SADDAM’IN BÖLGEDEKİ “TAŞERON” MİSYONU
Tüm dünya kamuoyunu aylarca meşgul eden Irak-ABD Savaşı tüm dengeleri de alt üst etti. NATO ve BM tüm fonksiyonlarını yitirirken dünyanın en ünlü stratejistleri Saddam’ın heykeli bağdat sokaklarında sürüklenirken şu yorumu yaptılar: “Artık dünyada hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”…
Saddam'ın ordularının yenilgisi üzerine ayaklanan muhalifler, yalnızca ülkenin kuzeyindeki Kürtleri değil, aynı zamanda güneyindeki Şiiler'i de içeriyordu. Bağdat yönetimi, bu iki cephede birden fiili çatışma halindeydi. Dolayısıyla, Kürttler'e verilecek büyük bir Amerikan desteği, ister istemez Şiiler'i de başarıya götürecekti. Şii demek aynı zamanda "İran ekisi" demek olduğu için de, ABD Saddam'ın ayaklanmaları bastırmasını bekledi. Kısacası, Körfez Savaşı'nın ardından hemen bir Kürt devleti kurulmamasının nedeni, "İran etkisi" korkusuydu.
Peki ABD'yi bu "İran etkisi"ne karşı bu kadar hassas davranmaya yönelten etken neydi?
Yine aynı adres: İsrail. İran'ı kendisine yönelik en büyük tehdit olarak gören Yahudi devleti, Kürt devleti projesini bu tehdidi göz önünde bulundurarak gerçekleştirmemeye ve gerekirse bu projeyi bekletmeye hazırdı. Oded Yinon'un 1982 tarihli raporu Irak'ın kuzey, orta ve güney olarak üçe bölüneceğini öngörmüştü, ama Tahran'daki rejim nedeniyle çoktan bu bölünmenin güney kısmından vazgeçilmiş, kuzeydeki kısım ise ancak bu rejime avantaj sağlamadığı sürece desteklenir hale gelmişti.
Turan Yavuz, ABD'nin Körfez Savaşı sonrasındaki politikasında İsrail'in söz konusu yaklaşımının etkisini şöyle anlatıyor:
“1960'lardan bu yana Irak'taki muhalefet ile gizli temaslarını sürdüren, hatta Molla Mustafa Barzani ve yetkililerini neredeyse maaşa bağlayan İsrail, Körfez Savaşı sonrası Irak'a yönelik yeni bir tedirginlik içine girmişti... Şimdi tedirginlik, ayaklanmaların başarıya ulaşması konusunda idi. Kuzey'de Kürt ayaklanmasının başarıya ulaşması, Güney'de Şii ayaklanmasının da başarıya ulaşması anlamına geliyordu. Güney'de Şiilerin kontrolü ele geçirmeleri ve İslami hareketin yayılması, İsrail için Saddam'ın Scud füzelerinden daha tehlikeli bir gelişme idi. Bu yüzden İsrail tarafından Washington'a yönlendirilen mesaj trafiği de Washington'ın ayaklanmaları desteklememesi ve Irak'ın toprak bütünlüğünün parçalanmasına izin verilmemesi şeklindeydi.” (Turan Yavuz, ABD'nin Kürt Kartı, 165-166)
NE SADDAM BULUNDU NE KİMYASAL SİLAH…
Ve doğal olarak bu yaklaşım, Saddam'ı da Bağdat'ın vazgeçilmez hakimi olarak tescil ediyordu. Kısacası Saddam, 1980'li yıllardaki misyonunu, yani İran'a karşı "taşeron" işlevini korumaya devam edecekti. Kürt devleti ise, bu stratejik yaklaşım içinde, yani bir İran etkisine izin vermeden ve hatta İran etkisine karşı bir rol ifa edecek şekilde büyütülecekti.
Newsweek Eylül 1992'de "A Dangerous Game in the Gulf: If Iraq is Dismembered, Who Will Stand up to Iran" (Körfez'de Tehlikeli Oyun: Irak Parçalanırsa, İran'a Karşı Kim Duracak?) başlıklı haberinde bu konuyu vurgulamış ve İsrail lobisinin önemli ismi Martin Indyk'in "Irak parçalandığında güneyinin İran'ın kontrolüne geçmesinden endişeliyiz" şeklinde özetlenebilecek açıklamalarını aktarmıştı.
Kısacası 1991'deki Körfez Savaşı İsrail'in Ortadoğu hesaplarına uygun olarak gelişti ve sonuçlandı. 2003'teki Irak Savaşı da yine İsrail'in Ortadoğu hesaplarına uygun olarak planlandı ve yine aynı senaryoya uygun şekilde sonuçlandı. Ne Saddam Hüseyin yakalanabildi ne de dumanı tüten tek bir kimyasal silah. Tüm dünya kamuoyunu aylarca meşgul eden Irak-ABD Savaşı tüm dengeleri de alt üst etti. NATO ve BM tüm fonksiyonlarını yitirirken dünyanın en ünlü stratejistleri Saddam’ın heykeli bağdat sokaklarında sürüklenirken şu yorumu yaptılar: