1- Sevgili Üstad Yahya; röportajımıza katıldığınız için size tekrar teşekkür ederim. Soracağım ilk soru, sizin Darwinizmi reddetmeniz ardındaki bilimsel gerekçenizle ilgili. Çeşitli defalar söz ettiğiniz gibi, Darwinizm tüm dünyayı sarmış, yaygın bir teori. Darwinizmin aldatmaca olduğunu gösterecek en kesin ve güçlü nedenleri lütfen bize anlatır mısınız.
ADNAN OKTAR: Darwinizm'in iki büyük açmazı, fosil kayıtları ve ilk canlı hücrenin nasıl ortaya çıktığını açıklayamamasıdır. Darwin'in kendisi de, fosil kayıtlarının teorisini geçersiz kıldığını biliyordu. Türlerin Kökeni kitabında, fosil kayıtlarının evrimle açıklanmasının imkansız olduğunu şöyle itiraf ediyordu:
"Eğer gerçekten türler öbür türlerden yavaş gelişmelerle türemişse, neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz? Neden bütün doğa bir karmaşa halinde değil de, tam olarak tanımlanmış ve yerli yerinde? Sayısız ara geçiş formu olmalı, fakat niçin yeryüzünün sayılamayacak kadar çok katmanında gömülü olarak bulamıyoruz... Niçin her jeolojik yapı ve her tabaka böyle bağlantılarla dolu değil? Jeoloji iyi derecelendirilmiş bir süreç ortaya çıkarmamaktadır ve belki de bu, benim teorime karşı ileri sürülecek en büyük itiraz olacaktır." (Charles Darwin, The Origin of Species, ss. 172-280)
Darwin, "Neden sayısız ara geçiş formuna rastlamıyoruz?" diye yaklaşık 150 yıl önce soruyor, bugün de halen Darwinistler aynı soruya cevap arıyorlar. Halbuki bu sorunun cevabı çok kolay, bugüne kadar bir tane bile arageçiş formu bulunamamıştır, çünkü böyle bir form yoktur. Elde edilmiş 100 milyondan fazla fosil vardır ve bu fosiller arasında bir tane dahi canlıların aşama aşama birbirlerinden türediklerini, yani evrim geçirdiklerini gösteren bir fosil yoktur. Fosil kayıtlarının tamamı canlıların bir anda orataya çıktıklarını, yani yaratıldıklarını ve on milyonlarca (hatta bazılarında 100 milyonlarca yıl) boyunca hiç değişmediklerini, yani evrim geçirmediklerini ispatlamaktadır. Darwinistler özenle bu gerçeği insanlardan saklamaya çalışıyorlardı, dikkat ederseniz dünyanın ünlü müzelerinde, üniversitelerde fosillerden hiç bahsedilmez, fosiller hiç sergilenmez. Ünlü müzelerin çoğunda sadece soyu tükenmiş bazı canlıların, dinozorların vs. fosilleri yer alır, ancak 200 milyon yıllık bir örümcek fosili, 300 milyon yıllık eğrelti otu fosili, 100 milyon yıllık bir balığın fosili asla sergilenmez. Ama Allah'ın izniyle, biz Darwinistlerin bu oyununu alt üst ettik. Yaratılış Atlası isimli kitabımda yüzlerce fosil örneğinin resimlerini, canlı örneklerinin resimleriyle birarada yayınladık. Darwinistler müthiş paniğe kapıldılar, çünkü fosiller Darwinizm'e öldürücü bir darbe indiriyorlar.
Darwinistlerin bir başka önemli çıkmazı da, ilk canlı hücrenin nasıl oluştuğunu açıklayamamalarıdır. Çamurlu bir su birkintisinin içinde, yıldırımların, fırtınaların da etkisiyle kendi kendine ilk canlı hücrenin oluştuğunu söylüyorlar. Peki böyle bir şey nasıl olabilir dediğinizde, mucizevi bir şekilde oldu diyorlar. Sonra bu şuursuz hücre nasıl oldu da insanları, bitkileri, hayvanları oluşturdu diye sorduğunuzda da, yine mucize oldu deyip geçiyorlar. Onların tesadüf isimli sahte bir ilahları var, böyle akıl almaz işler yapabiliyor. Çamurun içinden, çilekler, kirazlar, portakallar, kaplanlar, tavşanlar, kediler, daha da önemlisi senfoniler besteleyen, şehirler inşa eden, atomu inceleyen, uzaya giden insanlar çıkardığına inanıyorlar. Böyle bir hikayeyi ilkokul çağındaki çocuğa anlatsanız güler geçer, ama profesör olmuş, akademisyen olmuş insanlar ciddi ciddi bu hikayeleri anlatabiliyorlar. Bu da işte Darwinizm'in adeta bir büyü gibi insanları sarıp kuşattığının önemli bir göstergesi. Ama artık inşaAllah bu büyü bozuldu, insanlar gerçekleri görmeye başladı. Çok yakında Darwinizm tam anlamıyla tarihin tozlu raflarına kaldırılacak, insanlar geçmişe bakıp böyle bir hikayeye nasıl kandıklarını hayretle ve ibretle anacaklar inşaAllah.
2- Darwinizmin önemli bir bölümü “doğal seleksiyon” kavramına dayanıyor. Bu da avantajlı özelliklerin kalıtımla üstünlük sağlayarak, birbiri ardınca gelen nesillerde üreme yoluyla yaygınlaşması. Bunu reddetmenizin geçerli nedenleri nelerdir?
ADNAN OKTAR: Darwinizmin en önemli taktiklerinden biri, karmaşık bir anlatım kullanarak, anlattıklarını Latince anlaşılmaz kelimelerle süsleyerek, açıklayamadıkları konuları geçiştirerek kısaca laf kalabalığı yaparak hiç olmayacak şeyleri olur gibi göstertmeye çalışmaktır. Darwinistler öncelikle canlılığın ilk nasıl ortaya çıktığını açıklamak zorundalar. İlk hücrenin nasıl meydana geldiğini açıklamaktan aciz bir teorinin, canlı türlerinin nasıl oluştuğuyla ilgili yaptığı spekülasyonların hiçbir manası yoktur. Ayrıca doğal seleksiyonun yeni bir canlı türü meydana getirmek gibi bir özelliği yoktur, bu teknik ve açık bir gerçektir. Doğada güçlü olan canlıların hayatta kaldıkları, güçsüzlerin ise çoğu zaman öldükleri bilinen bir gerçektir. Evrimciler bu olayı evrim delili gibi sunmaya çalışmaktadır. Oysa güçsüz bir canlının güçlüye yem olmasının evrimle hiçbir ilgisi yoktur. Soğuğa dayanıklı olan kalır, olmayan ölür, hızlı olan kaçar kurtulur, çelimsiz ve yavaş olan geride kalarak av olur. Bu orijinal ve şaşılacak birşey değildir. Bir aslandan kaçan ceylan sürüsü içinde, en hızlı koşan ve en atak olan ceylanların bu aslanın saldırısından kurtulacağı doğrudur, ama saldırıdan kurtulan bu ceylan bir zürafaya ya da bir başka canlıya dönüşmeyecektir. Doğal seleksiyon bir canlıya genetik yapısında olmayan yeni özellik ekleyemez, bir canlıyı başka bir canlıya dönüştüremez, yani Darwinistlerin iddia ettiği doğal seleksiyonun evrimleştirici bir gücü yoktur. Nitekim doğal seleksiyonun canlıları evrimleştirdiğine dair tek bir gözlemlenmiş delil yoktur. Ünlü bir evrimci olan İngiliz paleontolog Colin Patterson, bu gerçeği şöyle itiraf eder:
"Hiç kimse doğal seleksiyon mekanizmalarıyla yeni bir tür üretememiştir. Hiç kimse böyle bir şeyin yakınına bile yaklaşamamıştır. Bugün neo-Darwinizmin en çok tartışılan konusu da budur."
3- Mutasyon hakkında ne düşünüyorsunuz? Bazı yavruların doğuştan genetik olarak felçli, kör, sağır, cüce ya da belirli zihinsel, fiziksel hastalıklara yakalandığı gözleniyor. Mutasyonların bu alandaki rolünü reddediyor musunuz, yoksa genetik güçlüklere (sorunlara) başka bir faktörün etki ettiğini mi düşünüyorsunuz?
ADNAN OKTAR: Bildiğiniz gibi mutasyon, DNA'da radyasyon ya da kimyasal etkiler sonucunda meydana gelen değişikliklerdir. Bazen bir radyoaktif ışınım DNA zincirine isabet eder ve oradaki bir veya birkaç basamağı tahrip eder ya da yerini değiştirir. Mutasyonlar canlı yapısı için müthiş zararlıdırlar. Mutasyon neticesinde gelişme değil, bozulma olur ve bugüne kadar hiçbir yararlı mutasyon örneği gözlemlenmemiştir. Evrimcilerin geniş hayal güçlerine göre ise, canlılar, tek bir DNA'nın bu mutasyonlar (yani kazalar) sonucunda farklılaşması ile bugünkü mükemmel hallerine ulaşmışlardır. Elbette böyle bir mantığa inanmak mümkün değildir. DNA’yı bir kitap gibi düşündüğümüzde, mutasyonlar, bu kitabın yazılımı sırasında meydana gelen harf hatalarına benzerler. Bir kitabın yazılımındaki hataların o kitabı geliştirmeyeceği, o kitaba yeni bölümler eklemeyeceği açıktır. Hatalar sonucunda oluşacak tek şey bozulmadır. Örneğin, kalın bir dünya tarihi kitabının baştan sona bilgisayara yazıldığını düşünürsek, bu iş yapılırken bir kaç kez dizgiye müdahale edilse ve dizgiyi yapan kişiye tuşlara gözü kapalı ve rastgele basmasını söylense ve bu şekilde yazılmış olan harf hatalı metni, bir başkasına verip yine aynı şey yapılsa. Bu yöntemle, her seferinde metne rastgele birkaç harf hatası eklenerek, kitabı birkaç bin kez baştan aşağı yazdırsak, acaba tarih kitabı bu yöntemle gelişir mi? Örneğin daha önce kitapta var olmayan "Eski Çin Tarihi" gibi bir bölüm oluşabilir mi? Tabi ki oluşmaz. Hatalı kopyalama işlemini ne kadar artırırsak, o kadar bozuk bir kitap elde ederiz. Ama evrim teorisinin iddiası, "harf hatalarının bir kitabı geliştirdiği" yönündedir. Evrime göre DNA'da meydana gelen mutasyonlar (hatalar) birikerek tesadüfen faydalı sonuçlara yol açmış, örneğin canlılara göz, kulak, kanat, el gibi kusursuz organları; düşünmek, öğrenmek, mantık yürütmek gibi şuur gerektiren özellikleri kazandırmıştır. Evrim teorisinin canlılığın kökeni hakkında getirmeye çalıştığı her türlü "açıklama" işte bu denli akıl ve bilim dışı iddialardır.
Kısaca, mutasyon, evrimcilerin iddia ettiği gibi canlıları daha gelişmişe ve mükemmele götüren bir sistem değildir. Mutasyonların net etkisi zararlıdır. Mutasyonların sebep olacağı değişiklikler ancak Hiroşima, Nagazaki veya Çernobil'deki insanların uğradıkları türden değişiklikler olabilir: Yani ölüler, sakatlar ve garip görünüşlü varlıklar.
4- Bazı teorisyenler, insanın yaratılışının maymunların yaratılışı ardından gerçekleştiğine inanıyor ve bu fikirlerini ispatlamak için insanlar ve primatlar arasında ortak kalıtsal özellikleri kullanıyorlar. Bu görüş hakkında neye inanıyorsunuz?
ADNAN OKTAR: Tüm evren ve canlılar gibi insan da Allah'ın "Ol" emriyle meydana gelmiştir. Hiçbir canlı bir diğerinden türememiştir, insan da insan olarak yaratılmıştır, ne maymunlarla ne de başka bir canlıyla ortak bir ataya sahip değildir. Darwin'in insanlarla maymunların ortak bir atadan geldikleri tezi, ortaya ilk atıldığı dönemde de sonraki dönemlerde de bilimsel bulgularla desteklenememiştir. O zamandan bu yana, yaklaşık 150 yıldır, insanın evrimi masalını desteklemek için gösterilen bütün gayretler boş çıktı. Elde edilen fosiller, maymunların hep maymun, insanların da hep insan olarak var olduklarını, maymunların insanlara dönüşmediklerini ve maymunla insanın ortak bir ataya sahip olmadıklarını teyit etti.
Fosil kayıtlarının kendilerini hayal kırıklığına uğratması ve içinde bulundukları delilsizlik karşısında, evrimcilerin yaptıkları tek şey, hiçbir gerçekliği olmayan kafataslarını tekrar tekrar sıralamak, sahteliği çoktan belgelenmiş fosiller üzerinde spekülasyonlar yapmak oldu. Hatta Piltdown Adamı sahtekarlığında olduğu gibi, türlü sahtekarlıklara da başvurdular. Evrimciler, insanın sözde evrimi hikayesini anlatırken, buldukları kafataslarının hacmini, kaş çıkıntılarını veya alın yapılarını öne sürerek, kendilerince evrimsel bir sıralama ve soy ağacı oluştururlar. Halbuki evrimcilerin ortaya koydukları kafataslarındaki yapısal farklılıklar evrime delil değildir. Çünkü bu kafataslarının bir kısmı soyu tükenmiş maymunlara, bir kısmı da geçmişte yaşamış farklı insan ırklarına aittir. Farklı insan ırklarının farklı kafatası yapılarına sahip olmaları ise son derece doğaldır. Farklı balık türlerinin de farklı kafa şekilleri vardır. Örneğin, bir alabalığın kafa şekli bir yılan balığının kafa şekline benzemez. Ancak her ikisi de balıktır. Aynı şekilde, farklı insan ırklarının da kafatası yapıları arasında farklılıklar olabilir. Pigmelerle İngilizlerin, Ruslarla Çinlilerin, Aborjinlerle Eskimoların, Zencilerle Japonların alın yapılarında, göz çukurlarında, kaş çıkıntılarında, kafatası hacimlerinde doğal olarak farklılıklar olacaktır. Ama bu farklılıklar, bir ırkın diğerinden türediği ya da bir ırkın diğerinden daha ilkel veya daha gelişmiş olduğu anlamına gelmez. Bir Aborjin soyu, bir başka soy ile karışmadığı sürece daima aynı özelliklerde kalacaktır. Ne kadar zaman geçerse geçsin, bu insanlar daha farklı özelliklere sahip olacak şekilde evrimleşmeyecek, kafatası hacimleri şu an olduğundan daha fazla büyümeyecek, farklı anatomik özelliklere sahip olmayacaklardır. Örneğin, evrimcilerin sözde ilkel kabul ettikleri Homo Erectus kafataslarının sahip olduğu büyük kaş çıkıntılarına ve geriye doğru eğimli alın yapısına, günümüzde yaşayan bazı Malezya yerlileri de sahiptir. Eğer evrimcilerin iddiaları doğru olsaydı, söz konusu Malezya yerlilerinin de sözde "maymunluktan yeni çıkmış, tam gelişmemiş insan" yapısında ve görünümünde olmaları gerekirdi. Oysa böyle birşey söz konusu değildir. Homo Erectus'un kafatasının anatomik özelliklerinin günümüzde de görülmesi, hem Homo Erectus'un ilkel bir tür olmadığını hem de evrimcilerin "insanın soy ağacı" senaryosunun yalan olduğunu gösterir. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir, kısaca söylemek gerekirse insanlarla maymunların sözde ortak atadan geldikleri iddiası bilimsel değildir ve açık bir yalandır.
5- Darwinizm sonucunda emperyalist ve materyalist akımların ortaya çıkışından uzun süredir bahsediyorsunuz. Darwinizm ve Batı’nın diğer sosyopolitik öğretileri arasındaki ilişkiler nelerdir?
ADNAN OKTAR: Eğer bilimsel olduğu iddiasıyla ortaya çıkan bir teori, bilimin tüm dalları tarafından yüzlerce delille geçersizliği ispatlanmış olmasına rağmen, tüm dünya tarafından ısrarla insanlara dayatılıyor, akla ve bilime rağmen ayakta tutulmaya çalışılıyorsa burada sadece bilimi alakadar eden bir durum olmadığı açıktır. Ben daha lise yıllarındayken, bu kadar kan dökülmesinin, dünya savaşları yaşanmasının, insanların acımasızca sömürülmesinin, ihtilallerin kendi kendine olmayacağını, tüm bunların arkasında bir temel olması gerektiğini anlamıştım. Çünkü insanlar kendi kendilerine bu kadar zalimleşemezler. Birbiriyle komşu olan, iyi ilişkilere sahip insanlar ertesi gün birbirini katletmeye başlamazlar. Araştırınca, tüm bu belaların masonluk tarafından organize edildiğini, masonluğun dininin de Darwinizm olduğunu gördüm. Darwinizm olmayınca materyalizm olmuyor, materyalizm olmayınca komünizm, faşizm, vahşi kapitalizm, terör olmuyor. 19. ve 20. yüzyılda yaşanan büyük savaşların, soykırımların, işgallerin, katliamların faillerinin hepsi Darwinisttir. Hitler, Stalin, Mussolini, Lenin, Mao hepsi Darwinizm’e inanıyor ve savunuyordu ve döktükleri kanın, yaşattıkları acıların temelinde hep Darwinizm vardı. Darwinizm'in "doğanın bir mücadele ve çatışma yeri olduğu" yanılgısı toplumlara ve insanlara uygulandığında Hitler'in “üstün ırkı oluşturma” saplantısı, Marx'ın "insanlık tarihi sınıf çatışmalarının tarihidir" iddiası, kapitalizmin "güçlülerin zayıfların üzerine basarak daha da güçlenmelerini" öngörmesi, üçüncü dünya ülkelerinin İngiltere gibi emperyalist ülkeler tarafından sömürülmeleri, insanlık dışı muamelelere maruz kalmaları, zencilerin hala ırkçı saldırılar ve ayrımcılıkla yüz yüze olması meşruiyet kazanmış oluyordu. Bu bazı evrimciler tarafından da dile getirilen bir gerçektir, örneğin The Moral Animal (Ahlak Sahibi Hayvan) isimli kitabın yazarı Robert Wright, bir evrimci olmasına rağmen evrim teorisinin insanlık tarihine getirdiği belaları şöyle özetler:
Evrim teorisi, insan ilişkilerine karşı uzun ve oldukça kirli bir tarihe sahiptir. Yüzyılın sonlarına doğru politik felsefeye de karıştırılan teori, "Sosyal Darwinizm" adlı bir ideolojiye dönüştürülmüş ve ırkçıların, faşistlerin ve en acımasız kapitalistlerin elinde koz olmuştur.
Ama artık bugün kimsenin böyle bir kozu kalmamıştır. Darwinizm tam anlamıyla çökmüştür, geniş halk kitleleri Darwinizmin bir aldatmaca olduğunu görmüştür. Bundan sonra Darwinizmin yeniden dirilmesi mümkün değildir.
6- Yaratılış ve evrim arasındaki en önemli farklılıklar nelerdir? Sizin bakış açınıza göre hangi yönlerden evrim ve Darwinizm, İslam değerlerine ve ahlakına karşıdır?
ADNAN OKTAR: Darwinizm, Allah'ın varlığı ve birliğini, insanların Rabbimiz'e karşı sorumlu olduklarını inkar eder. Materyalizmin ve din ahlakına uygun olmayan akımların dayanak noktasıdır. Bu nedenle bilimsel olarak çürütülmüş olmasına rağmen, ideolojik kaygılarla sürekli ayakta tutulmaya çalışılmaktadır. Evrenin ve insanın, kör tesadüflerin eseri olduğu yanılgısını savunan Darwinist-materyalist akımlar, sözde bir tür hayvan olarak gördükleri insanların arasındaki ilişkilerin de hayvani olması gerektiğini iddia ederler. Bu sapkın görüş, bencilliği, acımasızlığı, kavgayı, çatışmayı, adam öldürmeyi kendince makul görür. Merhamet, sevgi, şefkat, saygı gibi duyguları ise sözde evrim sürecini gerileten birer engel olarak kabul eder. Darwinist telkinlerle insan sevgisinden uzak, zalim, saldırgan, çıkarcı insanlar yetişir. Böyle bir zihniyetin İslam'la bağdaştırılmaya çalışılmasının mümkün olmayacağı ve kabul edilemeyeceği de açıktır.
Allah Kuran'da, canlılığın ve evrenin yaratılışı hakkında pek çok ayet indirmiştir. Fakat bu ayetlerde, canlıların birbirlerinden türediklerine, aralarında evrimsel bir bağ olduğuna dair hiçbir bilgi ya da işaret bulunmamaktadır. Elbette Allah dileseydi canlıları evrimle de yaratabilirdi. Ancak Kuran'da bu yönde bir işarete rastlanmamakta, evrimcilerin öne sürdüğü gibi türlerin aşama aşama oluşumunu destekleyecek hiçbir ayet bulunmamaktadır. Eğer böyle bir yaratılış şekli olsaydı, bunu, Kuran ayetlerinde detaylı açıklamaları ile görmemiz mümkün olurdu. Ancak tam tersine Kuran'da canlılığın ve evrenin Allah'ın "Ol" emriyle mucizevi şekilde var edildiği bildirilmektedir:
Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir. (Bakara Suresi, 117)
Eğer iddia edildiği gibi, gerçekten Hz. Adem'den önce yarı maymun-yarı insan canlılar yaşamış olsalar, canlılığın yaratılışında mutasyonların, doğal seleksiyonların etkisi olsa, Allah bunu bize Kuran-ı Kerim'de açık, net ve kolay anlaşılır bir biçimde haber verirdi. Ancak, Kuran'ın hiçbir ayetinde böyle bir bilgi bulunmamaktadır. Tam tersine bir çok ayette, insanın yoktan, en güzel biçimde yaratıldığı bildirilmektedir. Allah her türlü eksiklikten ve noksanlıktan münezzeh olan, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır. Dolayısıyla Allah'ın yaratması için de hiçbir sebebe, araca, aşamaya ihtiyaç yoktur. Dünyada herşeyin belli sebeplere, doğa kanunlarına bağlı olması kimseyi yanıltmamalıdır. Allah, tüm bu sebeplerin Yaratıcısı olarak bunlardan tamamen münezzehtir. Allah'ın üstün yaratma gücünü, yaratma sanatındaki mükemmeliği takdir edemeyen bazı kimseler "İslami evrim" gibi olmadık yorumlarda bulunmaktadırlar. İnsanın evrimle gelişim gösterdiğini iddia eden bu kişilere, meleklerin ve cinlerin nasıl yaratıldığı sorulduğunda ise cevapları "Allah yoktan yarattı" olacaktır. Hz. Musa asasını yere attığında canlı, sindirim sistemi olan bir yılana dönüşmesi evrimle açıklanamaz. Hz. İsa çamurdan kuş biçiminde bir şey yapıp üflediğinde bunun uçan canlı bir kuşa dönüşmesi de evrimle açıklanamaz. İnsanın ahiret gününde yeniden dirilişi evrimle açıklanamaz. Cennet bahçelerinin, cennet köşklerinin varlığı evrimle açıklanamaz.