Mü'min olanlar, ancak o kimselerdir ki, onlar, Allah'a ve Resûlü’ne iman ettiler, sonra hiç bir kuşkuya kapılmadan Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cehd ettiler (çaba harcadılar). İşte onlar, sadık (doğru) olanların ta kendileridir. (Hucurat Suresi, 15)
“Hiçbiriniz: Ben insanlarla beraberim. İnsanlar iyilik yaparsa ben de yaparım, kötü davranırsa ben de kötü davranırım diyen şahsiyetsiz kimselerden olmasın! Aksine insanlar iyilik yaparlarsa iyilik yapmak, kötü davranırlarsa, haksızlık etmemek için nefsinizi terbiye edin.” (Tırmizi, Rudani, Büyük Hadis Külliyatı Cemul-fevaid, cilt 5, No: 9692, İz Yayıncılık, İstanbul, s.323)
Allah diyor ki ayette; şeytandan Allah'a sığınırım, “Dünyada sizin, ahirette yalnızca sizindir” (Araf Suresi, 32). “Dünyada da sizindir” diyor Allah ama kafirler de istifade ederler diyor ama “ahirette yalnızca sizindir” diyor. Onun için MÜSLÜMANLARIN NİMETTEN UZAK DURMASI OLMAZ. (A9 TV; 23 Mayıs 2012)
Hz. Yusuf (as)'ın saraydaki imtihanın sırları
Müminlerin Güzel Ahlakı: Merhameti Birbirlerine Tavsiye Edenlerden Olmak
Sonra iman edenlerden, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olmak.İşte bunlar, sağ yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meymene).(Beled Suresi, 17-18)
Yüce Allah'ın, ahiret günü kurtuluşa erenlerden olmaları, rahmetine ve cennetine kavuşabilmeleri için kullarına bildirdiği hükümlerden biri “merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden” olmaktır. Merhamet aynı zamanda toplum içindeki huzurun ve mutluluğun da kaynağıdır. Bu nedenle bir toplumun rahat, huzurlu ve mutlu bir hayat sürebilmesinin tek yolu, Kuran'da haber verilen gerçek merhamet anlayışının o toplumun insanları tarafından yaşanmasıdır.
Merhamet, sonsuz rahmet sahibi Allah'ın Kuran'da bildirdiği üstün mümin vasıflarından bir tanesidir. Hayatlarını Allah'ın rızasını kazanmaya adayan kişiler, Allah'ın bu hükmünü tam anlamıyla yerine getirmeye çalışmalıdırlar.
Kuran'da bildirilen merhamet anlayışının temelinde Yüce Rabbimiz'e duyulan coşkulu Allah sevgisi ve samimi iman yatar. Allah'ın izni dışında hiçbir olayın gerçekleşmeyeceğini bilmek ve O'nun insanlara bağışladıklarına ne kadar muhtaç olduğumuzun farkında olmak, bu kavrayıştan kaynaklanan bir tevazuya sahip olmayı beraberinde getirir. İşte müminlerin merhamet anlayışının temelinde bu özellikler vardır.
Tevazu Sahibi Olmak Neden Önemlidir?
Tevazu, iman edenlerin, Allah'ın tüm yarattıklarına karşı şefkatli ve merhametli bir ahlak göstermelerini sağlar. Tevazu sahibi olmayan bir insan, gerçek anlamda merhametli de olamaz. Çünkü bu kişi yalnızca kendisini düşünür, kendisini sever ve kendi çıkarları, kendi nefsinin istekleri herkesten önce gelir. Bu nedenle, başkalarının ihtiyaçlarını, eksiklerini hiç umursamaz. Bunun doğal bir sonucu olarak da kimseye karşı şefkat ve merhamet hisleri besleyemez. Tevazu sahibi üstün ahlaklı bir mümin ise Allah'ın beğeneceği güzel ahlakı gösterir; fedakar, insaniyetli, şefkatli, merhametli, müminlere karşı ilgili, düşkün ve hoşgörülü bir tavrı benimser. İşte bu güzel ahlak özelliklerine sahip olan iman edenler, insanlara karşı şefkatli ve merhametlidirler.
Allah, Kuran ahlakına uydukları için mümin kullarının üzerinde Rauf (pek esirgeyen, çok acıyan) ve Rahman (Merhamet eden, ezelde bütün yaratılmışlar hakkında hayır, rahmet ve irade buyuran) isimlerini tecelli ettirir. Çünkü Allah merhametlilerin en merhametlisi, sonsuz şefkat sahibi olandır. Rabbimiz'in bu özellikleri bize Kuran'da şöyle haber verilir:
"... Çünkü O, onlara (karşı) çok şefkatlidir, çok esirgeyicidir." (Tevbe Suresi, 117)
"... O merhametlilerin (en) merhametlisidir." (Yusuf Suresi, 92)
Kötülüğe iyilikle karşılık vermek, inananların merhamet anlayışlarının da bir gereğidir. Merhamet sahibi müminler, karşı tarafın Allah'ın beğenmeyeceği kötü bir tavır içerisinde olduğunu gördükleri zaman, ona hoşgörülü ve tevazulu bir biçimde yaklaşırlar. Kötü davranışların bu davranışları yapan kişiyi dünyada ve ahirette Allah'ın rahmetinden uzaklaştırabileceğini bilirler. Bu nedenle de, gaflete düşen kişiyi hatasından çevirmek, ona güzel örnek olmak için üstün bir ahlak sergilerler.
Daima güzellikle karşılık vermenin cennet ehlinin ahlak özelliği olduğu ise, Kuran'da şöyle haber verilmiştir:
“Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.” (Yunus Suresi, 26)
Gen Aldatmacası
Evrimci medya yoluyla insanlara telkin edilen materyalist varsayımlardan biri, insan davranışlarının sadece genetik faktörlerin etkisiyle belirlendiği iddiasıdır. Bu iddianın savunucuları, insanın göz rengi gibi yapısal özelliklerinin yanı sıra, davranışlarının da genler tarafından belirlendiğini varsaymaktadırlar. Süregelen genetik çalışmaların medyada devamlı olarak bu bakış açısından yorumlanması, laboratuvar gerçeklerine aykırı, hurafe türünden birtakım düşüncelerin toplum tarafından bilimsel bilgi olduğu izlenimine yol açmıştır. Böylece "bizi insan yapan şey genlerimizle sınırlıdır" şeklinde özetlenebilecek olan "gen aldatmacası" doğmuştur.
Genler ve davranışlar arasında bağlantı iddiaları geçersizdir
Gen aldatmacası, topluma sahnelenen yüzü ile perde arkasındaki gerçek karakteri açısından önemli bir tezat ortaya koymaktadır. Gazetelerini okuyan ve TV haberlerini izleyen insanlara, 'alkolizm geni', 'şizofreni geni', 'homoseksüellik geni' gibi hayali kavramların, bilimsel deneylerle ispatlanmış gerçekleri yansıttığı telkin edilir. Oysa bunlar, deneysel kanıtlarla doğrulanmış gerçekler olmaktan tamamen uzaktırlar. Bu iddiaların bilim dünyasında hiçbir kalıcılıkları bulunmamaktadır; ömürleri saman alevi gibidir. Bunları reklam amacıyla abartan gazetelerin manşetlerinde parladıktan kısa bir süre sonra söner giderler.
Evrimci bilim dergisi Science'da bu konuyla ilgili olarak yayınlanan Genler ve Davranış başlıklı makalede şunlar ifade edilmektedir:
"Bilim adamları belli genlerin veya kromozom bölgelerinin davranış özellikleriyle bağlantılı olduğunu tekrar tekrar iddia ettiler ama elde ettikleri bulgulara [başka çalışmalarda] yeniden ulaşılamaması üzerine bunları geri çekmek durumunda kaldılar... Bu iddiaların hepsi büyük coşkuyla ilan edildi; hepsi popüler medyada sorgusuz sualsiz selamlandı ama hepsi artık itibardan düşmüş durumda." (Stephen Jay Gould, “The Return of Hopeful Monsters”, Natural History, cilt 86, Temmuz-Ağustos 1977, s. 28)
Genlerin insanı insan yapan bir niteliği yoktur
İnsanı insan yapan özelliği, üstün bir akıl sahibi olmasıdır. Genlerin ise bu özelliği meydana getirici hiçbir gücü bulunmamaktadır. Genler; DNA'da bulunan ve adenin, guanin, sitozin ve timin gibi moleküllerden meydana gelen zincirlerdir. Bu moleküller, düşünemeyen, hissedemeyen varlıklardır. İnsan aklının bu genlerden kaynaklandığı inancı tamamen akıl dışıdır ve hiçbir bilimsel dayanağa sahip değildir. Nature dergisinde yayınlanmış olan bir kitap tanıtımında konuyla ilgili olarak şu ifadelere yer verilmiştir:
"... Genlerin nasıl akıl ürettiğini açıklayabilir miyiz? . Bu kitaba göre genler beyni inşa ediyor. Ve bu beyinler esnek olmak ve öğrenmek için tasarlanmışlar. Ancak genlerden sıçrayarak akla gelmek dolaylı bir açıklama. Bu soru şu anda cevaplanamamakta ve bu cevabın nereden geleceği de tam olarak belli değil".(Charles Darwin, The Origin of Species: A Facsimile of the First Edition, Harvard University Press, 1964, s. 177.)
Gen aldatmacası ile ilgili bir çelişki de insanın gen sayısında ortaya çıkmaktadır. "İnsan Genomu Projesi"nde tespit edildiği kadarıyla, insanların sadece 30.000 kadar geni bulunmaktadır ve bu sayı solucandaki gen sayısının ancak üçte birine denk gelmektedir. Eğer tüm insan özellikleri birer genden ortaya çıkıyorsa o zaman insanla solucan arasındaki ansiklopedileri dolduracak kadar fazla farklılık, bu kadar az sayıda genle nasıl açıklanabilir? Elbette açıklanamaz. Celera Genomics'in yöneticisi ve ünlü genetikçi Craig Venter da 'Genler bizi biz yapan şeylerin tümünü açıklamaz" diyerek bu gerçeği kabul eder.( Warren Weaver, “Genetic Effects of Atomic Radiation”, Science, cilt 123, 29 Haziran 1956, s. 1159)
Davranış ve genler arasında bağlantı kuran çalışmalar bilimsel olarak güvenilmezdir
İnsan davranışları, moleküler olayların sonucu değildir. İnsanın kişiliği, madde üstü bir kavramdır. İnsanın davranışlarının kaynağı, Allah'ın kendisine kazandırdığı vicdan ve nefistir.
Genler ve davranışlar arasında bağlantı iddiaları, bilim adamlarının, topladıkları verileri kendi ön yargıları doğrultusunda "derleyip düzenleyerek" intiba oluşturma çabalarından ibarettir.
Ayrıca insan davranışları son derece komplekstir ve bunların en gelişmiş psikolojik testlerle dahi ölçülmesi neredeyse imkansızdır. New Scientist dergisinde Karen Schimidt imzasıyla yayınlanan makalede bu konuyla ilgili olarak şunlar yazmaktadır:
"Davranış, göz rengi gibi kalıtsal özelliklerin aksine, bilimsel olarak tanımlanması ve ölçülmesi zor bir şeydir. Birçok davranışsal özellik birbirinden az derecelerle çeşitlilik gösterir -insanlar çok utangaç, çok sosyal olabilir, ama aynı zamanda bunun ikisi arasında bir yerde de olabilir. Ve bu çeşitliliklerin en gelişmiş psikolojik testlerle dahi ölçülmesi neredeyse imkansızdır".(Gordon R. Taylor, The Great Evolution Mystery, New York, Harper & Row, 1983, s. 48.)
Moleküllerin insan davranışlarını meydana getirdiğine inanmak, insanların eski çağlarda mutluluk, bereket vs. için taştan tahtadan oyma putlar önünde eğilip kalkmasından farksızdır. İnsanın kişiliği, madde üstü bir kavramdır. Ve davranışlarının kaynağı, Allah'ın kendisine kazandırdığı vicdan ve nefsidir. Vicdanına göre hareket eden kişi doğru yoldadır. Nefsine uyarak kontrolsüzce davranan ise, her türlü sapkınlığı yapmaya açıktır. İnsanın kötülüklerden uzaklaşması ancak, Allah'a samimi yakınlığı ile mümkün olabilir. Genlerinin bir kişiyi "kötü bir insan" yapması mümkün değildir. İnsanı kötü ve zararlı yapan, yalnızca o kişinin kendi kararı ve isteğidir.
Yüce Allah Şems Suresi'ndeki ayetlerde şöyle buyurmaktadır:
Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene', Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun). Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (Şems Suresi, 7-10)
Kehf Suresi'nde Sırlar Ve Ahir Zamana Dair İşaretler Bulunmaktadır
Hz. Muhammed (S.A.V)'in Müslümanlara Kehf Suresi'ni mutlaka okumalarını tavsiye etmesinin hikmetlerinden biri, Kehf Suresi'nin ahir zamana bakan çok önemli işaretler taşımasıdır. Kehf Suresi'nde, ahir zamanda çıkacak olan Deccal'den ve onun yeryüzüne yaymak istediği dinsizlik akımlarından korunmak ve insanlığa bela getirecek olan bu fitneye karşı mücadele edebilmek için gerekli işaretler, ayrıca Müslümanların istifade edebileceği dersler bulunmaktadır. Peygamberimiz (sav)'in ahir zamanda bu sureyi dikkatle okumayı ve ezberde tutmayı tavsiye etmesi, bu duruma açık bir işarettir. Ayrıca Ashab-ı Kehf'in inkarcı kavmi içinde yaşadıkları, ardından Hz. Musa'nın Allah'ın rahmet verdiği bir kişiden öğrendiği derin ilim ve bunun da ardından Hz. Zülkarneyn'in tüm dünyaya hakimiyet kurarak İslam ahlakını yayması üzerinde düşünülmesi gereken konulardır.
Dikkatle okuyanlar göreceklerdir ki, bu surede kıyamete yakın bir dönem olan ahir zamana, ahir zamanda yaygınlık kazanacak olan inkarcı sistemlerin uygulamalarına ve Allah'ın bu batıl sistemleri, hakkı göndererek darmadağın etmesine yönelik çok önemli işaretler bulunmaktadır.
Söz ettiğimiz bu dönem Allah'ın izniyle çok yakındır ve insanların bu konu üzerinde derin derin düşünmeleri çok daha büyük bir ehemmiyet kazanmıştır. Bu nedenle tüm Müslümanların Kehf Suresi üzerinde dikkatle düşünmeleri, her bir ayeti diğer Kuran ayetleri doğrultusunda incelemeleri ve akılda tutmaları son derece önemlidir.
Zürafa ve dolaşım sistemi
Türk Milleti olarak büyümeyi ve Türk İslam birliğini istemekle mükellefiz
İçinde bulunduğumuz ahir zamanda, Hz. İsa (a.s.) ve Hz. Mehdi (a.s.)’ın gelişi ile barış, sevgi, şefkat, güvenlik ve huzurun hakim olacağı yeni bir dünya düzeni kurulacaktır. Türkiye’nin bu dünya düzeni içindeki yerini, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hadislerinde müjdelemiştir. Hadislere göre ülkemiz bu yüzyılda Mehdiyetin özel inayeti (koruması) altına girmiştir. Çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hz. Mehdi (a.s.)’ın Türkiye’den çıkacağını ve fikri mücadelesinin sonuna kadar da buradan ayrılmayacağını müjdelemiştir:
MEHDÎ (a.s.) RUM’DAN, TÜRKLERDEN (çünkü, eskiden Türkiye’ye diyar-ı Rum deniliyordu.) AYRILMAYACAKTIR. (İş’afü’r-Rağıbîn’den naklen Tılsımlar Mecmuası, Bediüzzaman Said Nursi, s. 212).
Hadiste belirtildiği gibi Hz. Mehdi (a.s.)’ın Türkiye’den çıkacak olması ülkemizin gerek devlet, gerekse toplum olarak geçmişte olduğu gibi bugün de, önemli bir misyonu benimseyeceğine ve bu misyona uygun bir milli strateji geliştireceğine işaret etmektedir. (Doğrusunu Allah bilir)
Türkiye’nin Yaşayacağı Büyüme Dünyadaki Her Ülkenin Faydasına Olacaktır
ALLAH O’NUN (Hz. Mehdi (a.s.)’ın ELİ İLE KONSTANTİNİYYE’Yİ FETHEDECEKTİR. (Naim b. Hammad, Cafer’den tahric etti.)
Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki: (MEHDİ (A.S.)’IN) ZAMANINDA UYKUDA OLAN UYANDIRILMAZ VE BİR DAMLA KAN BİLE AKITILMAZ. (Kitab-ül Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, sf. 11).
Hadislerde ve İslam alimlerinin eserlerinde, dikkati çeken bir diğer gerçek de Hz. Mehdi (a.s.)’ın ilmi mücadelesi sırasında hiçbir karmaşa ve huzursuzluk çıkarılmayacağı ve kan akıtılmayacağıdır. Hiçbir ülkeye maddi ve manevi anlamda zarar verilmeyecek ve Türk İslam Birliği’ni kan akıtmadan kuracaktır. Ülkemiz Hz. Mehdi (a.s.) vesilesiyle İslam’ın içine sokulan hurafeleri, yanlış gelenekleri tüm İslam aleminden fikren temizlerken, Hz. Mehdi (a.s.)’ın (Allah’ı tenzih ederiz) Allah’ı inkar eden düşünce sistemlerine (materyalizm, Darwinizm, ateizm gibi) karşı etkili bir fikri mücadele yürüteceği yer de yine Türkiye olacaktır.
Türkiye Allah’ın inayeti altındaki Hz. İsa (a.s.) ile Hz. Mehdi (a.s.)’ın vesilesiyle insanlığın uzun süredir aramakta olduğu huzur ve barış ortamını dünya üzerinde tesis edecek, İslam ahlakını tüm dünyaya tanıtacak ve İslam dünyasına önderlik edecektir. Nitekim Hz. Mehdi (a.s.)’ın Türkiye’den çıkacak olmasının müjdesi başta Balkanlar olmak üzere, Ortadoğu, Kafkaslar ve Orta Asya ülkelerinin son yıllardaki Türkiye’ye yönelik beklentilerini daha da arttırmıştır.
İttihad-ı İslam çatısı altında Kürt kardeşlerimiz çok büyük bir hürriyet ve konfor içinde yaşayacaklardır.