Allah'a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)
Atâ el-Horasân anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Musâfaha edin ki (el sıkışın ki), kalplerdeki kin gitsin, hediyeleşin ki birbirinize sevgi doğsun ve aradaki düşmanlık bitsin." (Muvatta, Hüsnü'l-Hulk 16, (2, 908))
Peygamberimiz (s.a.v.) ahir zamandaki olayları bildiriyor ve “Hz. Mehdi (a.s.) ile müjdelenin” diyor. Sürünerek de olsa Hz. Mehdi (a.s.)’ın yanına gidin diyor. “Peygamber (s.a.v.)’e uydum” diyorsun ama ahirette “hiç bir sözünü dinlemedim Peygamber (s.a.v.)’in” diyeceksin. Böyle bir din yok. Dinimizde, Müslümanlarla birlikte hareket edip İttihad-ı İslam’ı sağlamak var. İTTİHAD-I İSLAM EN BÜYÜK FARZDIR.
Bütün peygamberler Müslümandı.
İslam Birliği’nin insanlığa kazandıracağı güzellikler nelerdir?
Irkçılık pagan kültürün bir parçasıdır. Tarih boyunca İlahi dinlerde Allah’ın bildirdiği hükümler tarafından ortadan kaldırılmıştır ancak 18. ve 19. yüzyılda Avrupa’ya geri dönmüştür. Irkçılığın yeniden gelişmesindeki en büyük etken, tüm insanları Allah’ın eşit olarak yarattığını kabul eden Hristiyan inancının yerine, Darwinizm’in yerleştirilmesidir. Darwinizm, insanların sözde daha ilkel canlılardan evrimleştiğini, dahası bu hayali süreç içinde bazı ırkların diğerlerinden ileri gittiğini öne sürmekle, ırkçılığa bilimsel bir maske kazandırmaya çalışmaktadır.
Bu sapkın ideolojiye göre ırklar üç temel sınıfa ayrılır. Buna göre birinci sınıf ırklar “medeniyet üreten ırklar”dır ve Almanlar ve diğer Kuzeyli kavimler yani Avrupalılar bu gruba dahildir. İkinci sınıf ırklar “Medeniyeti izleyen ırklar” dır. Bunlar sözde medeniyeti ilerletme yetenekleri olmayan, fakat taklit edebilen Çinliler, Japonlar gibi evrimcilerin kendilerince “sıradan” olarak nitelendirdikleri ırklardır. Üçüncü sınıf ırklar ise sözde “medeniyeti tahrip eden”, Yahudiler, Slavlar, Zenciler gibi ırklardır. Bu batıl düşünce tarzının hala pek çok Avrupa ülkesinde yaygın olması, ırkçılık vahşetinin Avrupa’da yaşayan ve Avrupalı olmayan insanlara yönelmesinin asıl sebebidir. Aynı sapkın düşünce tarzı dünyanın pek çok ülkesinde renkleri, mezhepleri, dilleri ve dinleri farklı olan kişilere yönelmekte ve büyük çaplı katliamlara neden olmaktadır.
Allah'ın Ayrı Ayrı Diller, Irklar, Töreler Yaratması Dünyaya Sunduğu Bir Süs ve Güzelliktir
Allah sınırları birbirine çok yakın ülkelerde dahi farklı diller, her bir millete özgü davranış tarzları, konuşma üslupları ve töreler yaratmıştır. Mesela Almanların, Fransızların, İtalyanların, Türklerin ve Çinlilerin dilleri, konuşma tarzları, alışkanlıkları, gelenekleri ve yemekleri birbirinden farklıdır. Yüce Allah’ın farklı dilleri, renkleri, ırkları ve milletleri yaratması O’nun çeşitlilik sanatının bir tecellisidir. Allah bu çeşitliliği dünyada bir güzellik ve süs olması için yaratmıştır. Allah dileseydi bütün dilleri, milletleri ve insanların renklerini aynı yaratabilirdi. Fakat adetleri, yemekleri, kıyafetleri, mimarileri farklı kavimler var etmesi insanların birbirleriyle tanışıp kaynaşması için yarattığı bir nimettir. Allah bu gerçeği Kuran’da şöyle bildirmiştir:
“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır.” (Rum Suresi, 22)
Farklı ırkların varlığı, Allah’ın insanların genlerinde yarattığı zengin çeşitliliğin bir sonucudur. İlk insan olan Hz. Adem (a.s.) ve eşinin genetik yapılarındaki zengin bilginin az bir kısmı kendi dış görünümlerine yansımıştır. Ancak genlerindeki zengin çeşitlilik sonraki nesillere aktarılmıştır. İnsanlık tarihi içinde ortaya çıkan coğrafi izolasyonlar da çeşitli insan gruplarında belirli özelliklerin birikmesine uygun ortam oluşturmuştur. Bu süreç, uzun zaman içinde insan gruplarının kemik yapısı, ten rengi, boy, kafatası hacmi gibi özelliklerinin birbirinden farklılaşması sonucunu getirmiştir. Bu farklılaşma ile ırklar ortaya çıkmıştır.
İnsan ırklarındaki zengin çeşitlilik, Allah’ın insanı bir anda yoktan var ettiği gerçeğini destekler. Evrim teorisinin “ırkların varlığı evrimi kanıtlar” iddiası ve ırkların üstünlüğü gibi evrim teorisinin ürünü olan sapkın ideolojileri tamamen ortadan kaldırır ve Allah’ın varlığını ve üstün yaratma sanatını gösterir. Bir ayette şöyle buyrulur:
“O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.” (Haşr Suresi, 24)
Hz. Mehdi ile ilgili ayet yok diyenlere cevap: Allah, hangi ayetlerin Hz. Mehdi'ye baktığını Peygamberimiz (sav)'e bildirmiştir.
“AÇILIP AĞARDIĞI VAKİT GÜNDÜZE AND OLSUN” AYETİNDE GÜNDÜZDEN KASIT; HZ. MEHDİ ALEYHİSSELAM’DIR
Tefsirü’l-Kummî eserinden:
Ahmed b. İdris; Muhammed b. Abdülcabbar, İbn Ebû Umeyr, Hammad b. Osman aracılığıyla Muhammed b. Müslim’den rivayet eder:
Ebû Cafer [Muhammed Bakır aleyhisselâm]’a Allahu Teâlâ’nın “Kararıp ortalığı bürüdüğü zaman geceye and olsun!” “Açılıp ağardığı vakit gündüze and olsun!” ayetini okuyunca buyurdu ki:
“Gündüzden kasıt biz Ehli-beyt’ten olan el-Kâim Mehdi [aleyhisselâm]’dır. Zuhur ettiğinde deccaliyete galip gelecektir. [Allah] Kur’an’da insanlar için meseller vermiş ve nebisine onunla hitap etmiştir. Bizden başka kimse ondan haberdar değil.” (Meclisî, Bihârü’l-Envâr, Beyrut, 1404, c.24, s.71–72.)
Hz. Mehdi’nin zuhur zamanı ansızın gelecektir
Kenzu Câmii’l-Fevâidi ve Te’vîli’l-Âyâti’z-Zâhirati eserinden:
Muhammed b. Abbas; Ali b. Abdullah b. Esed, İbrahim b. Muhammed, İsmail b. Beşşâr, Ali b. Cafer Hadremî aracılığıyla Zürâre’den rivayet eder:
Ebû Cafer [Muhammed Bakır aleyhisselâm]’a izzet ve celal sahibi Allah’ın “Onlar kıyam(et) gününün kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar?” [Zuhruf Suresi, 66] ayetinin anlamını sordum.
Buyurdu ki:
“Kastedilen şey el-Kâim’in [Mehdi aleyhisselâm] zuhur zamanıdır ki onlara ansızın gelecektir.” (Meclisî, Bihârü’l-Envâr, Beyrut, 1404, c.24, s.124.)
Şura Suresi, 24. ayette geçen “hakkı sözleriyle gerçekleştirir” ifadesi Hz. Mehdi’ye bakmaktadır
“Yoksa onlar: "Allah'a karşı yalan düzüp-uydurdu"mu diyorlar? Oysa eğer Allah dilerse senin de kalbini mühürler. Allah, batılı yok edip-ortadan kaldırır ve Kendi kelimeleriyle hakkı hak olarak pekiştirir (gerçekleştirir). Çünkü O, sinelerin özünde olanı bilendir.” [Şura Suresi, 24]
Tefsirü’l-Kummî eserinden:
Babam; İbn Ebû Necrân aracılığıyla Muhammed b. Müslim’den rivayet etti:
Ebû Cafer [Muhammed Bakır aleyhisselâm] buyurdu ki:
Ayette geçen [Şura Suresi, 24] “Allah batılı yok eder” demek ortadan kaldırır demektir. “Hakkı sözleriyle gerçekleştirir” ile kastedilen ise Hz. Muhammed’in soyundan gelen el-Kâim [Mehdi aleyhisselâm]’dır.” (Meclisî, Bihârü’l-Envâr, Beyrut, 1404, c.24, s.176.)
Hac Suresi, 39 ayet ve Mehdi (as)
Babam; İbn Ebû Umeyr, İbn Muskân’dan naklen bana rivayet etti:
Ebû Abdullah [Cafer Sâdık aleyhisselâm] “Haksızlığa uğratılarak kendilerine mücadele eden kimselerin karşı koyup mücadele etmesine izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeğe elbette Kadir’dir.” ayetiyle [Hac Suresi, 39] ilgili şöyle buyurdu:
“Ayetteki yardım ve zaferden kasıt, el-Kâim [Mehdi aleyhisselâm]’dır.” (Meclisî, Bihârü’l-Envâr, Beyrut, 1404, c.24, s.224.)
Hz. Mehdi’nin zuhuru mutlak bir kaderdir
Muhammed b. Cumhur ve es-Sükûnî’den rivayet edilir:
Ebû Cafer [Muhammed Bakır aleyhisselâm] şöyle buyurdu:
“Mutlak bir kadere göre, ahir zamanda Süfyânî ve onun ashabı, yine Kelb kabilesinden otuz bin insan ortaya çıkmasıyla Yusuf’un yılları kadar yıl azap, iftira, rezillik ve insanların hayvan şekline girmesi gerçekleşecektir. Bu sırada el-Kâim [Mehdi aleyhisselâm] Mekke’de* zuhur edecek ve bu ümmetin Mehdî’si olacaktır.” *Mekke, şehir anlamındadır. Başka bir hadiste Peygamberimiz (sav)’e hangi şehir diye sorulduğunda “Konstantiniyye” cevabını vermiştir. (Meclisî, Bihârü’l-Envâr, Beyrut, 1404, c.24, s.373.)
Tevbe Suresi, 32. ayetteki vaat, Hz. Mehdi (as) zuhur edince gerçekleşecektir
"Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlayacaktır."
Hz. İmam Sadık (a.s) Tevbe suresindeki 32. ayetle ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
"Allah'a andolsun ki bu ayette zikredilen vaat henüz gerçekleşmiş değildir. Kaim (kıyam edecek olan Hz. Mehdi) zuhur edinceye kadar da bu gerçekleşmeyecektir. Kaim zuhur ettiğinde onun kıyam ve zuhurundan rahatsızlık duymayacak olan hiçbir kâfir ve müşrik kalmayacaktır." (Kemal-üd Din ve Tamam-un Nimet, c.2, s.670.)
Anne sütünde tümörleri önleyen bir protein: Hamlet Proteini
· Anne sütünde son yıllarda keşfedilen hamlet proteini, tümörlerin oluşumunu nasıl önler?
· Anne sütünün bebeğin ihtiyacına göre değişen özellikleri nelerdir?
Proteinler, temel biyoaktif moleküllerdir ve hücrenin içindeki işlemlerin yerine getirilmesi için gereklidirler. Bazı proteinler bireysel olarak veya diğer proteinlerle birlikte hareket ederler. Ancak bazılarının da protein olmayan kimyasal bileşenlerin yardımına ihtiyaçları vardır. Bu protein olmayan moleküller vitamin, mineral ya da metal iyonlar olabilirler. Vitaminler veya organik olmayan maddeler yardımcı proteinlerdir ve genel isimleri kofaktördür. Demir, magnezyum, kobalt, bakır, çinko, selenyum ise sıkça rastlanan iyonlardır ve yardımcı inorganik proteinlerdir. Bu proteinler yardımcıları ile bağlanırken aynı zamanda çok şaşırtıcı işler de yaparlar. Bunların en ilgi çekici olanlarından biri anne sütünde gerçekleşir.
Allah Anne Sütündeki Hamlet Adlı Proteini Mucizevi İşlemler Sonucunda Üretir
Anne sütü, bebeğin besin ihtiyaçlarını eksiksiz olarak gidermek ve bebeği olası enfeksiyonlara karşı korumak üzere Allah'ın yaratmış olduğu benzersiz bir karışımdır. Anne sütündeki besin maddelerinin dengesi en ideal ölçülerdedir ve bebeğin henüz olgunlaşmamış vücut sistemleri için en uygun formdadır. İçeriğindeki besin değerlerinin bebek için ideal ölçülerde olması nedeniyle bilim adamları tarafından "mucize karışım" olarak adlandırılan anne sütü, bebeğin beyin hücrelerinin büyümesini sağlayan ve sinir sistemi gelişimini hızlandıran besinler açısından da oldukça zengindir. Günümüzün en son teknolojisi ile hazırlanan bebek mamaları dahi bu mucizevi besinin yerini tutamamaktadır.Araştırmalar sonucunda, anne sütünün bebeğe olan faydalarına her geçen gün yenileri eklenmektedir.
Bilindiği gibi anne sütü birçok enzim, vitamin, nükleotid ve antikor içerir. Ancak son zamanlarda bilim adamları sütte yeni bir protein buldular.
Anne sütünün içinde ana protein olan alfa-laktalbumin adı verilen bu protein anne sütüne inek sütüne oranla daha üstün bir özellik kazandırır. Çünkü inek sütünde bu proteinin bir benzeri olan beta-laktalbum bebeğin vücudu için alerjik bir nitelik taşır.
Alfa-laktalbumin adı verilen protein normalde hamileliğin son zamanlarında ve süt verme döneminde üretilir. Bu protein sütün içindeki laktoz adı verilen şekerin sentezlenmesine yardımcı olur ve bebeğin rahat uyumasını ve stresinin azalmasını sağlar. Aynı zamanda bu protein bebeğin midesine girdiğinde özel bir yardımcı protein olan Oleik asit ile birleşir. Oleik asit, OMEGA 9 (zeytinyağının temel bileşeni) adı verilen ünlü bir yağ asididir. Kan basıncını düşürür ve beyni etkileyen ölümcül hastalıkların önlenmesini sağlar. Ancak alfa-lactalbumin ve oleik asit bir araya geldiklerinde bir mucize gerçekleşir ve “Hamlet” adı verilen, insandaki tümör hücrelerine karşı ölümcül olan bir alfa-laktalbumin proteinini üretirler.
Hamlet Çok Sayıda Tümör Hücresini Yok Eder
Yapılan çalışmalar sonucunda, hakkında yüzlerce makale yayınlanan anne sütünün son olarak da bebekleri kanserden koruduğu ispatlanmış, fakat bunun mekanizması henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Sadece bebeğin midesinde oluşan bu kompleks protein 40 farklı tipte tümör hücresini öldürür. Bu protein hücre duvarına saldırır, içeri girer ve tümör hücrelerini birleştirdikten sonra yarım saat içinde onların şeklini değiştirmeye başlar ve 6 saat içinde öldürür. Ancak bu proteinin ilgi çekici yanı sağlıklı hücreleri ayırt edebilmesidir. Bilim adamları bu proteinin tümör hücresini nasıl tanıdığını tam olarak anlayamamışlardır. Akıl ve şuuru olmayan hücrelerin sağlıklı hücrelerle tümör hücrelerini ayırt etmeleri elbette mümkün değildir. Bu hücreler Allah’ın ilhamı ile hareket ederek hücreleri ayırt etmektedir. Kuran'da Allah'ın tüm varlıklar üzerindeki hakimiyeti şöyle haber verilmiştir:
“Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)” (Hud Suresi, 56)
İlginç olan nokta bu proteini oluşturan alfa laktalbumin ve oleik asidin tek başlarına tümörü yok etme özelliklerinin olmamasıdır. Alfa laktalbumin ve yağ asidi anne sütünde doğal olarak bulunur. Fakat tümörü yok eden hamlet adlı proteine dönüşmesi için bebeğin midesinde bir bileşik haline gelmesi gerekir. Allah’ın hastalıktan önce tedavisini yaratması ve tüm bu molekülleri bebeğin içeceği sütün içine koyması elbette çok büyük bir mucizedir.
Anne sütündeki protein, yağ asidi ve bebeğin midesindeki enzimler aynı zamanda yaratılmadığında tümörleri yok edici özelliği ortadan kalkmaktadır. Kuşkusuz bu, Allah’ın kusursuz yaratma sanatının en güzel örneklerinden biridir. Bir ayette şöyle buyrulur:
“Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir.” (Yasin Suresi, 82)
Mucize kütüphane: DNA
Bediüzzaman Hazretleri, İttihad-ı İslam’ı Hz. Mehdi (as)'ın sağlayacağını söylüyor
Ümmetin beklediği, âhirzamanda gelecek zâtın üç vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymettarı (değerlisi) olan iman-ı tahkikîyi (sarsılmaz imanı) neşir (yaymak) ve ehl-i imanı (iman sahiplerini) dalâletten (hak yoldan, dinden sapmaktan) kurtarmak cihetiyle (sebebiyle), o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitemâmihâ Risale-i Nur'da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı âzam ve Osman-ı Hâlidî gibi zatlar, bu nokta içindir ki, o gelecek zatın makamını Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsinde keşfen (gizli birşeyin Allah tarafından birisine ilhâm edilmesi yoluyla bilinmesiyle) görmüşler gibi işaret etmişler. Bazan da o şahs-ı mânevîyi bir hâdimine (hizmetkarına) vermişler, o hâdime (hizmetkara) mültefitane (iltifat ederek) bakmışlar. Bu hakikatten anlaşılıyor ki, sonra gelecek o mübarek zat, Risale-i Nur'u bir programı olarak neşir (yayacak) ve tatbik edecek (yerine getirecek).
O zatın ikinci vazifesi, şeriatı (İslam dinini) icra ve tatbik etmektedir (yerine getirmektedir). Birinci vazife, maddî kuvvetle değil, belki kuvvetli itikad (inanç) ve ihlâs ve sadakatle olduğu halde, bu ikinci vazife gayet büyük maddî bir kuvvet ve hakimiyet lâzım ki, o ikinci vazife tatbik edilebilsin.
O ZATIN ÜÇÜNCÜ VAZİFESİ, HİLÂFET-İ İSLÂMİYEYİ (İSLAM HALİFELİĞİNİ) İTTİHAD-I İSLÂMA (İSLAM BİRLİĞİNE) BİNA EDEREK, İSEVÎ RUHANÎLERİYLE (HIRİSTİYANLARLA) İTTİFAK EDİP DİN-İ İSLÂMA (İSLAM DİNİNE) HİZMET ETMEKTİR . Bu vazife, pek büyük bir saltanat ve kuvvet ve milyonlar fedakârlarla tatbik edilebilir. Birinci vazife, o iki vazifeden üç-dört derece daha ziyade kıymettardır. Fakat o ikinci, üçüncü vazifeler pek parlak ve çok geniş bir dairede ve şaşaalı bir tarzda olduğundan, umumun (herkesin) ve avâmın (halkın) nazarında daha ehemmiyetli görünüyorlar. İşte o has Nurcular ve bir kısmı evliya olan o kardeşlerimizin tâbire ve tevile (açıklamaya) muhtaç fikirlerini ortaya atmak, ehl-i dünyayı ve ehl-i siyaseti telâşe verir ve vermiş; hücumlarına vesile olur. Çünkü, birinci vazifenin hakikatini ve kıymetini göremiyorlar; öteki cihetlere hamlederler (atılırlar). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 9)
Müminlerin ittifak etmesiyle ilgili ayetler.