Tarihin bazı dönüm noktaları vardır. Bu dönüm noktaları, daha önce var olan sosyal yapıları değiştirir ve yeni yapılar oluştururlar. Bu dönüm noktalarının biri, 18. yüzyılda Avrupa'da gelişen ve adına "Aydınlanma" denen fikir akımıydı. Bu akımla birlikte gelecek dönemlerde yaşanacak olan manevi çöküşün temelleri atılıyordu. Aydınlanma fikrini savunanların ortak özelliği, din ahlakına şiddetle karşı çıkmalarıydı. İnsanların din ahlakına göre değil, sadece kendi mantıklarına göre yaşamaları gerektiği gibi batıl bir düşünceyi savunuyorlardı. İnsan aklının sözde, vahiyden daha önemli bir yol gösterici olduğunu zannediyorlardı. Ne kadar büyük bir yanılgı içinde oldukları ise, bir süre sonra delilleri ile görülmeye başlandı.
Tahmin edilebileceği gibi, Aydınlanma'nın temel dayanağı ateizmdi. Aydınlanmacıların din ahlakına karşı çıkmalarının temelinde, Allah'ın varlığını kabul etmemeleri yatıyordu. Aydınlanma fikri 19. yüzyılda daha da gelişti. Bu felsefenin tam bir egemenlik sağlaması için, öncelikle bilime egemen olması gerekiyordu. İnkarcı bir ideoloji olan materyalist felsefe bilime empoze edildi. Laplace bu felsefeyi uzaya uyarladı. Charles Darwin aynı işi doğabilimleri alanında yaptı ve evrim teorisini ortaya attı.
19. yüzyılın sonlarında, ateistler, kendilerince herşeyi açıkladığını sandıkları bir ``dünya görüşü`` oluşturmuşlardı: Evrenin yaratıldığı gerçeğini inkar ediyor, buna karşı ``evren sonsuzdan beri vardır, başlangıcı yoktur`` yanılgısını savunuyorlardı. Evrendeki düzen ve dengenin sözde tesadüflerin sonucu olduğunu ileri sürüyor, kainatta hiçbir amaç bulunmadığını iddia ediyorlardı. Canlıların ve insanın nasıl var olduğu sorusunun ise Darwinizm tarafından açıklandığını sanıyorlardı. Tarih ve sosyolojinin Marx ve Durkheim, psikolojinin ise Freud tarafından ateist temellerde açıklandığını zannediyorlardı. Oysa, bunların hiçbiri gerçeği yansıtmıyordu ve 20. yüzyılda hiç beklemedikleri bir şey oldu.
Materyalist Teorinin Yıkılışı
Geliştirdikleri materyalist teori ve modellerin her biri, 20. yüzyıldaki bilimsel, siyasi ve toplumsal gelişmelerle yıkıldı. Astronomiden biyolojiye, psikolojiden toplumsal ahlaka kadar pek çok farklı alandaki bulgu, tespit ve sonuçlar, ateizmin tüm varsayımlarını temelinden çökertti.
Bir sosyalbilimci olan George Weigel, The Desecularization of the World (Dünyanın Sekülerlikten Çıkması) adlı kitabının girişinde şunu şöylüyor:
"Bugün dünya, daha önce de olduğu gibi son derece dindardır, hatta eskiye göre daha bile dindardır".
Buna vesile olan bilimsel gelişmelerin, hep aynı dönemde, yani 1970`lerin ikinci yarısından itibaren başlamış olması ise oldukça dikkat çekici bir durumdur. Evrenin bir Yaratıcısı olduğu gerçeğini vurgulayan astronomik deliller, ilk kez 70`lerin ortasında güçlü bir şekilde ileri sürülmüştür. Darwinizm`e yönelik bilimsel eleştirilerin bilim dünyası içinde yüksek sesle dile getirilmesi, yine 70`lerin sonlarında başlamış bir süreçtir.
Aynı dönemde sadece bilim alanında değil, felsefe, toplum, siyaset, sanat gibi farklı alanlarda yaşanan pek çok gelişme de, ateizmi ve ona dayanan seküler dünya görüşünü inişe geçirmiştir. Komünizm veya faşizm gibi din dışı ideolojilerin çökmesi, insanlara sahte mutluluklar vaad eden ve kendilerince din ahlakına alternatif olma çabasındaki bu gibi modellerin aldatıcı olduğunu pek çok insana gösterdi. 68 kuşağı ile sembolleşen hümanist felsefe ve hippi rüyası da boş çıktı.
ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki Soğuk Savaşın bitimi, dünyayı ideolojilere göre tarif eden yapay dönemin de bittiğini gösteriyordu. Soğuk Savaşın ardından ortaya çıkan yeni dünyada, dinler en önemli kimlikler haline geldiler.
Din Ahlakına Yöneliş Artıyor
Bu dönüşümün çok hızlı olduğuna dikkat etmek gerekir. Bundan 20 yıl önce, İslam dünyasından, Ortodoks dünyasından veya Hristiyan medeniyetinden söz etmek mümkün değildi, çünkü bu medeniyetler Soğuk Savaşın yapay ideolojik kamplarına bölünmüşlerdi. Bugün ise bu medeniyetler belirleyici duruma gelmişlerdir. Bu durum, medeniyetler arasında dostluğun ve kardeşliğin inşa edilmesi için çok değerli bir fırsattır. Ve Allah'ın izniyle, söz konusu barış ve dostluk ortamının öncüsü samimi olarak iman eden, Kuran ahlakını yaşayan ve Peygamber Efendimiz (sav)'in sünnetini izleyen Müslümanlar olacaktır.
Din ahlakına yönelişin her geçen gün daha da arttığı açık bir gerçektir. Princeton Üniversitesi'nden Robert Wuthnow şöyle der:
"Din ahlakının artık önemini yitirdiği yönündeki yanlış inanç hala yaşamaktadır, özellikle de kendilerini din ahlakından çok uzak olarak gören üniversite çevresinde. (Ama gerçekte) din ahlakı sadece yaşamakla kalmamıştır, aksine daha da gelişip güçlenmektedir.''
Ve bu durum bizlere tarihin önemli bir dönüm noktasında olduğumuzu açıkça gösterir. Din ahlakına karşı asırlardır yürütülen organize mücadele boşa çıkmıştır. Din ahlakına karşı yapılan mücadelenin başarısızlığını Allah kaderde belirlemiştir. Bir Kuran ayetinde Allah şöyle buyurur:
``Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler istemese de Allah, Kendi nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor.`` (Tevbe Suresi, 32)