Sayın Adnan Oktar'ın 26 Mayıs 2017 tarihli sohbetinden önemli başlıklar
ucgen

Sayın Adnan Oktar'ın 26 Mayıs 2017 tarihli sohbetinden önemli başlıklar

39595

A9 TV, 26 Mayıs 2017

 

(Brüksel’deki NATO toplantısında, dün tarihte bir ilk yaşandı. NATO zirvesine katılan liderlerin eşlerinin iştirak ettiği bir programda, bütün First Lady’ler birlikte aile fotoğrafı çektirdi. Fotoğrafa, Lüksemburg Başbakanı Xavier Bettel'in 2015 yılında homoseksüel evlilik yaptığı kişi olan Gauthier Destenay adındaki adam da, Başbakan’ın eşi sıfatıyla First Lady olarak katıldı. İlk defa bir homoseksüel erkek First Lady’lerle birlikte aile fotoğrafına girdi. Bu aile fotoğraflarının içinde Emine Erdoğan Hanımefendi de bulunuyor. Fotoğrafları gösterebiliriz.)

Yani saygısızlık yapıyorlar. Münasebetsizlik yapıyorlar. Emine anneyi de orada mahcup etmişler. Zora sokmuşlar. Adamlar sürekli mevzi alıyor. Müslümanların dünya çapında tavır göstermesi lazım. Bunu normal karşılamaları çok çirkin, çok korkunç, çok ürkütücü ve dehşet verici Müslümanlar için. Bir kere Müslümana bu saygısızlık yapılmaz. Hristiyan’a da bu saygısızlık yapılmaz. Musevi’ye de bu saygısızlık yapılmaz. Kendileri gibi ateist olanlar varsa, onlar nasıl düşünüyor bilmiyorum ama Müslümana yapılacak bir şey değil bu. Ve çok kızdırıcı. Yani çok çirkin. Bunun protesto edilmesi lazım. Yani kapsamlı protesto. Müslümanlar protesto etsinler. Hristiyanlar, Museviler herkes protesto etsin. Bu bir dayatma. İngiliz derin devletinin dayatması. Bu akıl, onların yaptığı bir akıl değil. Bu özel planlanmış bir şey. Kasten yapıyorlar. Dünyayı kıyamete hazırlamak için, deccaliyetin azgınlığını ortaya koymaya çalışıyorlar. Homoseksüelliği meşru, legal, faydalı bir şey gibi gösterip, büyük bir belaya doğru dünyayı çekmeye çalışıyorlar. Gereğini halk protestolarla yapması lazım. Meşru demokratik protestolar. Ve kesintisiz olması lazım.

 

(Mısır’da silahlı saldırganlar içerinde Kıpti Hristiyanların bulunduğu bir otobüsü taradı. Minya bölgesinde gerçekleşen saldırıda ilk belirlemelere göre en az 23 kişi hayatını kaybetti, 25 kişi de yaralandı. Mısır’da geçen ay da Tanta ve İskenderiye kentlerinde iki intihar bombacısı kiliseleri hedef almış ve saldırılarda 36 kişi ölmüştü.)

Kiliselerden ne istiyorlar? Hayret edilecek bir şey. Ehli kitap Müslümanların koruması altındadır. Kiliseler Müslümanların koruması altındadır. Havralar, camiler Kuran ayetiyle sabit. Bu da bir deccal saldırısı. Çünkü Mısır’da Hristiyan da Müslüman da istemiyorlar. Yani yıldırmak istiyorlar. Musevi zaten bırakmadılar. Biraz Hristiyan var. Onların da oradan gitmesini veyahut yok olmasını, inançlarını kaybetmesini istiyorlar. Müslümanlar bütün güçleriyle Hristiyan kardeşlerimize destek olsunlar Mısır’da. Koruyup kollasınlar. Yanlarında böyle koruma gibi gezsinler. Kiliselerin önünde nöbet tutsunlar. Bu farzdır. Yani kiliseleri korumak. Bu zulme kimse göz açtırmasın. Mısır devleti de göz açtırmasın. Mısır’daki Müslümanlar da göz açtırmasın.

 

(Barselona forması giyen milli futbolcumuz Arda Turan’ın sosyal medyada umrede çekilmiş bir fotoğrafı yayınlandı. Görebiliriz. Fotoğrafın altına bir kullanıcı şöyle bir yorum yazdı. “Kadın kızla gez, sonra da umreye git. Allah razı mı? Bakın zina yapın demiyor, zinaya yaklaşmayın diyor.” Dedi. Arda Turan bu yoruma “Sen Rabbimizi yargılıyorsun. Sen önüne bak. Güzele doğruya sevk et. Yanımda mıydın? Allah rahmetini sen nereden bileceksin?” sözleriyle tepki gösterdi.)

İşte Türkiye’de gelenekçi Ortodoks İslam anlayışının çirkin eylemlerinden bir tanesi de bu. Arda nur gibi Müslüman. Gayet terbiyeli, efendi bir delikanlı. Kuran Müslümanı. Aklı başında bir insan. Adamdaki sevgisizliğe, merhametsizliğe, şefkatsizliğe bak. Teşvik edip, takdir edeceğine, mutlu olacağına, sevinç duyacağına çirkin bir üslupla kendince o zehirli dille onu rahatsız edeceğini düşünüyor. Arda da çok güzel cevap vermiş. Herkes Arda’nın yanında. Herkes onu çok seviyor. Kardeşi olarak bağrına basıyor. Bu münasebetsizlerin sözlerine hiç itibar etmesin. Kaale dahi almasın.

 

(Kıbrıs’ta Türk ve Rum birleşme görüşmeleri iptal oldu. Rum tarafı, Türk tarafı lehinde hiçbir maddeyi kabul etmiyor ve toprak talep ediyordu. İlerleme olmayınca Birleşmiş Milletler Kıbrıs Temsilcisi diplomasi çabalarını sona erdiğini açıkladı.)

İyi olmuş. Yani son derece gereksiz bir talep. Zaten mesele bitmiş. Herkes kendi toprağında, kendi yerinde sistem de gayet güzel. Sadece aradaki sınırları açalım. Rum kardeşlerimizle rahat dostça yaşayalım. Yani şöyle, pasaporta vizeye gerek kalmasın. İki taraf da istediği gibi ticaret yapsın. Türkiye zaten suyunu sağlıyor Kıbrıs’ın. Dolayısıyla toprak talebi falan çok ayıp çirkin. Rum tarafı çok ayıp yapıyor. Zaten biz fedakarlık yaptık. Civanmertlik yaptık. Temiz bir ahlak gösterdik. Bize ait toprakları onlara geniş çapta verdik. Yani mağdur olmasınlar diye. Bize ait olmalarını kabul etmeleri şartıyla oldu ayrıca bu da. Çünkü tapusu bizim üzerimize. Bu kadar insancıl ve sevecen yaklaşmamıza rağmen, böyle bir tavır. Daha hala açgözlü bir tavır. Daha hala “Bize toprak verin.” Kıbrıs’ın büyük bir bölümünü verdik. Hiç hakları olmadığı halde. Bize ait toprak. Kendimize ait topraklar. Dostça kardeşçe yaşayalım. Bu artık uzatılacak bir konu değil.

 

(“Cihazların fiyatı bin lirayı, iki bin lirayı da bulurken -işitme kayıplılar için olanlar- devlet neden bunun sadece beş yüz lira gibi komik bir rakamını karşılıyor?” sorusuna cevap)

Aslında ücretsiz olması lazım. Yani parayla niye oluyor ki? Çünkü işitme kaybı zaten o kardeşimizin güzel bir imtihanı. Onun güzel imtihanında bizim ona yardımcı olmamız lazım. Dolayısıyla “Senin işitme kaybın var. O yüzden beş yüz lira vermen gerekir. Bende işitme kaybı yok. Onun için benim beş yüz lira vermeme gerek kalmadı.” Böyle bir şey oluyor. Biz sağlıklı olduğumuz için, onun bir şükrü olarak zaten o cihazı kardeşimize hediye olarak vermemiz gerekir. Para hiç alınmaz. Doğru söylüyor hanımefendi. 

 

(“Türkiye ve İran arasındaki ilişkileri nasıl daha iyi hale getirebiliriz?” sorusuna cevap)

Türkiye’yle İran’ın arasında bir konu zaten olamaz. Yani nasıl olsun? İran’ın yarısı Türk. Yarısı da Sünni. Eski tarihlerden beri dostuz. İran’la aramızda bizim çok eskiden birkaç savaş oldu. Onun dışında yani binlerce yıllık tarih içerisinde hiç savaş yok İran’la aramızda. Mübarek, muhterem, tertemiz Müslümanlar. Temiz bir ülke. Temiz insanlar. Dürüst, efendi, güvenilir insanlar. İran’a karşı muhalefeti İngiliz derin devleti körüklüyor. Buna karşı çok dikkatli olmak lazım. Şii kardeşlerimiz başımızın tacı. Öyle bir şey olmaz.

İran’la sınırımız bizim 1639 yılından beri hep aynı. Hiç değişmemiştir. Bizim samimi, derin dostumuzdur İran. Ortadoğuluyuz biz. Onlar da Ortadoğulu. İki taraf da mert ve dürüsttür. Ama İslam alemini ezmek için, iki büyük gücü çatıştırmaları gerekiyor. Onun için İngiliz derin devleti bahane de bulamıyor aslında. Çok münasebetsiz bahaneler buluyor. Zorluyor yani. Zorlasa da bahane bulamazlar. Dostuz ve dost kalacağız.

 

(“Her insan kendi aklını beğeniyor. Sizce bu bir zaaf mıdır?” sorusuna cevap)

Aklını beğenmeyi aslında normal karşılamak lazım ama eleştiriye açık ve elastiki olmak lazım. Yani şüphe de edebilmesi lazım insanın. İstişareye açık olması gerekiyor. Kuran’da mesela istişare var. Cenab-ı Allah, Peygamber (sav)’e istişare etmesini söylüyor. En çok aklını beğenmesi gereken peygamber olması gerekir. Çünkü Allah garanti veriyor ona. Öyle olmasına rağmen, peygamberin istişare etmesini söylüyor Allah. Mümin istişareye açık olması lazım. Yani Her görüşü alması lazım. Aklından emin olursa, Allah onu rahat yaşatmaz. Yani o bir, akıl hastalığı gibi bir şeydir. Kendinden emin olmak, aklından emin olmak. Mutlaka elastiki, rahat düşünen, doğruya açık, doğruyu gördüğünde kabul eden olmak lazım. Hatta insanın kendini kontrol etmesi gerekir. “Acaba ben doğruyu kabul ediyor muyum? Günde kaç doğruyu, dışardan tavsiye edilen hangi izahları kabul ettim?” Diye kendine test yapması lazım. Hiçbir şeyi kabul etmiyorsa, bir anormallik vardır. Bir hastalık vardır.

 

 (“İş güvenliği ülkemizde daha da gelişmeli mi?” sorusuna cevap)

Doğru kardeşimin dediği ama iş güvenliğini sırf devlete bırakmamak lazım. Şahısların dikkati ve birbirini koruyup kollamasıyla iş güvenliği geniş çapta tespit edilip gereği yapılabilir. Mesela asansöre biniyor işçi, halatı kopmak üzere. Belli, çürük halat. Onu gören oluyor. Söylemiyor. Halbuki orada direkt onu o anda uyarı “kardeşim bu kopar. Çok tehlikeli. Bunu yapma” demesi lazım. Yani insanların da birbirine çok yardımcı olması lazım. Ama devletin de tabii üstüne düşen görevleri tam anlamıyla bihakkın yapması lazım.

 

(“Sizce bir çocuğun eğitimi kaç yaşında başlamalı?” sorusuna cevap)

Çocukları sıkmamak şartıyla, dört yaşında falan bile başlanır. Ama eğlendirerek öyle eğitmek lazım. Mesela ilkokulda çocuk okula götürülüyor. Feryat figan. Bayağı ızdırap çekiyor annesinden ayrılırken. Halbuki gayet rahat eğlendirilerek doğal bir yapı içerisinde bu elde edilebilir. Hiç sezdirmeden yani böyle. Ani bir şokla değil de, normal annesiyle babasıyla. Annesi de öğrenebilir çocuğa öğretilen şeyleri. Sırf çocuğun ihtiyacı yok ki o konulara. Babasının da ihtiyacı olabilir. Beraber konuşarak, eğlenceli rahat bir ortamda, onları hiç sıkmadan, onlara bunları empoze etmek mümkün. Özellikle filmlerle. Çocuklar çok etkilenir filmden. Çok kalıcı o. Hafızasında görüntülerle, sesle o bilgi çok güzel hıfz olunur. Çok faydalı bir yöntem olur.

 

(“Dedikodu çok kötü bir şey. Buradan insanlara neler öğretebiliriz?” sorusuna cevap)

Dedikodu haram tabii. Allah ayette “Kardeşinizin etini yemek ister misiniz? Tiksindiniz değil mi?” (Hucurat Suresi 12) diyor. Şeytandan Allah’a sığınırım. “Onun gibi bir şeydir” diyor. “Sakın yapmayın” diyor. Ama dedikodusu yapılan kişi daha sağlıklı, daha sıhhatli, daha güçlü, daha zengin olur. Dedikodu yapan daha fakirleşir, daha güçsüzleşir, daha hastalıklı, daha bitkin olur. Yani onların peşindir cezası. Gizli cezaları vardır onun. Yani Allah’ın bir açık cezaları vardır. Bir de gizli ceza. Fark edemeyecekleri yönden diyor Allah ayette. Bak defalarca vurguluyor. “Fark edemeyecekleri yönden onları yavaş yavaş helake yaklaştırırım.” diyor. “Fark edemeyecekleri bir yönden yavaş yavaş helake yaklaştırırım.” Yavaş yavaş bir helak uygulandığı için farkına varamıyorlar. Aslında bayağı çaplı ızdırap duyuyorlar.

 

(“Arkadaşımı eleştirdiğimde üzülmesi doğru bir şey mi?” sorusuna cevap)

Eleştiriden insanlar çok yılıyorlar. O şeytani bir içgüdü. Yani nefsin çirkin bir refleksidir. Halbuki eleştiri çok mükemmel bir sistemdir. Röntgen gibi. İnsanın göremediği hastalığı, karşıdaki insanın görmesiyle, insanın kendini tedavi etmesi imkanını meydana getiren güzel bir nimet. En mükemmel röntgen aleti, en güzel muayene, en güzel teşhis karşıdaki insanların görüşüdür. Mesela diyor ki adam. “Görünüşün pek hoş değil, kıyafetin.” Başkasıyla görüşüyor ama kendini çok beğeniyor. Onların dediğinde bir doğruluk payı vardır. Bu çok önemli. Buna üzülecek bir şey yok. Onun haklı yönünü görüp, kendinin neden göremediğini araştırması lazım. Yani ittifakla birileri bir şeyler söylüyorlarsa, doğruluk payı çok yüksek demektir. Sen göremiyorsundur.  Dolayısıyla eleştiriye üzülmek çok çok yersiz. Şeytani bir içgüdüdür. Nefsin çirkin bir refleksidir. Şeytan insanların mükemmel olmasını istemediği için, nefis de insanların iyi ve güzel olmasını istemediği için böyle bir atak yapar. O atağa direnmek lazım.

 

(“Dinler hep neden Arap yarımadasına gelmiştir?” sorusuna cevap)

Dinler belirli bir soya geliyor sadece. Mesela bütün peygamberler tek bir soydan geliyor. Ve belirli bölgede geliyor. O da Allah’ın bir güzelliği, bir hikmeti. Ama tabii başka bölgelere peygamber gitmemiştir denemez. Amerika’ya da peygamber gitmiştir. Çin’e de peygamberler gitmiştir tarih içerisinde. Ama son dönemde yani Hazreti İbrahim (as) devrinden beri, Hazreti Nuh (as)’tan beri genellikle hep insanlar o bölgede yoğunlaştığı için peygamberler de hep o bölgede gelmişler. Yani en yoğun oldukları yerler ama oradan peygamberler elçilerini, dini tebliğ edecek kimseleri, her yere göndermişlerdir. Yani dünyanın her tarafına gitmişlerdir. Mesela Peygamberimiz (sav)’in zamanında İspanya’ya kadar her yere gittiler. Dünyanın her tarafına Müslümanlar tebliğ için yayıldı, dağıldılar.

 

(“Allah’ı çocuklarıma nasıl anlatabilirim?” sorusuna cevap)

Çocuklara Allah’ı sevdirerek, her nimeti anlatarak mesela elmayı gösterirsin “kokusu nasıl, tadı nasıl?” Mesela o çocuk “güzel” diyecektir, “bunu bize Allah yarattı” diyeceksin. Mesela muz, çocuk muzu yiyecek “Bak yavrum ne güzel yarattı Allah, sapsarı görüyor musun? Kokusu çok güzel, kıvamı güzel bunu Allah yarattı” diyeceksin. Her şeyde mesela “Bu çiçek ne kadar güzel kokuyor değil mi yavrum?” Dersin “Bunu da Allah yarattı” dersen çocuk onu çok rahat anlar. Sevdirerek, akıllı bir üslupla, çocuklara saygı duyarak anlatmak lazım yani dalga geçerek işte adam yerine koymayarak, aklı zayıf birisine konuşuyor gibi değil, akıllı bir insanla konuşuyor gibi konuşmak lazım.

 

(“Cennette can sıkıntısı var mı, sizce bu doğru mu?” sorusuna cevap)

Cennete canın niye sıkılsın? Ucu bucağı yok her şeyin. Elmayı yiyorsun istiyorsan elmanın içine giriyorsun orası sana bir anda istersen kırk odalı köşk olur. Oradan başka yere girersin istediğin kokuyu, istediğin tadı, istediğin rengi alıyorsun o kadar sevdiklerin orda dostsun, herkesle konuşuyorsun ayrıca vücutta sıkıntıyı meydana getiren madde yok. Sıkıntıyı meydana getiren özel kimyasallar var insanın vücudunda, o kimyasalların etkisiyle oluşuyor sıkıntı, onu da Allah yaratıyor. Mesela o kimyasallar engellendiğinde sıkıntı kalkıyor ilaç verildiğinde mesela modern ilaçlar adam “çok sıkılıyorum” diyor ilaç veriliyor o kimyasalların etkisini ortadan kaldırdığı için adam sıkılmıyor sıkıntısı gidiyor. Dolayısıyla Allah için o çok kolay olan, çok çabuk halledilen, çabuk neticelenen bir nimettir.

 

(“Elif, Lam, Mim ne anlama geliyor?” sorusuna cevap)          

Huruf-u mukattaa çok yani muhtemelen Mehdiyet devrinde görülecek, anlaşılacak. Benim kanaatim o çok büyük bir olay şeklinde kamuoyuna duyurulacağını tahmin ediyorum. Kuran’ın hak olduğunun anlaşılmasında mühim bir sansasyonel bir haber olarak duyurulacağını tahmin ediyorum ama daha vakti var.

 

(“İnsanoğlu cehennemden mi korkar, Allah’tan mı korkar?” sorusuna cevap)     

Allah’tan korkar ama Allah’ın gücünün gösterisidir cehennem çünkü birçok insan züppeliğe yatkındır, Allah’a kafa tutmaya yatkındır ama Allah gücünü gösterince o zaman cayıyor yani bela gelince cayar insanlar yoksa doğrudan Allah’tan korkan azdır, az oluyor. İnsanlar korkmuyor ama belayla karşılaşınca, Allah’ın gücünü gördüğünde o konunun sadece sözde kalacağını düşündüğü için, Allah’a inanmadığı için Allah bela verdiğinde hizaya geliyor birçok insan.

 

(“İnsanlar cehennemde sürekli mi kalacak?” sorusuna cevap)

Cehennem ehli özel yaratılmıştır. Allah, Kuran’da ayette belirtiyor. “Ben söz verdim” diyor “dolduracağım” diyor. “O söz Benden bir kere geçti.” Doldurduğu şahıslar zaten halen ordalar, oradan dünyaya geliyorlar. Cehennem ehli hem zer aleminde, hem dünyada, hem cehennemde ahirettedirler dolayısıyla zaten adamların yeri sabit şu an onlar duruyor zaten cehennemde. Ama cehennem ehlinin bir vasfı vardır, özellikleri vardır; gözü görmez, kulağı işitmez, şuuru kapalıdır. Allah, “kalp gözü kördür” dediği şuur, şuursuzdurlar ve “onları siz canlı zannediyorsunuz onlar ölü” diyor Allah. “Ölüdürler” diyor. Ben bunu çok anlattım, ben kapalı olarak anlatabilirim. Açık şuurla samimi bir insan hiçbir şekilde cehenneme gitmez, zaten Allah’ın inkarı olur bunu söylemek yani Allah’ı inkar eden birisi söyleyebilir bunu. Şuuru açık samimi bir insan asla ve asla cehenneme gitmez. Allah’a zalimlik ithaf etmek olur bu, hem inkar, hem küfür ifadesi olur, olmaz. 

 

(“ABD, PYD’ye neden silah yardımı yapıyor?” sorusuna cevap)

PYD’yi maymun gibi görüyor da onun için. Onların demek istediği “köpek gibi biz onları kullanırız, köpek gibi de diz çöktürdük” diyorlar. İt gibi izimizdeler, it gibi de diz çökmüş şekilde oturmuş kollarını da aşağıya sarkmış şekilde ne dersek onu dinliyorlar” diyor. “Bizim köpeğimizden size zarar gelmez” dedi yani Trump geçen konuşmasında anlatmak istediği buydu. “O köpeklerin sahibi geldi şimdi sahipli köpekler onlar” diyor “daha önce sahipsiz köpekti bunlar” diyor. “Şimdi bizim elimizde sopa da var, elimizin altındalar kıpırdayamazlar” diyor. Garanti veriyoruz dediği o. “Garanti veriyoruz” dediler. “Ne saldırabilirler dedi Amerika, ne de silahı kullanabilirler. Olmaz ki” diyor. PKK orada kaptırmış vaziyette görünüyor onların ifadesine göre.

 

(“Altıncı his diye bir şey var mıdır?” sorusuna cevap)

Tabii, onu garip bir şekilde birçok insan hisseder, bir şeyin olacağını, bir gariplik olduğunu hisseder ama çok yoğun değildir, herkeste çok yoğun yaşanan bir his değildir ama milyonlarca insan bilir, bir şey olacağını önceden hisseder. Hayvanlarda da vardır, hayvanlar hatta daha da güçlü mesela deprem olmadan önce hayvanlar; kuş kafesinde müthiş çırpınmaya başlar hayvan kurtulmaya çalışır. Hayvan mesela atlar ahırda şaha kalkıyor hayvanlar acayip olay çıkarıyorlar depremden bir süre önce. Mesela başka birçok hayvan da toplanıyorlar geniş alanlara, meydanlıklara toplanıyorlar ortalığa. Kıyamette de olacak bu, hayvanlar kıyametten önce haber alıyor insanlardan önce alanlara toplanmaya başlıyorlar. Yani kuşlar, hayvanlar, kediler geniş büyük alanlarda toplanıp bir araya geliyorlar. Mesela mucize, Kuran’da da bu açıkça ifade ediliyor.

 

(“Orman yangınlarını önlemek için ne yapmamız gerekiyor?” sorusuna cevap)

Ormanlara yaklaşık iki yüz metrelik şeritler yapılması gerekiyor. Amerika’da da, Türkiye’de de, dünyanın her tarafında sürekli yangınlar oluyor onu seyrediyorlar ben hayret ediyorum. Kardeşim şimdi blok, binlerce hektar orman var değil mi? Hepsi birbirine bağlantılı. Yangın olduğunda bir yerde diğer yere sıçramaması için en güzel yol nedir? Bir engel meydana getirilmesidir. Sen iki yüz metrelik geniş bir alan meydana getirirsen yangın orada olduğunda sadece orada kalır ileriye atlamaz bu kadar basit. O iki yüz metrelik alanda da ormanın bakımı yapılır. Yapmıyorlar bunu. Her yıl cayır cayır ormanlar yanıyor seyrediyorlar. İki yüz metrelik yap, baraj yap yani orada ağacı kaldıracaksın, düz. Yangının yayılması mümkün değil iki yüz metreyi aşamaz. Orada kalır. Ve dolayısıyla hep kısmi yangın olacaktır. Ve orada da halledilmesi de kolay.

 

Ramazan'da Müzik Dinlenmez Diye Bir Konu Yoktur. Allah'ın Helal Ettiğini Haram Kılarak Kendilerine Boş Yere Zulmediyorlar

Öyle hale getirmişler ki mesela diyor “Ramazanda müzik dinlenmez.” Niye kendine eziyet ediyorsun? Bilakis Osmanlı döneminde her yerde eğlence vardı ramazanlarda. Ramazan boyunca müzik var, eğlence var, Karagöz Hacivatlardan tut, tulûat, orta oyunu falan her şey. Her türlü eğlence ve müzik var. Niye kendine hayatı zehir ediyorsun? Allah helal etmiş ne korkuyorsun? Niye kendine haramlar çıkarıyorsun? Önü sonu yok bunların haramlarının. Çok yazık ediyorlar kendilerine.

 

Sağlık Sorunları Olan Kişilerin Sağlıklarını Tehlikeye Atarak Oruç Tutmaları Haram Olur. Allah Hasta Olanlar Tutmasınlar Diyor.

Ramazanda midesinde ülser olan oruç tutmasın. Böbrek rahatsızlığı olan yani böbreğinin süzme yeteneği düşmüş, böbrek gücü kırılmış insanların da oruç tutması böbreğini zorlayarak haram olur. Mesela tansiyonu düşük 6'ya 4. Oturuyor oruç tutuyor. Allah vermesin şoka girebilir, komaya girebilir. Haram olur böyle vakalarda sakın ha. Fedakarlıkla bunun alakası yok. Allah “hastaysalar tutmasınlar” diyor. Veyahut kanser tedavisi görüyor veyahut kanser tedavisinden yeni çıkmış yani vücudu nekahat devresinde, olmaz. Bunu hazık bir doktora sorup karar almaları lazım kardeşlerimizin veyahut şiddetli migreni oluyor oruç tuttuğunda. Olmaz. Allah diyor ayette zorlanıyorsa tutmayacak. Sıhhatli sağlam adam tutacak. Benim haberim bile olmuyor oruç tuttuğumdan. Öyle olacak oruç.

 

Ramazan'da Müslümanlar Mis Gibi Olur. Özellikle Ağız Ve Diş Bakımı Önemlidir.

Bir de ağzını sık sık yıkayıp tertemiz olması lazım. Gelenekçi Ortodoks açıklamalarda çok çirkin üsluplar var. Onu kutsal görüyorlar ağzının kirli olmasını. Pis olan, kirli olan bir şey kutsal olmaz. Çok ayıp. Müslüman temiz, tahir olacak. Ağzını günde on kere, yirmi kere de olsa yıkar. Diş macunu da kullanır gerekirse, hiçbir şey olmaz orucu da bozmaz. Müslümanın ağzı mis gibi olacak. O çirkin açıklamaları ben söylemek dahi istemiyorum. Bu yakışık alacak bir şey değil. Mesela böbrek koliği var adamın çok ağır hasta. Zoruna ne oluyor? Deli misin sen? Ölümle neticelenir, Allah esirgesin. Böbreğini felç edeceksin olmaz.

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo