A9 TV, 16 Aralık 2017
(Cumhurbaşkanı Erdoğan Meridyen Derneği 7. Hadis ve Siret Araştırmaları Ödül Töreni’nde konuştu. Şunları söyledi: “Rabbimiz Kuran’da -şeytandan Allah’a sığınırım- ‘Andolsun ki Resulullah’ta sizin için Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar, Allah’ı çok zikredenler için güzel örnekler vardır’ buyuruyor. Hz. Ayşe Validemiz de ‘Peygamberimiz Efendimiz (sav)’in ahlakı nasıldı?’ sorusuna ‘onun ahlakı Kuran’dı’ diye cevap veriyor. Resulullah Efendimiz (sav) sadece Kuran’ın vahyine aracılık etmemiştir aynı zamanda onu bilfiil yaşamış hayatına tatbik etmiştir. Yani Peygamberimiz (sav)’in hayatı Kuran-ı Kerim’in bir nevi tefsiridir. Peygamber Efendimiz (sav) Hz. Ayşe Validemizin ifadesiyle yürüyen Kuran’dır. Sünnet olmadan İslam’ın yaşanması mümkün değildir. Kim ve ne olursa olsun Müslümanların sünnetle olan bağını yok sayan, koparmaya çalışan her teşebbüs bizim nazarımızda Gayri İslami’dir.”)
Tayyip Hocam mezheplerin birleştirilmesinden yana. Bu, sünneti, Kuran’ı çok iyi anladığını gösteriyor. Çünkü Peygamber (sav)’in sünneti neydi? Kuran’dı. Onu çok güzel vurguladı. En ivedi, en önemli delil olarak onu vurguladı. Fakat bir münafık cereyan var, o ‘Kuran yeterlidir’ diyor ama şimdi tamam güzel Kuran yeterli, ama şimdi hadisi ve sünneti reddederken Bediüzzaman’ı, Necip Fazıl’ı hedefleyerek bunu söylüyor. Amacı alimleri yok etmek. Abdülkadir Geylani, İmam-ı Rabbani’yi onları hedefleyecek yani amacı o. Onlar sinsi bir hareket yaptığı için, Tayyip Hoca da aslında Kuran Müslümanıdır. Zaten açık söylüyor “sünneti sordu” diyor “Kuran dedi” diyor. “Yaşayan Kuran’dır dedi” diyor. Çok net. Ama oynanan oyun büyük, çok samimiyetsiz çirkin bir oyun oynanıyor. Şah-ı Nakşibendi’yi, Abdülkadir Geylani’yi, İmam-ı Rabbani’yi, Bediüzzaman’ı, Necip Fazıl’ı, Seyit Abdülhakim Arvasi’yi yani bizim zengin kültürümüzü elimizden alacaklar kendi kafalarınca, bomboş bir tarih getirecekler arkasından. Ona karşı dikkatli bir politika ve dikkatli bir üslup kullanıyor. Hem Kuran’ı savunuyor ama “sevdiklerimizi de bırakmayız” verdiği mesaj bu. Ama çok ustaca ve akıllıca konuşmuş. Doğru söylüyor, bu konuda da yanındayız, titizlikle yanındayız.
Cehennemin Amacı Müminlerin Mutluluğudur. Allah’ın Adaletinin Tecelli Ettiğini Görüp Mutlu Olmalarıdır
Allah’ın adaleti mutlak adalettir. Yani kusursuz, en keskin kusursuzluktaki adalettir, milimetrenin milyonda biri kadar hata olmaz o kadar mükemmeldir. Hatta bakın, cehennem ehlini yaratıyor, insanlar bunun sırrını bilmiyordu yani cehennemin sırrını bilmiyorlardı uzun süreden beri de bilmediler. Cehennemin amacı müminlerin mutluluğudur. Müminlerde adalet kavramıyla kalplerinin ferahlaması ve kendi değerlerini bilmeleridir ve kendi kendisini sevmesidir cehennemin tek faydası budur. Allah diyor “Ben ne yapayım sizin azabınızla?” diyor “Allah ne yapsın sizin azabınızla?” diyor Cenab-ı Allah. O yüzden bu konuyu da gençler çok iyi anladılar. Cehennemin amacını da anladılar. Ben kapalı yolla anlattım. Bak, cehennemdeki insanlar robottur, robot insandır. Cennettekiler insandır ama cehennemdekiler robot insandır. Ama robot insan olmaktan Allah’a sığınacak mümin, çekinecek.
Müminin Her Yaptığında Hayır Vardır. Hata Yaptığında da Hayır Olmuştur. Mümin İçin Hayırsız Bir Şey Olmaz
Bir şey istediğiniz gibi olmadığında hata olmuyor o, doğru olan olmuş oluyor. Ama işte Allah’ın sanatı o, insanlar onu göremiyor o an, gözünün önünde oluyor ama göremiyor. Hata yaptı zannediyor doğru olmuş oluyor, doğru hareket etmiş oluyor. “Keşke yapmasaydım” diyor. Halbuki doğruyu yapmış oluyor. Müminde hayır vardır her yaptığında, her şey hayırla yaratılır hayırsız bir şey olmaz. Onun için gönlün çok rahat olsun. Kendinde ara tabii, kendini eleştir ama olay yanlış olmaz, hayırla olur. Mesela dün bir misafir geldi hediye verecektik, hanım arkadaşımız elinden düşürdü kırdı. Hayır vardır dedim. Dağıldı hemen zaten hepsi parçalandı. Sonra başka bir hediye getirin dedim, öbür hediye de kocaman daha güzel daha iyi yani annenin hoşuna gidecek bir hediye kutusu da büyük. Hayır var. Onda belki kim bilir ne yani, bizim bilemeyeceğimiz bir şey olabilir hikmet olabilir.
Münafık Robot Varlıktır. Münafıkların Varlığı Müminleri Şevklendirir, Azmini ve Canlılığını Pekiştirir, Birlik Ruhunu Güçlendirir, Daha Güzel Çalışma Yapmalarına Vesile Olur
Münafık robottur robot varlıktır. Ama müminleri çok şevklendirir münafık. Mesela müminlerin birlik ruhunu pekiştirir, azmini pekiştirir, canlılığını pekiştirir, aktivitelerini artırır, zenginliğe vesile olur. Daha güzel çalışmalar yapmalarına vesile olur. Daha heyecanlı çalışmalar yapmalarına vesile olur. Oynanacak oyunları daha iyi detaylı görebilir. Çünkü müminler genellikle İncil’de de geçer “siz güvercin gibisiniz” diyor güvercin gibi. Yani biraz daha derin düşünmelerini sağlar bu. Mücadelede daha derin düşünmelerini sağlar. Çünkü münafık çok şeytani hareket ediyor. Müminler hep temiz güzel hareket ettiği için, dürüst, hep dürüstlüğe göre ayarlı oluyor mümin. Yani mücahedeye göre cihada göre ayarlı olmuyor ruhu ve zemini. Ama münafığın kahpe ve alçak ataklarından şeytanla mücadeleyi öğrenmiş oluyor. Eğer o atak yapmasa öyle şeytan mümin bunu öğrenemez. Yani bir askeri tatbikat gibidir mümin için münafık. O sayede açılır ve canlanır, ufku genişler, aklını daha güzel kullanır, sevap kapısı çok daha genişler büyür. Mesela onluksa binlik olur. Çok fazla sevap almasına vesile olur. Öbür türlü makul bir hayat olur. Ama münafıkla hayat hareketli, canlı, aktif, atak, daha akıllıca mücadelenin yapıldığı bir çizgiye doğru gider. Öbür türlü daha sakin bir mücadele olur. Hayat daha sakinleşir yani dinginleşir. Münafık Müslümanlar için muazzam bir heyecan vesilesidir, muazzam bir atak vesilesidir.
Modern Fizikle Birlikte Zamanın İzafi Olduğu Ortaya Konduğu İçin Kaderin Varlığı Bilimsel Olarak da Teyit Edildi
Allah her şeye kadirdir, Abdülkadir de yakışıklı bir delikanlı güzel bir insan. Kadere inanmak bir seçim yani bir inanç. Evet, adam inanır ama aslında seçim de değil bilimsel bir gerçektir kader. Çünkü tek bir an vardır modern fiziğe göre zaman yok tek bir an var. Kader bilimsel olarak ispat edilmiş bir olaydır, inanç olmaktan çıkmıştır. Eskiden inançtı ama 21. Yüzyılda inanç olmaktan çıktı modern fiziğin çıkışıyla beraber tek bir an olduğu, zaman olmadığı, zamanın izafi olduğu anlaşıldığı için yaşadığımız her şeyin şu an kaderde olduğunu görmüş olduk. Yani fiili elle tutulur bir gerçek var.
(“Cennetin ırmakları nasıl?” izleyici sorusu)
Şimdi işin doğrusu öyle çok büyük dev ırmaklar değil kastedilen. İlk planda kastedilen onlar değil. Evlerin içinden geçen küçük ırmaklardır böyle, şırıl şırıl akan küçük ırmaklar kastediliyor, birinci planda kastedilen o. Ama ayrıca coğrafya içerisinde normal akan ırmaklar var. Ama o ırmak insanlara uzak olmuyor yani evlerin içinden de geçiyor. Küçük küçük ırmaklar var. Onu Said Nursi açıklıyor Risale-i Nur’da da var. Mesela ne kadar? 60 santim, 70 santim genişliğinde düşünün küçük ırmak böyle evin içinden akıyor, o tarzdadır. Ama ayrıca büyük ırmaklar da vardır süs, görüntü olarak.
(“Eğer ülkede para kaçırılıyorsa bu nereye kaçırılıyor?” izleyici sorusu)
Eğer birisi bir insan bir yerin başbakanıysa, mesela x ülkede diyelim, devletini milletini koruyorsa o millete yapılacak saldırılar hazırlık yapması lazım saldırı ihtimaline karşı. Toprak altına silah, bomba, mühimmat yerleştirir. Yabancı ülkelere altın götürürsün yeraltına yerleştirirsin, para yerleştirirsin. Ani saldırıda çünkü para bulamazsın, altın da bulamazsın hiçbir şey bulamazsın. Millet de fakr-u zaruret içinde olabilir, Atatürk’ün dediği gibi. Milletin kalelerine, tersanelerine girmiş olabilir. Devlet içinde de FETÖ yapılanması gibi müstevlilerin diyor, kirli emellerine diyor alet olabilirler diyor. İşte böyle feci bir durumda devletin kendini koruması için devletin görünmez bir gücü olması gerekir. Görünmez legal bir gücü olması lazım. Muazzam bir para gücüne, muazzam bir silah gücüne, muazzam bir adam gücüne, muazzam bir plan gücüne, muazzam bir muhabere gücüne ihtiyacı olur böyle bir çalışmanın. Akılcı olan çalışma, faaliyet bu şekilde olması lazım. Ama bunun dışında bir şey zaten kabul edilmez. Ama benim kanaatim arkadaş herhalde hükümeti kastediyor. Değil mi yani Tayyip Hoca’nın? Tayyip Hoca bizim gözümüzün önünde kendi evladımız, kendi insanımız. Yaşantısını görüyoruz. Hayatı gözler önünde sade ve mütevazi bir hayatı var. Eşi de öyle çok ağır başlı hanımefendi bir insan. Çok mazlum, dünya ile tam alakasını kesmiş veli tiynetli bir insan. Bu insanlar dünyadan istedikleri bir şey olmadığını açıkça göstermiş insanlar. Dolayısıyla parayla pulla ne işi var? Mesela diyorsun ki sen 30 tır dolusu para, dolar. 30 tır dolusu. Ne yapsın? 30 tır dolusu parayı ne yapsın? -Haşa- Annesine küfrediyorsun, ölmüş babasına küfrediyorsun, sülalesine küfrediyorsun, kendine hakaret ediyorsun. Asmaya kalkıyorsun, kesmeye kalkıyorsun. Bin bir acının, çilenin içerisinde mücadele ediyor o insan. Yediği bir tabak yemek. Bak yediği bir tabak yemek. Kıyafetleri de belirli. Yani makul ölçüde kıyafetleri var. O da cumhurbaşkanı olduğu için yoksa o kadar kıyafet de almaz o. Onları giyiyor. Oradan oraya koşuyor, oradan oraya koşuyor. Gecesi yok, gündüzü yok. Sabah orada, akşam orada. Sabah orada, akşam burada. Sen ne diyorsun? 30 tır dolusu, 60 tır dolusu paradan bahsediyorsun. Varsa yurt dışına da götürdülerse bunu devlet yaptıysa helal olsun. Devletin güvenliği için, Türk aleminin, İslam aleminin güvenliği için yaptılarsa helal olsun.
(Mehmet Metiner bugünkü yazısında şunları söylüyor: “Siyonizm’in Kuran üzerinden savunulması ve bu bağlamda Siyonist İsrail’in işgal ve vahşet politikalarının meşrulaştırılması yeni bir ihanet projesidir. Bir: Siyonizm ile Yahudilik bir değil. Siyonizm’in bir siyasi ideoloji olarak Yahudiliği asıl teolojik köklerinden koparttığına dair Yahudi bilginlerinden gelen ciddi eleştiriler var. İki: Firavun’un zulmünden Hz. Musa (as) öncülüğünde kaçan Yahudilere güven içinde yaşayacakları toprakların adres olarak gösterilmesi ne Siyonizm’in “vaat edilen topraklar” ideolojisini, ne de Siyonist İsrail’in işgal ve zulüm politikalarını meşru kılar. Üç: Yahudilerin de tarihsel yurdu olan o topraklarda yaşama haklarını savunmak ayrı şeydir, Yahudiliği özünden boşaltıp bir işgal ve zulüm ideolojisine indirgeyen Siyonizm’in iktidarını savunmak ayrı bir şeydir. Dört: Siyonizm’in vaat edilen toprakları içinde Türkiye ve benzeri ülkelerin toprakları da vardır. Diyeceğim o ki bizi hep içimizden vurdular. Vuruyorlar.”)
Şimdi onu örnek vermesi lazım ki millet anlasın. Biz bunu ilk defa duyuyoruz, “Siyonizm’in Kuran üzerinden meşrulaştırılması” böyle bir ifade yok. Yani bunu diyen de yok. Mesela falanca şahıs hadi şahıs vermiyorsa bile şu ayeti şöyle delillendiriyor, diyebilir. Ama Allah, Kuran’da Hz. İbrahim (as)’a vaat ediyor. Hz. İsrail (as)’a vaat ediyor. Hz. Musa (as)’a vaat ediyor. O toprakların müminlerin kontrolünde olacağını söylüyor. Bu doğru bu olacak ve oldu da zaten. Müslümanların kontrolünde. Ama tam bir hakimiyet olacak. Yani dünya hakimiyeti olacak. Bunu vurguluyor. Siyon Dağı’ndan Allah’ın hakimiyetinin duyurulması, Mehdiyet’in dünya hakimiyetinin duyurulmasıdır. Bu da güzel bu da meşru. Çünkü Kuran’ın hakimiyeti anlatılmış oluyor. Dolayısıyla gerçek Siyonist, eğer Siyonizm denen bir şey varsa Mehdiyet olduğu anlaşılıyor. Yani İslam’ın dünyaya hakimiyeti mevzubahis oluyor. Müslümanların dünyaya hakimiyeti oluyor. Bu tarifin dışında bir tarif yok. Yani ama bizim bilmediğimiz bir bilgiye ulaştıysa Mehmet Metiner, bunu söylemesi lazım.
Siyonizm diye bir şey yok. Siyonizm, işte o bölgede Musevilerin yaşama hakkı olarak biliniyor. Yani Musevilerin dünya hakimiyeti iddiası öyle bir düşünceleri falan yok. Öyle somut bir bilgi de yok hiçbir yerde. Ama Kuran’da vardır bu bilgi, Tevrat’ta da vardır. Ama Musevi liderlerin, Musevi hükümetinin bu yönde bir beyanı, açıklaması yok. Biz sorduk o zaman. Siz dünya hakimiyeti düşünüyor musunuz? “Yok” dediler. “Biz sadece kendi bölgemizde tehlikeden uzak, baskıdan uzak yaşamayı istiyoruz. Bu kadar” dediler. Dolayısıyla bunun dışında bir şey mevzubahis değil. Onu, ne demek istediğini mutlaka açıklaması gerekir. Yani biz bunu ayetlerle açıklayabiliriz. Museviler mesela İsrail’de olacaklar. Allah ayette belirtiyor. “Siz orada doğup orada öleceksiniz” diyor. Onların vatanı orada yaşama hakları var. Ama Siyonizm denilen şey İslam’ın dünya hakimiyetidir. Allah, Hz. İbrahim (as)’a vaat ediyor. Hz. Musa (as)’a vaat ediyor. Hz. İsrail (as)’a vaat ediyor. “Müslümanlar dünyaya hakim olacak” diyor. Bu çok güzel. Kuran’ın da tasdik ettiği bir gerçek bu. Bu Mehdiyet’tir. Bu Moşiyah kanalıyla olacağını söylüyor. Yani Hz. Mehdi (as) kanalıyla olacağını söylüyor. Bu da Peygamberimiz (sav)’in hadislerine uygun. Dolayısıyla burada şaşıracak bir şey yok. Orada bir ırk hakimiyetinden bahsetmiyor. Bir inanç hakimiyetinden bahsediyor. Yani Allah’ın varlığına, birliğine inanan, geçmiş peygamberlere inanan müminlerin dünya hakimiyetinden bahsediyor.
Bir İnsan Allah’ın Farkına Vardığı Andan İtibaren Diğer Konuların Hepsi Önemini Yitirir. Okul, İş, Hayatın Her Alanı Zarureten İlgilendiği Konular Haline Gelir
Bir insan Allah’ın varlığının farkına vardı mı dünyada daha büyük bir olay olmaz zaten. Bir insanın daha büyük hiçbir konusu olmaz. Bir insan Allah’ın farkına vardı mı düğünü, okulu, yemesi, içmesi, takla atması, spor yapması hepsi hikaye olur. Hepsi zarureten yapılacak şeylerdir. Tek gaye tek amaç Allah olur. Şimdi düşün bak bir insan ne diyor? “Ben bir insanım” diyor “beni sonsuz büyük bir güç yarattı ve buraya gönderdi” diyor. “Ve şu an beni seyrediyor ve görüyor” diyor. Bu durumda bir insan ne yapar? Hayalen bir düşünün. Adam mesela bir alemden alınıp getirilip buraya konuyor ve sonsuz güç onu kontrol ediyor o an. Yemesini, içmesini, görmesini, konuşmasını her şeyini sağlıyor. Onu ne ilgilendirir o zaman? Yeme onu ilgilendirmez ki yani yemek yer ama aklı sürekli oradadır. Mecbur olduğu için yer. Evlenme de o derse yapar yoksa yapacak hali olmaz. Okul da Allah diyorsa gider okula yoksa gitmez niye gitsin? Olay çok büyük çünkü konu çok büyük. Bütün benliğini çok kökten sarsacak muazzam bir olay olmuş. Böyle bir olay varken adam uyuyamaz zaten. Yatamaz kalkamaz hiçbir şey yapamaz çünkü olay çok büyük, konu çok büyük. Sonsuz büyük bir Allah güç var, adamın nefes almasını da o sağlıyor, bakmasını da o sağlıyor, yemek yeme görüntüsünü de o sağlıyor. Başka düşünecek ne olabilir? Hayır insan bütün gücünü vermek istese bile başka şeye dikkatini veremez.
Allah’ı Unutan İnsan Dünyanın En Tehlikeli Hayvanı Olur. Allah O Varlığın Yüzünü Dünyanın En Korkunç Hayvanı Haline Getirir
Müslüman’da gevşeme de, münafıklığa giden ilk adımdır. Mesela namazda gevşeklik gösterir, temizlikte gevşeklik gösterir. Allah’ı anmada gevşeklik gösterir, dikkatini açmada gevşeklik gösterir. İslam’ı yaymada gevşeklik gösterir, güzel davranmada gevşeklik gösterir. Dikkatli bakmada gevşeklik gösterir. Sonucunda Allah onu külçeye çevirir, iğrenç bir mahlûka dönüşür. Yani dev bir hayvan, yani kokuşmuş dev bir hayvana dönüştürür. Suçunun derecesine göre çirkinliği artar. Suçun derecesine orantılı olarak Allah hem sağlığını sıhhatini bozar, hem tipini kaydırır, hem aklını götürür, hem de her yönden çökertir ama derece derece. Mesela münafığın bir ileri derecesi vardır. Mesela nitelikli münafık olur ama mesela bir de münafık vardır. Bir de münafıklığa geçiş vardır, kalbinde hastalık olması. Hasta, kafası hasta yani ama çok benzer münafığa. Fakat dalgalanıyordur yani. Bir münafık olma kararı veriyordur, bir Müslüman olma kararı veriyordur. Ayette diyor ki; “ne sizdendirler, ne onlardandırlar. Bocalayıp dururlar.” Bir türlü karar veremez. İslam’a da karar veremez, küfre de karar veremez. Ama o sallanma genellikle kopmayla neticelenir. Çünkü o tip bir sallanmada geriye dönüş nadir olur. Yani o bir nevi komadır yani ölüme doğru giden bir komadır. Komadan çıkan nadiren olur, dirilen ama çoğu ölümle neticelenir. Yani münafık koması başladığında şahıslarda zaten şeytan tam yardım ettiği için, bir de şeytani insanlar da ona yardım ettiği için, mesela münafık tıynetli birisi varsa kalbinde hastalık olan, ona kalbinde hastalık olan başka biri yardım ediyor. Onlar birbirlerini buluyorlar, Allah’ın hikmeti. Mesela kalbinde hastalık olan kalbinde hastalık olanı buluyor. Kalbinde hastalık olanın hastalığını daha da arttırır kalbinde hastalık olan diğeri. Mesela onu daha vesveselendirir, daha kuşkuya düşürür, kendine güvenini kaybettirir, Allah’a inancını daha da zayıflatır. Ama dikkatlice bakarsanız kalbinde hastalık olanların birbirleriyle çok iyi ittifak halinde olduklarını görürsünüz. Onlar ayrı bir ahbap grubudur. Dost olurlar, birbirlerini çok iyi koruyup kollarlar. Münafıklar birbirlerini korur kollar ama Müslümanların gözünden kaçan bir şey vardır. Kalbinde hastalık olanların ahbaplığı gözlerinden kaçar Müslümanların. Onu riskli görmezler, en tehlikeli şeylerden biri budur. Çünkü kalbinde hastalık olanlar münafık doğumu yaparlar. Yani pislik doğururlar bir süre sonra ve sıradan gider. Önce bir tane daha olur, arkasından bir tane daha olur, arkadan bir tane daha olur. Bunlar zaten belli eder kendini. Bakışıyla, konuşmasıyla. Bunlarda genel özellik bitaplıktır. Yani organik bir rahatsızlığa bağlı olmayan bitkinlik meydana gelir, bitaplık. Mesela namaz kılmak istemez, oruç tutmak istemez, Allah’ı anmak istemez, Müslümanların toplantısına gelmek istemez. Mesela kitap dağıtmak, almak istemez.
Seçim Yapmakta Zorluk Olmaz. Allah İnsanın Vicdanına En Doğru Seçimi İlham Eder
Seçimi Allah’a bırakmak lazım. Zor seçim olmaz. Allah insana ilham eder, vicdanına ilham eder, onu yaptın mı doğrusu olmuş olur. Ya Allah bismillah dersin seçersin. Kararsızlık iyi bir şey değil. Eziyet olur o. Şirk düşüncesinde olur o uzama. Kararsız Kasım havası. O iyi bir şey değil. Bismillah Allah deyip seçersin. Mesela ben çarşıda falan da ben hiç yormam. Bakıyorum tak şu diyorum alıyorum. Hemen o ben hissederim mesela bütün parçaları gözüm değerlendiriyor bir anda o parça beni çeker. Hemen kaderdeki parçadır o. Ben kaderdeki o parçayı hemen hatırlarım. O eşyanın bir kaderi vardır. O benim olacaktır. O bana gülerek bakar o eşya. Hissettirir kendini. Beni al der. Onun için mağazalarda kardeşler de bilirler giderim ben tak tak tak süratle. O çok çeker o parça insanı hemen hissedilir. Öbürleri soğuk durur kaderde olmayan parçalar. Kaderde olan mutlaka kendini aldırır. Kadere teslim oldun mu mesele kalmaz. Kadında da öyledir. Kadın da Allah onu yarattıysa sen onunla mutlaka dost olursun. Mutlaka sevdiğin sevgilin olur. Kaderde ise Allah’ın tecellisi olarak mutlaka olur.
Allah Sevgisini Bileni Sevmek Gerekir. Put Seven Olursa O Felaket ve Acıya Dönüşür, Allah Şirkten Mutlaka İntikam Alır
Allah sevgisini bileni sevin. Yoksa o çok büyük belaya dönüşür. Put severseniz o zehirli bir belaya dönüşür. O felaket getirir. Izdırap ve acı getirir. Allah intikam alır o zaman. Allah Kendisinin sevilmesini ister Kendi tecellisi olarak seversen kabul eder. Dindarca Allah’ı çok severek Allah’a aşık olarak tutkunun kapısını açarak olur. O zaman tutkunun kendine has müminlere has bir kapısı vardır. Cennet kapısı gibi. Cennet kapısı herkese açılıyor mu? Açılmıyor. Kime açılıyor? Mümin gördü mü açılıyor. Tutkunun, aşkın kapısı da müminlere açılır. O bir cennet kapısıdır. Sadece müminlere hastır. Cennet kapısı gibi açılır. Sadece mümini içine alır. Ve derin bir zevktir. Zevkinin şiddeti şahsın imanı, ahlakı, iradesi, aklı, Allah’a yakınlığının derecesi oranında artar. Baş döndürücü olur hatta insanı kadını mesela Allah vermesin boğulacak hale getirebilir tutkunun derecesi. Tutkudan boğulacak hale gelir ama hiçbir şey olmaz. Bazen görüyorum kadın korkuyor bir şey olacak zannediyor. Hiçbir şey olmaz. Aşktan insan ölmez. Tutkudan insan ölmez. Ama çok şiddetli heyecan duyabilir. O heyecandan korkmamak lazım.
Kalbinde Hastalık Olanlar Çalışkan Dürüst Samimi Müminlerle Bağlantı Kuramaz. Lakayıt, Şikayetçi, Dengesiz, Müminlerden Uzak İnsanlarla Birlikte Olmayı Tercih Eder
Kalbinde hastalık olanlarda çok fazla alamet oluyor. Bir kere onlar da bir gruplaşmaya gidiyorlar. Münafıklarda olduğu gibi. Hastalıklı olan adamlarla bağlantı kurabiliyor. Normal Müslüman ile bağlantı kuramıyor. Mesela imanlı, çalışkan, takva, aklı başında Müslümanlardan haz etmiyor. Böyle dinden taviz veren, İslam’a yatkın olmayan, tembel, bitkin, kaçak, göçek, yalancı, gevşek, lakayt, alakasız, Allah’ı anmayan, şikayetçi, dengesiz tipleri ararlar. Onlarla önce birliktelikleri olur. Buradan bir kere anlaşılır. İkincisi olumsuz haber yayma eğimlileri vardır. Yani her şeyin kötü yanını ararlar. Mesela binlerce nimet varsa o bir tane aleyhte bir şey bulduysa onu vurgular. Mesela mutlu olacağı yüz delil varsa o bir tane aleyhte anlayamadığı bir şeyi onun üstünde durur. Mesela bütün fiziği güzeldir. Kafasında bir şişlik vardır. Yahut kulağında bir eğrilik vardır. Ona kafayı takar. Her yerin güzel mi? Güzel. Bırak onu yani o önemli bir şey değil ki o. Yahut ayak parmağı biraz eğri oluyor ona kafayı takıyor. Bütünden mutlu olmayı bilmiyor. Allah’ın nimetlerini bütünlüğüyle değerlendirmeyi bilmiyor. Ve münafıklara imrenme vardır. Münafıkların haberlerini izleme, onları takip etme bilinçaltında onların galip gelmesini ister hastalık olan, kalbinde hastalık olan. Ama onların feci şekilde ezildiğini de görürse bu sefer tabii gayri ihtiyarı Müslümanlara yönelir. Bu çok önemlidir. Onun için münafığın kafasının ezilmesi hayatidir. Yani onların böyle eşek kafası gibi kafasının ezildiğini anlarsa çünkü Peygamber (sav) zamanında öyleydi. Münafıklar çok kudurmuşlardı ama kafaları ezilince müminler hep Peygamberimiz (sav)’den yana oldular birçoğu ama daha önce onlardan yana bayağı adam vardı eğilimli. Çünkü onlar Kuran’ı değil de hayatın gerçeklerini esas alıyorlardı. Hayatın gerçeklerini esas alan adam da dünyada çok fazladır. O yönden münafığın avantajı oluyor. Yani Kuran’la olayı değerlendiren insan sayısı azdır. Fakat mantıkla değerlendiren daha çoktur.
Mesela Maide Suresi 52’de “İşte kalplerinde hastalık olanları:” bak diyor ki “"Zamanın, felaketleriyle aleyhimize dönüp bize çarpmasından korkuyoruz" diyerek” diyor Allah. Yani hep böyle işi gücü ters gidecek, Müslümanlar dağılacak. Bu aç kalacak. Yiyecek bulamayacak, sokağa atılacak, savaş olacak. Yahut darbe olacak. Veyahut Müslümanlara bir saldırı olacak Müslümanlar buna dayanamayıp darmadağın olacaklar. Hep böyle ipe sapa gelmez ahmakça ve şeytani pis şeyler düşünür. Hastalıktan. Bak "Zamanın, felaketleriyle” zamanla ama felaketleriyle kötü olaylarla aleyhimize diyor. Lehine de değil aleyhine. “dönüp bize çarpmasından korkuyoruz" diyerek aralarında çabalar yürüttüklerini görürsün.” Birbirlerine de söylüyorlar bunu. O onu şey yapıyor, “başımıza her türlü iş gelebilir. Gittikçe çirkinleşiyorum” diyor. “Gittikçe çöküyorum” diyor. “Gittikçe daha yaşlanıyorum” diyor. “Daha da beceriksizleşiyorum. Namaz kılamaya gücüm yetmiyor. Oruca gücüm yetmiyor. Allah’ı anmaya gücüm yetmiyor” gibisinden “aralarında çabalar yürüttüklerini görürsün” bak onu görür diyor müminler. “Umulur ki Allah, bir fetih veya Katından bir emir getirecek de,” bir hakimiyet, bir üstünlük, bir güç. “onlar, nefislerinde gizli tuttuklarından dolayı pişman olacaklardır.” (Maide Suresi, 52) Yani Mehdiyet’te mesela böyle. Şimdi adam ummuyor Mehdiyet’in çıkacağını olacağını onun bitkinliği perişanlığı içerisinde ummadığı için. Ama İslam hakim olunca bin pişman oluyor yaptığına bütün rezillikleri ortada oluyor tabii. Bütün Müslümanlar da buna şahit olduğu için inkar edecek durumu olmuyor.
(“Halk neden bazı şeyleri haberdar değilmiş gibi yaşıyor?” izleyici sorusu)
Halkı uyuşturdu deccaliyet. İşte Bediüzzaman diyor ya, Peygamberimiz (sav) de söylüyor; “Sihir ve manyetizmanın nevinden” diyor “müthiş harikalara mazhar olan deccal ise” diyor “surî hükümetini bir nevi rububiyet tasavvur ederek” diyor, “ilahlığını iddia eder” diyor. “Ve bütün insanlara tesir eder” diyor Bediüzzaman, bütün insanlığa. Uyuştu insanların hatta bir yabancı şey var da mankurt diyor. Bir kısım insanların beyni uyuştu, gitti kafaları yani. Zayıf insanların beynini uyuşturdu deccaliyet. Adam kendi derdinde sadece. İşte yarım ekmek alsın, peynir. Uyuşup kalıyor akşam üşümemeye çalışıyor falan. Deccal, insanları kendiyle meşgul edecek hale getirmiş. Yani Allah'ı unutturacak her türlü tedbiri almış. Yani şeytanı Allah serbest bırakmış, o da olduğu gibi kuduruyor, bütün imkânlarıyla.