A9 TV, 15 Aralık 2017
Abdülaziz’in Dindar Olması, Darwinizm’e Karşı Olması, Homoseksüelliğe Karşı Olması, İslam Birliğini Kurmak İstemesi İngiliz Derin Devletini Delirtti. Şimdi Tayyip Hoca’ya Da O Yüzden Böyle Öfkeliler
Sultan 1. Abdülaziz, 32. Osmanlı Sultanı ve 111. İslam Halifesi. 1830, 1876 yılları arasında hükümferma oldu. Sultan 1. Abdülaziz mübarek hayatı boyunca hiç namazı terk etmedi beş vakit. Çok dindar bir sultan. Avrupa’ya seyahate gittiği zaman abdest suyunu beraberinde götürüyor. Gece-gündüz Kuran-ı Kerim okuyan bir sultan. Şehit edildiği sırada odasında küçük masanın üzerinde Yusuf Suresi açık olduğu halde bir Kuran-ı Kerim bulunuyor. Onun mübarek kanının bulaştığı bu Kuran-ı Kerim şu an Topkapı Sarayı’nda muhafaza ediliyor. Halk çok seviyordu o zaman Osmanlı halkı. Vefat ettiğini duyduklarında “babamız vefat etti” diye sokaklara çıktı halk. Boyu 2 metreydi, maşaAllah. Güreşe ve bilek güreşine çok meraklıydı, maşaAllah. Bileğini büken yoktu, başpehlivanlarla güreşiyordu tam bilinen klasik pehlivandı. Bu, Sultan Abdülaziz’in şehadetine giden süreç aynı bu FETÖ olayı gibi. Bak, adamların rahatsız oldukları nokta ne? Abdülaziz’in dindar olması bir, Darwinizm’e karşı olması dikkat edin iki, üç; homoseksüelliğe karşı olması, dört; İslam Birliğini kurmak istemesi. İngiliz derin devletini delirtti bu özellikleri. Şimdi Tayyip Hoca’ya da o yüzden böyle öfkeliler. Tayyip Hoca da homoseksüelliğe karşı, Darwinizm’e karşı, materyalizme karşı, İttihad-ı İslam istiyor, bitti. Adamların öfkeleneceği şey oluşmuş oldu. Bir de Sultan Abdülaziz’le başlatılan modernleşme ve ilerleme hamlesi, bu İngiliz derin devletinin ödünü koparttı. Çünkü heykel var, çok muazzam at üstünde kendi heykelini yaptırmış. Resim, sanat, bilim, teknoloji, ağır sanayiye her şeye girdi, çok tehlikeli buldular. Osmanlı gittikçe gelişiyordu onun devrinde.
(Papa şeytandan bahsederek şu açıklamaları yaptı: “Şeytan gerçek bir kişi, adı ve soyadı olduğuna eminim. Şeytan kötülüktür. Milano’daki sis gibi değildir, yayılan bir şey değildir bir kişidir.” Papa şeytanla iletişimden kaçınılması gerektiğini de söyleyerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Kesinlikle emin olduğum bir şey söylemek istiyorum; şeytanla diyaloga girilemez, şeytanla diyaloga girerseniz kaybolursunuz. O bizden daha akıllıdır sizi altüst eder, başınızı döndürür ve kaybolursunuz. Programı sunan Don Marco Pozza’nın “Yani şeytanın bir adı ve soyadı olduğunu mu söylüyorsunuz?” diye sorması üzerine de Papa “evet eminim” diye cevap verdi.)
Deccalı söylüyor işte nezaketiyle. Hakikaten adı soyadı var ve onun yanına giden onu kafalayacağını zannederken onun etkisine giriyor. İşte Fethullah Gülen’in başına gelen o. O kendince, kendi kafasınca onu kafalayacağını zannetti, o onu altüst etti kendine esir etti. Tabii, adeta esir oldu adam yani o ne diyorsa yapıyor. Deccalı da nezaketiyle açıklamış hayret. Normalde söyleyecek bir adam değil ama söylemiş. Herhalde yakında açıklayacağımı düşündüğü için de söylemiş olabilir. “Nasıl olsa söyleyecek niye gizleyelim ki?” falan gibisinden. Çünkü gittikçe benim açıklamalar netleşmeye başladı ya, aslında Papa’nın hiç niyeti yoktu söylemeye. Deccalı açıklamaya da hiç niyeti yoktu. Ama biraz detaya girince kafası oturdu. Bak dedim ki “felsefeci” dedim, felsefe profesörü Ordinaryüs Profesör. Detaya girince bak hemen aklı yatmış.
Deccal adına bir açıklama gibi olmuş o. Yanlışlıkla yapmış bunu iyi niyetle yapmış ama yanlış yapmış. En baba adamlarıyla gelsin eğer böyle mıh gibi çakmazsam ne diyorsa desinler. Bak kanunla hukukla, ilimle irfanla. Nereye istiyorsa, istiyorsa Milano diyorsa oraya da geleyim. Başka bir şehir söylüyorsa Milano diye niye dikkat dağıtmış onu da anlayamadım. Onun geleceği mekan belli. O sisini, buharını falan hep katlarım öyle bir dert olmaz gönlü rahat olsun. O kadar da korkmasına gerek yok. Hiçbir halt edemez hiçbir halt. Bak meydan okuyorum. Ne kadar korkmuş “Gideni yok eder” diyor öyle bir şey olmaz. O kişiliksiz, imanı zayıf adamları hakikaten yutuyor onları doğru. Ama herhalde sonunun geldiğini anlamış. Bak biz buradayız ben herhangi bir insanım, alelade bir insanım. Ben alelade bir insan olarak meydan okuyorum. Eğer şeyi yetiyorsa işte aklına güveniyorsa diyelim aklı yetiyorsa gelsin istediği yerde görüşelim. Diyaloğa girilir ve rezil, kepaze ederim, darmadağın olur öyle bir şey olmaz. Şimdilik bunu ön açıklama olarak Papa Hazretleri’ne iletelim. Bak öbürü giderken ne diyor İstanbul’dan gelirken “Mahvettiler” diyor “halbuki öyle bir yapılanma yok” diyor “İngiliz derin devleti diye bir yapılanma yok. Ama Adnan Hoca çıktı pestil gibi çiğnedi” diyor “boş yere kafanız karıştı” diyor. Şimdi de Papa da diyor ki “Aman” diyor “Deccal ile karşılaşmaya kalkmayın, sizi darmadağın eder” diyor. Yedi sülalesiyle beraber gelsin bir görelim. Bak açık açık meydan okuyorum. Özellikle de kızdırıyorum bak, damarına da basıyorum çıksın ortaya. Hiçbir halt edemez bana güvensin Papa Hazretleri.
Böyle alt ruh halinde olan yani güçsüz ruh olan kişilerde deccalin hipnoz gücü ve manyetizma gücü baskın geliyor. Onun için karşılaşır karşılaşmaz onu manyetik etki altına alıyor şahısları. Onun için Papa acayip korkmuş benim gördüğüm ama onu bir hizaya getirmiş gibi görünüyor bayağı korkmuş. Çünkü önce Darwinizm’le ilgili falan açıklamalar yaptı arkasından bunu yapıyor normal değil gelişmeler. Böyle baskın karakterli kişilerde onların üslubuyla aurası güçlü olanlarda etkili olamıyor. Ama böyle pasif olan mesela işte duygusal mesela Fethullah Gülen böyle yani kadınsı olan tiplerde hemen kontrol altına alabiliyor. “Sihir ve manyetizmanın nev’inden ve ispritizmanın nev’inden müthiş harikalara mazhar olan deccal ise bütün dünyaya etki eder” diyor. Yani az veya çok etki ediyor. Fakat asıl riskli yanı manyetik etki altına alması, adamlar robotlaşıyorlar o yüzden. Mesela getiriyor “Git, Türkiye’yi bombalayacaksın her yeri yakacaksın yıkacaksın” diyor “hemen emredersiniz” diyor adam. Kafa gidiyor aklı falan gidiyor.
Yaratılışı Sağlayan Ana Güçle Bağlantı Çok Önemli. Bu Ana Gücün Her Şeye Hakim Olduğu Açık Açık Görülüyor
Biz kainata geldiğimizde bir harikuladelikle karşılaşıyoruz yani renkli bir dünya. Bakıyoruz bir ekran bize yapışmış, o ekranın da içindeyiz, rengarenk dünya. Bilim adamlarına soruyoruz “dışarıda renk yok, ışık da yok” diyorlar “ses de yok ve zaman da yok.” Zaman beynimizde oluşuyor dışarıda zaman yok mesela bu çok acayip. Bak uzayda zaman yok. Zaman ancak onu algılayan için oluyor ve ona mahsus bir zaman oluyor. Onun algıladığı şekilde oluşuyor çünkü tamamen bir inanç şekli. İnsanlar bunu anlayamıyor, mesela uzaya gidersen orada da zaman var zannediyor. Uzayda zaman yok, algı biçimi. Şimdi biz baktığımızda hiç kendimizi zorlamadan son derece düzgün insanlar görüyoruz. Kitaplar var, Kuran var, Tevrat, İncil var, eşyalar var, buna açıklama getiremeyiz. Tek açıklaması yaratılış başka türlü bir açıklaması yok. O zaman bu yaratılışı sağlayan ana güçle bağlantı, bunun dışında hiçbir şey mantıklı olmaz. Çünkü tamamına hakim olduğu görülüyor bu ana gücün. O zaman yapılacak en güzel şey bu ana güce, asıl güce, en büyük güce tam anlamıyla bağlantı kurup bağlanmak ve onun dediklerine göre, onun isteklerine göre her şeyi hayatı yönlendirmek, bunun dışında bir yol olmaz. En akıllı davranış bu olur. Nitekim uygulamada da bunun doğru olduğunu görüyoruz. Çünkü Allah’a, Kuran’a uygun hareket edildiğinde hayat mükemmel oluyor, uygulanmadığında hayat faciaya dönüşüyor. Fiili uygulama var görülmüş yani net.
Başbakanımız Çok Değerli Bir İnsan. Kendisi Adeta Hz. Ali Gibi, Çok Mütevazi, Çok Mazlum Bir İnsan. Üslubu Çok Dürüst, Çok Sakin, Çok Candan ve Neşeli
Anne iyi baksın Tayyip Hocam’a çok da yormasınlar. Cumartesi-Pazarları dinlensin, değil mi? Haftada iki gün dinlensin. Uykular, ona çok dikkat etmek gerekiyor. Bakanlar biraz bu ağırlığı alsınlar bakanlar asıl onlar ortalığı gayet güzel şenlendirebilirler konuşkanlıkla. Başbakan Allah razı olsun çok efendi bir insan. Fakat tabii tek başına olmaz. Sırf Başbakan’a bırakmak olmaz. Hz. Ali (kv) gibi Başbakan da, maşaAllah. Çok mütevazi, mazlum bir insan bayağı dürüst üslubu. Çok güzel oluyor onun dürüst üslubu. Tam Anadolu’daki bir amcanın konuşması gibi gayet sakin, candan. Neşesi de çok güzel, hiç hırsı yok. Öyle başbakan havalarında hiç değil, değil mi, halktan bir insan. Başbakan havası hiç görmedim ben, onda öyle bir özel şekle şemaile hiç girmedi daha önceden ne ise. Tayyip Hocam da öyle, ben Tayyip Hoca’yı tanırım ta eski dönemlerden gazeteden, televizyondan, hiç üslubunda değişiklik olmadı. Cumhurbaşkanı oldum, işte baş oldum, tavrım değişsin falan hiç aynı mütevazilik aynı mazlumluk. İşte dedelerin nenelerin elini öpüyor, iki büklüm olarak öpüyor. Halkla beraber diz çöküyor yerde yemek yiyor, yine aynı mütevaziliği yani hiç değişen bir şey yok.
Fosiller Bütün Dünyada Devletler Tarafından Saklanıp Halka Gösterilmiyor. Amerika'da, Rusya'da, Her Yerde Fosiller Üzerine Oyun Oynanıyor
Benim fosiller hakkında bilgim yoktu. Akademideyken kütüphaneye gittim “fosil” diye bir kitap İngilizce. Baktım orada fosiller falan var, baktım hepsi aynısı hiç değişiklik yok üç-beş fosil. Bu fosiller nerededir acaba falan dedik. Bir ara kabuklu fosili bir tanıdık kanalıyla bize geldi taşlaşmış. İşte “bir yerden aldım” dedi sertifikası falan da var. Acayip şaşırdım dedim “nasıl oluyor Türkiye’de böyle bir şey olur mu ki?” falan hayret ettim. Sonra işte amber satıcıları falan var onlara baktık hiçbir şey yok öyle. Yani fosil diye bir şey yok sadece onu andıran böyle uydurma şeyler var. Alçıdan yapılmış böyle kötü kötü benzerleri var. Sonra internete falan baktık aa, baktık bayağı satılıyor her yerde, dünyanın her tarafında satılıyor. Baktık Türkiye’de de onun meraklısı şahıslar var. Evinde mesela fosil bulunduruyor üç-beş-on. Sonra baktık ki dünya çapında fosiller devletler tarafından saklanıyor. Fosiller devletler tarafından saklanıyor halka gösterilmiyor. Bakın bütün dünyada fosiller devletler tarafından saklanıp halka gösterilmiyor. Amerika’da, Rusya’da her yerde gösterilmiyor. Adedine baktık. Özetle fosilin üstüne bir oyun oynanıyor, çok büyük bir oyun oynanıyor. 700 milyon fosil olduğu halde bu insanlara gösterilmiyor.
(“Hristiyanlık nasıl yayıldı?” izleyici sorusu)
Hz. İsa Mesih’ten sonra talebeleri ne güzel, kiliseler oluşturuyorlar. Şehir şehir geziyorlar. Yanlarında hiçbir şey yok. Sadece kıyafetleri var. İşte çarıkları var ayaklarında. Allah her yerde yardım ediyor. Gittiklerinde orada onlara yiyecek ikram edenler oluyor. Sohbet ediyorlar Hz. İsa (as)’ın anlattıklarını anlatıyorlar işte şunu şunu. Bayağı insanların hoşuna gidiyor. “O zaman burada bir kilise oluşturalım” diyorlar. Mesela Antakya’ya geliyorlar. Antakya’da hemen orada bir bina inşa etmeye başlıyorlar taştan. Gayet güzel şık bir kilise yapıyorlar. Orada ibadet ediyorlar. Sonra biraz daha ilerliyor başka bir kasabaya gidiyorlar. Orada da kilise yapıyorlar. Orada Müslümanlarla birlikte oturuyorlar. Allah’tan, dinden bahsediyorlar. Şahane, bayağı güzel. Geçmiş bütün peygamberleri yad ediyorlar. Ama sonra bozuldu tabii. Hz. İsa (as)’a Allah dediler. Halbuki hatanın kaynağı belli. Cenab-ı Allah Tevrat’ta diyor ki, “Siz Allah’ın oğullarısınız” o sevgi ifadesi. O biyolojik baba anlamında değil. Mesela “Allah sizin babanızdır” diyor. O da biyolojik baba anlamında değil. Sevgi anlamında kullanılmış bu sözcükler. Onları aldılar gerçek anlamına çevirdiler. Biyolojik baba, biyolojik oğula çevirdiler. İşte bak burada geçiyor, diyor demek ki o da onun oğlu bu da babası. Kardeşim açık değil mi? Tevrat’ta bir sevgi sözcüğü olarak kullanılmış. Mesela çocuklara da “Allah Baba” derler Allah’tan bahsederken. Baba anlamında mı o? Sevgi sözcüğü. Yani her şeye sahip olan, koruyup, kollayan anlamındadır o. Dolayısıyla Hristiyanlık’ı bozdular. Yani o yönüyle bozdular. Hz. İsa Mesih’in geliş amacı da o. O bozukluğu düzeltmek.
(“Mağaza çalışanlarını nasıl motive ederiz?” izleyici sorusu)
Bir kere mağazada çalışmak çok zor bir iş. Yani bir insan 20 yıl aynı mağazada aynı tezgahta yani çok kısa, dar bir yer oluyor. Mesela kumaşları oradan alıyor yahut parça küçük ne varsa onları orada satıyor. Bu insanlar mübarek insanlar. Geldi mi o insana bir kere Selam vermek, hal hatır sormak, güler yüz göstermek lazım. Onunla tartışmaya girmek, malın kalitesizliği konusunda iddialı açıklamalar yapmak, pahalılığı konusunda onları üzmeye kalkmak bunlar çok ayıp ve çirkin. Kalitesiz görürsen, pahalı görürsen nezaketiyle sezdirmeden hayırlı günler dilersin, gönül alır çıkarsın. Yani tam aradığımı bulamadım dersin. Arayacağım ama bunlar da güzel, teşekkür ederim dersin. Satıcıları üzmek, yormak ahlaksızlıktır, vicdansızlıktır, zulümdür. O insanlar ayakta akşama kadar dikiliyor. Son derece zor ve gelenlerin çoğunun suratı asık. Ben acıyorum mesela bazen mağazaya giriyorum. Mesela bir hanım tezgahtar yahut hanım satıcı yani eyvah diyorum içimden böyle. Tabii denmez de. Yani mantık açısından diyorum. Musallat oluyorlar. Mesela kadınlar da bazen kadınlara, yaşlı hanımlar da falan bazen oluyorlar. Nasıl kök söktürüyorlar? Yani o kadar gergin bir ortam oluyor ki bir daha sorgulamalar. Sorgulamalar. Alacağı ufak bir şey veyahut büyük bir şey de olabilir. Ama bu kadar yormanın, hırpalamanın alemi ne? Yani dinlendirici bir alışveriş çok nadir oluyor. Yani kök söktürdükten sonra o alışverişi kabul ediyorlar. Yazık günah. Yani adamlar gidince adamlar derin bir soluk veriyor böyle. Büyük bir beladan kurtulmuş gibi. O ne az bir şey karı oluyor oradan. Yani ona o kadar eziyet etmenin alemi ne?
(“Türkiye’de en güvenilir kurumlar hangisidir?” izleyici sorusu)
En güvenilir kurumlar; Tayyip Hocam iyidir kurum olarak cumhurbaşkanlığı. MİT çok iyidir Türkiye’de çok hepsi kabadayıdır. Hepsi seçmecedir. MİT elemanı olmak çok büyük bir şereftir. Yani çok büyük bir onurdur. Yiğitlikleri, destanları bilinmiyor. Mesela bu çok acı. Mesela bak 70 aslanımızı PKK şehit etti, bilinmiyor. Sessiz sedasız defnedildiler. O canların cenazelerinde 6-7 kişi oluyor. Yani birkaç MİT elemanı oluyor. İşte Özel Harekat elemanları oluyor, emekli falan sessiz sedasız. Aileleri de onların çok sessiz olur. Hiç kimseye sezdirmezler. 30 yıl PKK’nın içinde MİT elemanı olarak görev alıyor. FETÖ’cü alçak kahpeler, karaktersiz köpekler gidiyorlar liste olarak teslim ediyorlar PKK’ya diyorlar ki “bak MİT elemanları bunlar. 30 yıldan beri içinizde faaliyet yapıyor” diye. Bir gecede benim canlarımın hepsini şehit ettiler. Şu yiğitliğe bak 30 yıl ya bu. Hangi insanın gücü yeter bu strese, bu zorluğa? Şu iradeye, azme bak. Kayaların içinde. Kayaların içinde, dağın içinde PKK elemanlarıyla iç içe MİT elemanı yaşıyor. Dağda. Kaç yıl? 30 yıl ve kesintisiz devlete bilgi gönderiyor. Anbean bilgi gönderiyor. Bu görülmüş şey mi bu? Evliyalıktır bu evliyalık. Tam cennet ahlakı bu. Şu yüceliğe, şu kabadayılığa, şu delikanlılığa bak. Bir de mesela bu aslanlara şehitlik teklifi geldiğinde müthiş sevinçliler. “Gel vur” diyor yani “istiyorsan.” Hiç umurunda bile değil. Mesela bu aslanlar tespit edildiklerinde hiçbiri fütur vermemiş. Hiçbiri. “Ne yapıyorsanız yapın?” diyorlar yani. Bu kadar yani. Yani en ufak bir korku belirtisi, en ufak bir tedirginlik yok. İşkence edilerek şehit oldular. Hiç gıkları çıkmadı, maşaAllah bak.
(Cumhurbaşkanı Erdoğan Necip Fazıl ödülleri 2017 ödül töreninde konuşma yaptı ve şunları söyledi: “Şunu biliyoruz Kudüs giderse Medine’yi koruyamayız. Medine giderse Mekke’yi koruyamayız. Mekke giderse Kabe’yi kaybederiz. Medine giderse Kabe gider demektir. Kudüs giderse İstanbul, İslamabad, Şam gider demektir. Kudüs hepimizin haysiyeti, namusu, varlık gayesi demektir. Bu bozuk düzen gün geliyor hakları elinden alınan Filistinli olarak karşımıza çıkıyor. Gün geliyor bataklıklarda son nefesini veren Arakanlılar olarak geliyor. Arakan için orada Cumhurbaşkanları, Başkanlar beraber bizzat toplantı yaptık. Duyarsız kalamayız devlerin kıvranışına cücelerin çırpınışına aldırmadan tarihin en büyük iman devini ayağa kaldırmak için gecemizi gündüzümüze katıyoruz. Eğer bugün içeriden ve dışarıdan sürekli saldırılara maruz kalıyorsak, iftiralara uğruyorsak davamıza ve onun uğruna adadığımız canımıza kastediliyorsa sebebi işte bu mücadeleden vazgeçmiyor oluşumuzdur.”)
Bu da tipik bir Mehdiyet üslubu, tipik bir Mehdiyet açıklaması Allah mübarek etsin. Allah kazasını mübarek etsin bütün Müslümanların. Gayet güzel gidiyor. Tabii ki Kudüs’te Müslümanlar olacak tabii ki Kudüs her zaman Müslümanların da, Hristiyanların da, Musevilerin de ibadet ettikleri bir şehir olacak. Ama İsrail hükümetine bir resmi açıklama yaptırsak çok iyi olacak. Coğrafi hudutlarda herhangi bir ilerlemeye niyetleri olmadığını söylemeleri çok faydalı olur. Öbür türlü olmaz onu bir netleştirelim.
(“Kıyamet koptuğu zaman Kuran’daki yazılar da silinecek mi?” izleyici sorusu)
Kuran’ı daha önce kitap olarak toplatacaklar evlerden, sokaklardan toplatacaklar. Toplatıp yakıp imha edecekler. Dolaysıyla dini eser, dini kitap hiç kalmayacak. Belki mağaralarda gizli bir yerde olabilir ama titizlikle toplayacaklar. Kuran’ın manası ref edilecek göğe yoksa Kitap illaki bir yerde saklı kalmış olabilir. Ama genel anlamda evlerde, sokaklarda herhangi bir yerde Kuran’a rastlanmayacak, hiçbir yerde rastlanmayacak. Camiler muhtemelen meyhane, eğlence yerine çevrilecek. Hiçbir yerde cami kalmayacak. Mescid yıkılacak, Mescid-i Aksa, Kubbet-üs Sahra hepsini yıkarlar, tamamı yıkılacak. Kabe-i Şerif dümdüz ediliyor. Sadece arazisi kalıyor arsası, tamamen yıkıp dağıtıyorlar. Dolayısıyla Kuran da göğe ref edilmiş oluyor, anlamı manası ref ediliyor. Sonra da arkasından zaten kıyamet kopuyor biliyorsunuz.
Öldükten Sonra Müslümanlar İçin Rahatsız Edici, Sıkıntı Verici Hiçbir Detay Olmayacak. Allah Ahirette Müslüman’a Her Türlü Sıkıntıyı Haram Kılıyor
Eğer mümin, Müslümansan öldüğünde seni kucaklar alırlar. Bayağı hoşuna gider. Hep sevdiğin, dostlarınla beraber alırlar. Yani ondan sonraki aşamaların hiçbirinde sıkıntı yoktur. Sadece iltifat ve gönül alma vardır. Mesela diyor ki “Allah sorgular” mümin sorgulanıyor. Yaptığın hayırları sorguluyor, hoşuna gidecek tarzda yapılıyor. Sen şöyle iyilik yapmışsın, böyle güzellik yapmışsın, güzellik yapmışsın. Vaktini de almaz o, süratle olan güzellikler onlar. Yani öyle sıkıcı, rahatsız edici hiçbir aşama yoktur Müslümanda. Doğrudan da cennete girer, o kadar uzayacak bir şey yok. Yani orada zaman kavramı değişiyor. Onu zaten açıklıyor, Peygamberimiz (sav) de söylüyor. Sorgulanan kişiler içerisinde en son sorgulanan kişi, “ilk önce ben mi sorgulandım?” diye soruyor. Yani zamanın ne kadar süratli geçtiğini buradan anlayın. Milyarlarca insanlar var dünyada değil mi? Bak en son sorgulanan Müslüman “ilk ben mi sorgulandım niye bu kadar kısa oldu?” diyor. Yani saniyeler hesabı demektir bu. Zaman izafi olduğu için çok net gayet açık. Mümin hiç öyle bir şey ama Allah işte ahireti göstermek, cenneti göstermek için hoşlarına gitsin diye bir şeyler oluşturuyor. Mesela bir vasıtayla Allah onu getiriyor. Vasıta derken Volkswagen araba gibi falan uyduruk bir şey değil. Yani müminlerin çok hoşuna gidecek, çok ihtişamlı, güzel şeylerle getiriliyor. Yanında da melek bulunuyor. O götürülürken ve ışıklı oluyor, gittiği araç dolayısıyla uydurma tenekeden falan o tip bir şey değil. Beğeneceği, hoşuna gideceği en kaliteli, en hoş haldedir. Ve Müslümanın ayağına en ufak bir kum bile batmaz. Rahatsız edilmez çünkü imtihanı bitmiş.
(“Hicret edenler neleri göze almalı?” izleyici sorusu)
Hicret edenler işte, yemek bulamayacağım, barınamayacağım falan gibi bir şeyler düşünmeyecekler. Orada başıma ne gelir, saldırırlar mı falan bunlar olmaz. Her yer Allah’a ait. O kaldığı yerde de her şey olabilir, gittiği yerde de olabilir. Tevekkül ederse hiçbir şey olmaz. Mesela Peygamberimiz (sav) Müslümanları Habeşistan’a gönderdi. Acayip rahat ettiler. Necaşi’nin yanına gönderdiler. Çok güzel ağırladı onları; saygı, hürmet etti. Kalpler Allah’ın elinde. İstese o adam onları kırar geçirirdi. Hatta müşrikler de geldiler, ta oradan Necaşi’nin yanına geldiler. Dediler, “Müslüman bunlar. Bunlar sapkın, anormal adamlar. Yalan söylüyorlar, oyun oynuyorlar. Her türlü ahlaka mugayir şeyi yapıyorlar” diye iftira attı müşrikler. “Bunları ülkenden gönder” dediler. “Bunlar buralarda duracak adamlar değil” dediler. Necaşi “hayır” dedi. “Ben onlar hakkında öyle düşünmüyorum. Ben gördüğüme inanırım. Onlar iyi insanlar” dedi. “Ben burada barınmalarını, burada kalmalarını istiyorum” dedi. Gayet güzel onlara baktı. Her şey verdi; ev verdi, yiyecek verdi, imkan tanıdı. Çok uzun süre kaldı Müslümanlar Habeşistan’da. Hristiyan bak bu insanlar. Ama Hristiyan düşmanlarına sorsan, Hristiyanlar onlara göre çok kötü. Halbuki bak, Müslümanlar onların yanına hicret edip gidiyorlar. Dolayısıyla hicrette onlar düşünülmez. Allah’a tevekkül edilir. “Ne yapacağım, ne edeceğim, geleceğim ne olacak?” falan bunlar haram olur. Müslüman’ın söyleyeceği sözler değil.
(FETÖ PYD’ye yönelik soruşturmada hakkında dava açılan tutuklu sanık Mehmet Tabanca duruşmada örgüt elebaşısı Fethullah Gülen’le ilgili “ben onu Mehdi olarak gördüm” dedi.)
Hadi canım Mehdiyet’e karşı Mehdi olarak nasıl göreceksin? Adam Mehdiyet’i kökten reddediyor neyi Mehdi olarak göreceksin? “Mehdiyet diye bir şey yok” diyor adam. “İttihad-ı İslam diye bir şey yok” diyor bir kere. Mehdiyet’i ayrı zaten kabul etmiyor da “İttihad-ı İslam diye bir davamız yok” diyor “o dava da olmaz” diyor. O zaman bitti. O Türkiye parçalanınca nereleri kurtaracak onlara bakıyor. Allah esirgesin. Kuran’la bir kere başı dertte adamın haşa. Kuran’ı kabul etmeyenin Mehdi’yi kabul edecek durumu olur mu? Adamdaki pervasızlığa bak bir de nasıl sakin anlatıyor. Dinsizsen git komünist olduğunu söyle. Ne uzatıyorsun? Niye kafana takke takıp Müslümanların karşısına çıkıyorsun? O takkenin ne anlamı var? Söyle komünist olduğunu söyle, ateist olduğunu söyle bitsin. Niye Müslümanları aldatıyorsun?
(“Hristiyanlar sırf Hristiyan oldukları için cehenneme mi gidecek?” izleyici sorusu)
Öyle bir şey yok. Hristiyanlar Müslümandır. Allah'ın birliğine, varlığına, ahirete iman ederler. Aklı başında hiçbir Hıristiyan’da da ben “Hz. Muhammed yalan söyledi” dediğini görmedim. Bizim Hristiyan dostlarımız geliyor. Biz soruyoruz “Hz. Muhammed hakkında ne diyorsunuz?” “Evet” diyorlar “gerçek bir Peygamber, doğru, belli, yalan söylediğini iddia etmeyiz. Haşa” diyorlar. “Öyle bir şeyi hiç kimse söyleyemez, dürüst bir insan görülüyor” diyorlar. O zaman Müslüman işte. Hz. Muhammed (sav)’i kabul ettikten sonra bütün peygamberleri kabul ediyorsa, Allah'ın birliğini kabul ediyor bitti. Hatta ben Ermeni kardeşlerimiz gelmişti sormuştum. “Hocam” dedi “Şimdi aslında Allah'ın oğlu diyoruz ama sembolik anlamda diyoruz. Gerçekten biyolojik anlamda oğlu gibi değil” dedi. “Allah'ın sevdiği anlamında biz de Allah'ın oğullarıyız, hepimizi Allah seviyor. Babamızdır Allah bizim, bizi korur kollar o anlamda” diyoruz “yoksa biyolojik olarak bunu çocuk olsa bilir” diyor. “Allah insan değil ki” diyor “evlensin, karısı olsun, çocuğu olsun böyle bir şey olmaz zaten” diyor tamam mümin. Ama adam hakikaten inanıyor bazı tipler var Allah’ın o kişi ile hani böyle ilişkiye girdiğini ondan çocuğu olduğuna inanıyor. Allah onu haram kılıyor “bu olmaz” diyor yoksa sevgi anlamında diyorsa “Allah benim babamdır” o koruyan kollayan anlamında diyorsa bir şey yok onda. Bütün insanlık için “Allah’ın oğullarısınız” diyor Tevrat’ta “sizler Allah’ın oğullarısınız” yani korunan kollanan anlamına geliyor yoksa biyolojik oğlu anlamında değil.
(“Bir insanın hata yaptıktan sonra, tekrar hataya düşüyorsa kalbinde hastalık mı vardır?” izleyici sorusu)
Aslında o kadar pişman olmamış anlamına geliyor. Çünkü ciddi pişman olsa ödü kopar. Vasat bir pişmanlık “bir daha yapmayacağım.” Mesela sigara içenlerde oluyor o içiyor “pişman oldum bir daha içmeyeceğim” diyor sigara paketini eziyor ertesi gün sigarayı görüyor “yok içeyim” diyor. Bu sıradan bir pişmanlık ciddi bir pişmanlıkta adam sarsılır zaten çok rahatsız olur korkar ve yapamaz. Ciddi derin pişmanlık gerekir. Azimli, kararlı ciddi pişmanlık. Tabii bu Allah sevgisi ile elde edilebilir. Allah’ı ciddi şekilde düşünmekle elde edilir. Allah’ın gücünü kavramada delil geliştirmek lazım. Mevcut bildiği delilleri bir yere yazıp sık sık aklında tutması gerekir kişinin eğer hatırlayamıyorsa. Şu an biz bir magma yığının üzerindeyiz şu an bu çok büyük olay. Atomlardan oluşuyoruz bu çok büyük bir olay, gölge varlığız. Düşününce insanın nefesi kesilecek olaylar var. Ama düşünmezse gaflete düşerse bunları fark edemez. Gafletle mücadele edilmesi lazım. Düşünmeme inadı var insanların mecburen düşündürecek sistemler kurmak lazım. Radyolarda, televizyonlarda sık sık Allah’ın gücünü hatırlatan kısa konuşmalar olsa insanlara çok çok büyük faydası olur.