Sana Kitab’ı indiren O'dur. Ondan, Kitab’ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimiz'in Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Ali İmran Suresi, 7)
Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar. (Müslim, Birr, 33; İbn Mâce, Zühd, 9; Ahmed b. Hanbel, 2/285, 539)
Allah’a tam hulusi kalple teslim olup, O’nu aşkla sevmek lazım. DERİN SEVGİ MEYDANA GETİRMESİ İÇİN, ALLAH’A DUA ETMEK LAZIM. (23 Haziran 2011; A9 TV, Kahramanmaraş Aksu TV ve Kaçkar TV)
Allah’ın yarattığı olaylardaki hikmetleri düşünmek gerekir.
Şeytanın Hiç Durmayan Faaliyeti
Allah Hz. Adem'i yarattığı ve tüm meleklere "Adem'e secde edin" emrini verdiği zaman, şeytan karşı gelmiş ve bu isyanı yüzünden sonsuza dek lanetlenmişti. Bunun üzerine o da, kıyamet gününe kadar insanları saptırmak için Allah'tan süre istedi. Allah bu izni verince de şu vaadde bulundu:
De ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onları (insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım. Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın" (Araf Suresi, 16-17)
Bir başka ayette, şeytanın "saptırma" vaadi şöyle anlatılır:
"Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim ve Allah'ın yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim." Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır. (Nisa Suresi, 119)
Eğer insan şeytanın bu vasfından habersiz olursa, kendini ondan koruyamaz ve tuzağına kolayca düşebilir. Bu nedenle, müminin Kuran'da haber verilen bu gerçeği her an aklında tutması, şeytanın saptırıcı telkinlerine karşı uyanık davranması gerekir. Nitekim bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmağa çağırır. (Fatır Suresi, 6)
Şeytana karşı en dikkatli olması gerekenler ise, müminlerdir. Çünkü şeytan asıl olarak onlarla uğraşır. İnkarcıları saptırmak için uğraşmasına gerek yoktur çünkü onlar zaten şeytanın ordusu haline gelmişlerdir. Bu yüzden, tüm gücünü müminleri zayıflatmak, onları türlü şekillerde din ahlakını yaşamaktan geride bırakmak için harcar. Bu nedenledir ki Allah, şeytanın fitnesine karşı müminleri şöyle uyarmaktadır:
Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder. Eğer Allah'ın üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiçbiri ebedi olarak temize çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah, işitendir, bilendir. (Nur Suresi, 21)
Allah'ın Kuran'da bildirdiğine göre, şeytanın bu faaliyeti ihlaslı müminleri etkilemeyecektir. Fakat zayıflık gösteren ve gaflete dalanlar, şeytanın sürekli olarak vermeye çalıştığı olumsuz telkin ve kuruntudan etkilenebilirler. Unutmamak gerekir ki şeytan faaliyetini hiç durmadan, ara vermeden, durup dinlenmeden, uyumadan sürdürmektedir. Mümin de buna karşı sürekli Allah'ı anmalı, her an dikkat ve manevi teyakkuz halinde olmalıdır.
Allah, Peygamberimiz (sav)'a Miraç’ta Hz. Mehdi (as)'ı göstermiş ve Mehdi (as)'ı sevdiğini bildirmiştir
Abdullah bin Ömer bin Hattab'den: Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Miraç gecesi Allah azze ve celle bana şöyle vahyetti: "Ey Muhammed! Onları görmek ister misin?" "İsterim ya Rabbim!" dedim.
Şöyle buyurdu: "Öyleyse biraz ilerle." Biraz ilerleyince Ali bin Ebu Talib'i gördüm. Sonra Hasan, Hüseyn, Ali bin Hüseyn, Muhammed bin Ali, Cafer bin Muhammed, Musa bin Cafer, Ali bin Musa, Muhammed bin Ali, Ali bin Muhammed, Hasan bin Ali ve HÜCCET-İ KAİM'İ GÖRDÜM. MEHDİ ONLARIN İÇİNDE PARLAYAN YILDIZ GİBİYDİ.
Dedim ki: "Ey Rabbim! Kimdir bunlar?"
Şöyle buyurdu: "Onlar imamlardır. BU DA KAİM (KIYAM EDİCİ) DİR. Helalimi helal edecek, haramımı ise haram edecektir. Düşmanlarımdan da intikam alacaktır. EY MUHAMMED, ONU SEV, ÇÜNKÜ BEN ONU SEVİYORUM, ONU SEVENİ DE SEVİYORUM." (Şeyh Muhammed b.İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s.97)
Proteinlerin Görevlerine Uygun Kusursuz Tasarımları
Maddelere özelliklerini veren, atomlarındaki düzendir. Her maddeyi meydana getiren atomlar "molekül" adı verilen özel gruplar halinde düzenlenmiştir. Canlıların yapılarını ve sistemlerini oluşturan moleküllerin atomları da canlılık için özel olarak düzenlenmiştir. Bu, son derece önemli bir konudur. Çünkü elinizdeki kitaptan oturduğunuz koltuğa, kendi bedeninizden çiçeklerinize kadar her varlık atomlardan oluşur. Ancak atomların farklı şekillerde gruplanmaları ve organize olmaları ile, canlı ve cansız maddeler birbirlerinden tamamen ayrılırlar.
Proteinler, canlılığı oluşturan dört büyük ana molekül grubundan biridir. (Diğerleri nükleik asitler, lipidler ve karbonhidratlardır.) Her molekül grubunda atomlar farklı şekillerde dizilmişlerdir. Bu sayede farklı özellikler kazanırlar ve bu özelliklerine göre görevler üstlenirler.
Soldaki resim gözün yapısı taklit edilerek tasarlanmış bir kameradır. Yukarıda görülen, yüksek teknoloji ürünü, yüzlerce parçadan oluşan kamera ile elde edebildiğiniz en kaliteli görüntüyü düşünün. Bu görüntüde mutlaka bir pus, karlanma veya kayma olur. Renkler hiçbir zaman aslı gibi canlı ve net olmaz. Bir de sadece protein ve yağlardan oluşan gözünüzün oluşturduğu görüntüyü düşünün. Görüntünüzde hiçbir zaman kayma, kararma, puslanma olmaz. Netlik ayarı hiçbir zaman bozulmaz. Renkler ise hep canlıdır. Onlarca yıldır binlerce bilimadamının, teknik uzmanın ve mühendisin en ileri teknoloji ile oluşturamadığı kalitedeki görüntüyü, şuursuz atomların tesadüfen oluşturmaya başladıklarını iddia etmek akla ve mantığa tamamen aykırıdır. Bu, gözün tüm parçaları ile üstün bir Yaratıcı tarafından yaratıldığının açık bir delilidir.
Moleküllerdeki atomların düzeni o kadar hassas ve önemlidir ki, çok kısa bir anda, tek bir protein molekülünün atomlarının gerektiği gibi düzenlenmemesi durumunda vücutta onarılmaz hasarlar oluşabilir. Örnek olarak görme olayını ele alabiliriz. En gelişmiş kameradan bile çok daha üstün bir teknolojiye sahip olan gözde, görme olayının gerçekleşmesi için birçok protein görev yapar. Tıpkı kamerada görüntünün oluşmasından sorumlu olan birçok parçanın görev yapması gibi. (Ancak burada şunu da belirtmeliyiz ki, göz ve kamera sistemleri arasında bir kıyas mümkün olmakla birlikte, kameranın parçaları hiçbir zaman gözdeki proteinlerin oluşturduğu netlik ve mükemmellikte bir görüntü oluşturamayacağı açıktır. Bugün en gelişmiş teknolojilerle üretilen kameralar için de bu durum geçerlidir.) Bu parçalardan birinin bozuk olması kamerada görüntünün oluşmasını engelleyecektir veya bozuk olmasına neden olacaktır. Aynı şekilde görme işleminde görev alan birçok proteinden bir tanesinin bile gerekli moleküler yapıya sahip olmaması durumunda, görme işlemi bir anda hasara uğrayabilir. Örneğin rodopsin, gözün ışığa tepki vermesini sağlayan bir proteindir. Rodopsinin yapısındaki en küçük bir bozukluk bu işlemi aksatır. Aynı şekilde retinadaki koni hücrelerde bulunan ve renkli görmeyi sağlayan proteinlerin yapılarındaki bozukluklar da renkli görmeyi engeller. Bir başka örnek, gözü ultraviyole ışınlarının zararlı etkilerinden koruyan melanin proteininin görevini yapamaması durumunda gözde katarakt hastalığın oluşmasıdır.
Bu örneklerde de görüldüğü gibi, proteinlerin kendilerine tahsis edilmiş görevleri yerine getirebilmeleri için en uygun moleküler yapıya sahip olmaları şarttır. Bunun içinse, proteinleri meydana getiren amino asit moleküllerinin de en uygun şekilde düzenlenmiş olması gereklidir. Amino asitlerin yapısında da tıpkı proteinlerde olduğu gibi ayrıntılı bir tasarım ve kusursuz bir işleyiş hakimdir.
Beynin ötesindeki bilinç
Bediüzzaman'ın İttihad-ı İslam ile ilgili sözleri -türkçeleştirilmiş-
1.
HAKİKATİN SESİ
27 Mart 1909
Hz. Muhammed (a.s)’ın yolu, şüphe ve hileden münezzeh olduğundan, şüphe ve hileyi ima eden gizlemekten de müstağnîdir. Hem de o derece büyük ve geniş ve her şeyi kuşatan bir gerçek, özellikle bu zaman ehline karşı hiçbir sebeple saklanmaz. Okyanus nasıl bir testide saklanacak! DEFALARCA SÖYLÜYORUM Kİ, İSLAM BİRLİĞİ GERÇEĞİNDE OLAN İTTİHAD-I MUHAMMEDÎNİN (A.S.M.), BİRLİK YÖNÜ ALLAH’IN BİRLİĞİNE İMAN VE ONDAN BAŞKA İLAH OLMADIĞINI TASDİK ETMEKTİR. AHD VE YEMİNİ DE ÎMANDIR. DAHİL OLANLARI, TÜM MÜ'MİNLERDİR. TÜZÜK METNİ, PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.)‘İN SÜNNETİDİR. YASASI, EMİRLERİ, KANUNLARI VE ŞERİATIN YASAKLADIĞI ŞEYLERDİR. BU BİRLİK; GELENEKTEN, ALIŞKANLIKTAN DEĞİL, İBÂDETTİR. GİZLENMEK, KORKMAK; İKİ YÜZLÜLÜKTENDİR. FARZDA GÖSTERİŞ, YOKTUR. BU ZAMANIN EN BÜYÜK FARZ VAZÎFESİ, İSLAM BİRLİĞİDİR. BİRLİĞİN HEDEF VE MAKSADI; O KADAR UZUN, KOLLARA AYRILMIŞ, HER ŞEYİ KUŞATAN, KARAR YERLERİNİ VE İSLAMIN İBADET YERLERİNİ BİRBİRİNE BAĞLAYAN NURANİ BİR SOYU HAREKETE GEÇİRMEKLE, ONUNLA BAĞLANMIŞ OLANLARI UYARMA VE YÜKSELME YOLUNA BİR İSTEK VE VİCDANİ EMİR İLE SEVK ETMEKTİR. BU BİRLİĞİN YOLU MUHABBETTİR. DÜŞMANLIĞIMIZ İSE, CEHALETE, İKİ YÜZLÜLÜĞE VE MÜNAFIKLIĞADIR. MÜSLÜMAN OLMAYANLAR EMİN OLSUNLAR Kİ, BU BİRLİĞİMİZ, BU ÜÇ VASFA KARŞI ÇIKMAKTIR. MÜSLÜMAN OLMAYANA KARŞI HAREKETİMİZ İKNÂDIR. ZİRA ONLARI MEDENÎ BİLİRİZ. VE İSLÂMİYETİ SEVGİLİ VE YÜCE GÖSTERMEKTİR. Zira onları insaflı zannediyoruz. Lâübaliler iyi bilsinler ki, dinsizlikle kendilerini hiçbir yabancıya sevdiremezler. Zira mesleksizliklerini göstermiş olurlar. Mesleksizlik, anarşilik sevilmez. Ve bu birliğe araştırarak dahil olanlar, onları (yani laubalileri) taklit edip çıkmazlar. İttihad-ı Muhammedî aleyhissalâtü vesselâm olan İslam Birliğinin fikirlerini, meslek ve gerçeğini halkın fikirlerine arz ederiz. Kimin bir itirazı varsa etsin, cevaba hazırız.
Farsça ibâre: Cihânın bütün arslanlarının bağlandığı bu zinciri hilekâr bir tilkinin koparmasına imkân var mıdır? (Hutbe-i Şamiye, Sâdâ-yı Hakikat, s. 94)
2.
...O ZATIN ÜÇÜNCÜ VAZİFESİ, İSLAM HALİFELİĞİNİ İSLAM BİRLİĞİNE BİNA EDEREK, DİNDAR HIRİSTİYANLARLA İTTİFAK EDİP İSLAM DİNİNE HİZMET ETMEKTİR. BU VAZİFE, PEK BÜYÜK BİR SALTANAT VE KUVVET ve milyonlar fedakârlarla uygulanabilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymetlidir. Fakat o ikinci, ÜÇÜNCÜ VAZİFELER PEK PARLAK VE ÇOK GENİŞ BİR DAİREDE VE ŞAŞAALI BİR TARZDA OLDUĞUNDAN, herkesin ve halkın gözünde daha ehemmiyetli görünüyorlar. İşte o has Nurcular ve bir kısmı evliya olan o kardeşlerimizin açıklamaya muhtaç fikirlerini ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve siyasetçileri telaşa verir ve vermiş; hücumlarına vesile olur. Çünkü, birinci vazifenin hakikatini ve kıymetini göremiyorlar; öteki yönlerine atılırlar. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 9)
3.
Aziz, sıddık kardeşlerim,
Ruh-u canımızla mübarek bayramınızı tebrik ediyoruz. İNŞAALLAH, İSLAM ALEMİNİN DE BÜYÜK BİR BAYRAMINA YETİŞİRSİNİZ. BİRLEŞİK İSLAM CUMHURİYETLERİNİN MUKADDES ANAYASASININ KAYNAĞI OLAN KUR'ÂN-I HAKÎM, GELECEĞE TAM HÂKİM OLUP İNSANLIĞA TAM BİR BAYRAMI GETİRECEĞİNE ÇOK DELİLLER VAR. ... (Emirdağ Lahikası, s. 315)
4.
BEŞİNCİ OLARAK: ŞİMDİ BU ZAMANDA EN BÜYÜK TEHLİKE OLAN İNANÇSIZLIK VE DİNSİZLİK VE ANARŞİLİK VE MADDECİLİĞE KARŞI YALNIZ VE YALNIZ TEK BİR ÇARE VAR. O DA KUR'ÂN'IN HAKİKATLERİNE SARILMAKTIR. YOKSA KOCA ÇİN'İ AZ BİR ZAMANDA KOMÜNİSTLİĞE ÇEVİREN BELÂ VE MUSÎBETLER, SİYASÎ, MADDÎ KUVVETLERLE SUSMAZ. YALNIZ ONU SUSTURAN KURAN’IN HAKİKATLERİDİR.
Rehber Risalesindeki Kadir gecesi meselesi, şimdi hem Amerika, hem Avrupa'da etkileri görülüyor. Onun için, şimdiki bu hükûmetimizin asıl kuvveti, kuran’ın gerçeklerine dayanmak ve hizmet etmektir. Bununla, yedek kuvveti olan üç yüz elli milyon islam kardeşliği ile islam birliği dairesinde kardeşleri kazanır. ESKİDEN HIRISTİYAN DEVLETLERİ BU İSLAM BİRLİĞİNE TARAFTAR DEĞİLDİLER. FAKAT ŞİMDİ KOMÜNİSTLİK VE ANARŞİSTLİK ÇIKTIĞI İÇİN, HEM AMERİKA, HEM AVRUPA DEVLETLERİ KUR'ÂN'A VE İSLAM BİRLİĞİNE TARAFTAR OLMAYA MECBURDURLAR... Kardeşiniz Said Nursî (Emirdağ Lâhikası, s. 297)
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri İttihad-ı İslam'ı detaylı anlatmıştır.