ve açık yürüttükleri kampanyalarla, siyasal, sosyal ve ekonomik yönden saldırıya geçmiş durumda olan materyalist odaklardır. Ancak bu odakların unuttukları bir gerçek vardır:
Türk milletinin milli birlik ve dayanışma ruhu, Mehdiyetin manevi ruhu ile desteklenmekte, ülkemizde her geçen gün İslam ahlakı daha da şevkle yaşandığı için bu ruh katlanarak büyümektedir. Dünyanın hiçbir ordusunun ve terör örgütünün baş edemeyeceği bu manevi güç Allah’ın izniyle asla Türkiye’nin bölünmesine izin vermeyecektir.
Türkiye’yi Bölme Planı Hayali Bir Senaryo Değildir
Türkiye’de Mehdiyetin etkisiyle 1980 yılından bu yana devam eden büyük bir imani, milli, kültürel ve ilmi çalışma vardır. Bu sayede Türk gençliği, milli ve manevi değerlerine sahip çıkarak, ateist ve bölücü ideolojilerin etkisine girmekten kurtulmuştur. Bu nedenledir ki Avrupa’nın sosyal ve siyasi rotasını belirleyen hakim zihniyet olan materyalist-Darwinist kadro, Türkiye’nin imanlı halkının kendileri için büyük bir tehlike olduğuna kanaat getirmiştir. Bunun önüne geçebilmek, Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü ve milli birliğini bozabilmek için Avrupalı materyalistler, Türkiye’de bölücü, ateist, materyalist ideolojilerin yaygınlaşması için yeni oyunlar planlamışlardır. Bu plan “Türkiye’yi Bölme Planı”dır. Nitekim Türkiye, tarihin en büyük komünist ayaklanması ile karşı karşıya getirilmektedir.
Güneydoğu’da süregelen komünist bölücü hareket, gerçekte büyük bir planın ara aşamasından ibarettir. Söz konusu plan Türkiye’nin belli bir bölgesini değil tümünü kapsamaktadır. Ülkemizi bölmeye yönelik oyunlar başarılı olduğu takdirde bunun hemen akabinde tüm vatanı kapsayan bir komünistleştirme faaliyeti başlatılacaktır.
Bu amaçla bölücü terör örgütü sadece dağda değil, halkın arasında da yıkıcı faaliyetlerini sürdürmeye başlamıştır. Halkın arasına sızması ve sistemli bir materyalizm ve komünizm propagandası yürütmesi bu amacın bir parçasıdır. Çünkü komünist militanlar, İslam ahlakını benimsemiş bir toplumda başarılı olamayacaklarını gayet iyi bilmektedirler. Bu faaliyet ise dağdakinden çok daha tehlikeli ve sonuçları çok daha vahim olabilecek niteliktedir. Çünkü ülkemizin Doğu kısmında yaşayan insanımız Marksist-Darwinist düşünceler ve bunların getireceği zararlara dair yeterince bilgi sahibi değildir. Eğer vakit geçirilmeden tedbir alınmazsa, her geçen gün daha fazla gencimiz komünist bölücü örgütün telkinlerine maruz kalabilir.
Atatürk’ün vasiyetinde Hz. Mehdi (as) ve İttihad-ı İslam anlatılmaktadır.