20. yüzyıl büyük savaşların, soykırımların, katliamların yaşandığı çok kanlı bir asır oldu. Bu yüzyıl boyunca onmilyonlarca insan savaş ve çatışmalar nedeniyle hayatını kaybetti, milyonlarcası yaralandı, sakat kaldı, milyonlarcası da evinden, yurdundan çıkmak zorunda kaldı. Yıllar süren bu savaşlar ülke ekonomilerine çok büyük bir yıkım getirdi. Bu dönem boyunca ülkeler bütçelerinin büyük bölümünü silahlanmaya, askeri güç artırımına ve askeri yatırımlara ayırdı. Bir çığ gibi büyüyen nükleer yarışın sonucunda, birçok ülkede etkileri asırlar boyunca yok olmayacak derin yaralar açıldı. Yıllar süren savaş ekonomisi insanları her geçen gün daha büyük bir sefalete doğru sürükledi, açlık ve salgın hastalıklar nedeniyle toplu ölümler yaşandı. Bu savaşlar sırasında en çok zulüm görenler ise savunmasız insanlar, kadınlar, yaşlılar ve masum çocuklar oldu.
Bu savaşların ve zulümlerin sorumlusu olan ideolojilerin başında ise, materyalist felsefeyi savunan, dini, ahlakı, aile kurumunu ve her türlü manevi kavramı kökünden reddeden komünizm geliyordu. Komünist hükümetlerin iktidarda olduğu ülkelerde savaşların yıkıcı etkilerinin yanısıra, insanlara sistemli bir zulüm ve beyin yıkama politikası uygulandı. Sonuçta toplum, hem manevi hem de maddi açıdan çok büyük bir felakete sürüklendi.
Her türlü ahlaki ve manevi değeri kendilerine düşman bilen komünist yönetimlerin en büyük hedefi ise dini değerler oldu. Komünist liderlerin insanların dini inançlarını yok etmek ve tüm dini kurumları ortadan kaldırmak için başlattıkları kampanya zaman içinde meyvelerini verdi ve günümüzdeki ahlaki açıdan çökmüş toplum modeli ortaya çıktı.
Bugün eski Doğu Bloku'nun meyveleri ortadadır: Mafyanın ülke ekonomisine hakim olduğu, gençlerin uyuşturucu ve alkol bataklığına saplandığı, fuhşun en yaygın meslek haline geldiği ve çocukların dahi fuhuş bataklığına itildiği bu toplum modeli, dine düşman komünist ahlakın sonuçlarını gözler önüne sermiştir. Dini ve ahlaki değerler olmayında, insanlar materyalist bir eğitime tabi tutulduğunda bir ülkede nasıl bir hayatın hakim olacağını tarih, belgeleriyle tüm insanlığa kanıtladı.
Aslında bu çarpık sistemin bugün geldiği durumu daha iyi anlayabilmek için Rusya ve Çin gibi ülkelerin karanlık tarihlerine kısaca bir göz atmak yeterlidir. Çünkü bu ülkelerdeki halk, dini ve ahlaki değerlerden uzaklaştırılmak için çok uzun süreli bir eğitime tabi tutulmuş, sadece maddenin var olduğuna şartlandırılmış ve tüm manevi değerlerden uzaklaştırılmıştır. Bunun sonucunda ortaya çıkan ise tüm insanlık için adeta bir ibrettir.
Materyalizmin Ahlak Anlayışı
Diyalektik materyalizmin kurucuları ve komünist ideolojinin fikir babaları olan Karl Marx ve Frederich Engels koyu birer ateisttiler. Evrendeki tüm gelişmelerin çatışma (diyalektik) sayesinde elde edildiğini iddia etmiş, bu düşünceden yola çıkarak ideal bir toplum modeline ancak komünist bir devrimle ulaşılabileceği sonucuna varmışlardı. Dine karşı çok büyük düşmanlık besleyen bu iki ideolog, fikirlerini hayata geçirebilmek için de öncelikli olarak dinin ortadan kaldırılması gerektiğini savunmuşlardı.
Marx ve Engels'in materyalist fikirleri, günümüzde tüm materyalist filozoflar ve bilim adamları tarafından da ısrarla savunulmaktadır. . Cornell Üniversitesi profesörlerinden William Provine, materyalizmin dine ve ahlaka bakış açısını şu şekilde dile getirir:
Modern bilim ortaya koymaktadır ki, dünya tümüyle ve sadece mekanistik prensiplerle işlemektedir. Doğada hiçbir amaç ve amaçsal prensip yoktur. Rasyonel olarak bulunabilecek Tanrılar ve düzenleyici güçler de yoktur. İkincisi, modern bilim ortaya koymaktadır ki, insanoğlu için hiçbir 'daimi ahlaki kanun' ya da 'mutlak yol gösterici prensip' yoktur. Üçüncüsü, şu sonucu varmamız gerekir ki, öldüğümüz zaman ölürüz ve bu bizim mutlak sonumuzdur. (Philip Johnson, Darwin On Trial, 2.b. Illionis: Intervarsity Press, 1993, s. 126)
Provine'in "modern bilim" dediği şey aslında bilimle bir ilgisi olmayan materyalist felsefedir. Provine ve benzeri diğer materyalistler, bu felsefeyi bilim kisvesi altında sunmaktadırlar.
İşte, Marx, Engels ve onların Lenin, Trotsky gibi takipçileri, üstteki alıntıda ifade edilen felsefeyizor yoluyla hayata geçirmek istiyorlardı. Bu nedenle de hedeflerine öncelikle Allah inancı ve din engelini aşarak başlamak istediler. Marx belki bu fikirlerini hayata geçirememişti, ancak onun ölümünden sonra bu devrim projesini uygulamaya geçiren kişi Lenin olmuştu.
Rusya'ya Çöken Karanlık
Rusya'da "Bolşevikler" adı verilen komünist militanlarla birlikte gerçekleştirdiği 1917 devrimi ve onu izleyen kanlı bir iç savaştan sonra iktidarı ele geçiren Lenin, kendinden sonra nasıl kanlı bir politika izleneceğinin de işaretlerini vermişti. Kendisine ve komünist sisteme karşı gelen herkesi kurşuna dizdirmiş, ülke içinde yaşanan iç savaş tam üç yıl sürmüş, Rusya tam bir harabeye dönüşmüştü. Lenin bu kanlı savaş sonunda dünyanın ilk totaliter tek parti diktatörlüğünü kurmuştu. Bu dönemde Rusya ekonomik açıdan tam bir felce uğramıştı, fakir halktan zorla vergi alınıp, açlık ve sefaletin dozu giderek artırılıyordu. Üretim alanları, fabrikalar, işletmeler devletleştirilmiş ve bu girişimlere de kimse karşı koyamamıştı. Çünkü karşı koyanların sonu herkes tarafından çok iyi biliniyordu. Uyguladığı politikalarla yakın çevresinin dahi nefretini kazanan Lenin'in 1924'teki ölümü sonrası Komünist Parti'nin başına dünyanın en kanlı diktatörü sayılan Stalin geçti.
Stalin, 30 yıl süren iktidarı boyunca, adeta komünizmin ne denli acımasız bir sistem olduğunu ispatlarcasına bir korku imparatorluğu kurdu. Ülkeyi "komünizm projesini" gerçekleştirme adı altında açlık ve sefalete sürükleme, baskıcı yönetim, köylü halkın zorla çalıştırılması ve mallarına el konması, dini yaşama haklarının tamamen elden alınması hepsi bu kanlı diktatör döneminde hızlandırılmıştı.
Stalin'in ilk önemli icraatı, Rusya nüfusunun yüzde 80'ini oluşturan köylülerin tarlalarına devlet adına el koymak oldu. Özel mülkiyeti yok etmeye yönelik bu politika gereği, Rus köylülerinin bütün mahsulü silahlı görevliler tarafından toplandı. Bunun sonucunda, çok şiddetli bir açlık baş gösterdi. Yiyecek hiçbir şey bulamayan milyonlarca kadın, çocuk ve yaşlı açlıktan yaşamını yitirdi. Kazakistan nüfusunun yüzde 20'si açlıktan öldü. Kafkasya'daki ölü sayısı bir milyonu aştı. Stalin, bu politikasına direnmeye çalışan yüz binlerce insanı, Sibirya'daki çalışma kamplarına yolladı. Tutsakların çok ağır şartlarda ölesiye çalıştırıldıkları bu kamplar, bu insanların çoğuna mezar olacaktı. Öte yandan on binlerce insan, Stalin'in gizli polisi tarafından idam edildi. Aralarında Kırım ya da Türkistan Türkleri'nin de bulunduğu milyonlar, Rusya'nın uzak köşelerine zorla göç ettirildi.
Stalin, tüm bu kanlı politikaları sonucunda yaklaşık 20 milyon insanı katletti. Tarihçilerin bildirdiğine göre, bu vahşetten özel bir zevk duyuyordu. Kremlin'deki çalışma masasına oturup, toplama kamplarında öldürülen ya da idam edilen insanların sayılarını içeren listeleri incelemekten büyük keyif alıyordu. Stalin döneminde devlet terörü sadece sistemi eleştirenlere ve aydınlara zarar vermekle kalmamış, herkes kendini tehdit altında hisseder hale gelmişti. En ufak bir "muhalefet"i olduğu düşünülen insanlar, kitleler halinde "Gulag" adı verilen toplama kamplarına dolduruluyor ve katlediliyordu. Stalin terör sayesinde ülkenin tümü üstünde mutlak iktidarını kurdu.
25 yıl iktidarda kalan Stalin öldükten sonra geride kalan, fakir ve zavallı bir halktı.
Lenin ve Stalin'in Mirası
Günümüz Rusya'sında ve eski Doğu Bloku ülkelerinde yaşanan şiddetli ahlaki dejenerasyon da Lenin, Stalin, Brejnev gibi komünist diktatörlerin yönetimi altında, Sovyet toplumundaki tüm manevi ve ahlaki değerleri ortadan kaldırmasının bir sonucudur. Çünkü bu toplumların çoğunluğunu oluşturan dinsiz ve her türlü ahlaki değerini yitirmiş olan insanlar hayatta kalabilmek için öldürmeyi, çalmayı ve fuhuş yapmayı normal görmekte, insanlara, çocuklara zulmetmekten zevk almaktadırlar. Bunlar din karşıtı bir sistemin insanlar üzerindeki yıkıcı etkilerinden sadece birkaçıdır.
Rusya'da şu anda 3 milyona yakın düzenli uyuşturucu kullanıcısı olduğu biliniyor. Uyuşturucuya bağlı cinayetlerin sayısı da günden güne artmakta. 2000 yılında güvenlik kuvvetleri sadece bu nedenle 27.500'den fazla cinayete rastladıklarını bildiriyorlar.
Fuhuş ise çocuklara kadar inmiş durumda. Öyle ki Rus yetimhanelerinde yaşayan çocuklar bu ticaretin içine itilmiş durumdalar. Devlete emanet edilen bu çocuklar hem fuhuş hem de organ mafyasının elinde ticaret aracı şeklinde kullanılıyorlar. Hatta pekçok ülkede çok ciddi cezai yaptırımları olan çocuk pornografisi Rusya'da önemli bir cezai yaptırım dahi içermiyor. Bu da Komünist Rus yönetiminin insana verdiği değeri gösteren önemli bir gerçek.
İnsanların aynen materyalist felsefenin öngördüğü gibi birer "gelişmiş havyan" haline geldiklerini, Rusların Çeçenlere karşı yürüttükleri vahşette de görmek mümkün. Bazı gazetelere açıklamalarda bulunan Rus askerleri, Çeçenlere nasıl işkence yaptıklarını, kadınları ve çocukları nasıl vahşice öldürdüklerini gülerek anlatıyor ve bundan hiçbir rahatsızlık duymadıklarını ifade ediyorlar. Örneğin bir Rus askeri Los Angeles Times gazetesine "Bir çeçen kadın savaşçı vardı. Ayaklarını çelik kablolarla bağladıktan sonra iki zırhlı araçla çekerek kadını ortadan ikiye ayırdık. Çok kan aktı, ama arkadaşların buna ihtiyacı vardı" şeklinde bir itirafta bulunurken, kahkaha atmaktan kendini alamıyor. Hiçbirşeyden haberi olmayan masum bebeklerin iç organlarını nasıl parçaladıklarını, hamile kadınlara yaptıkları akıl almaz işkenceleri, bunlardan ne kadar zevk aldıklarını vurgulayarak anlatan Rus askerlerinde herhangi bir insani ifade görmek de mümkün değil. İşte "her şey maddedir ve her gelişme ancak çatışmayla elde edilir" diyen materyalist felsefenin oluşturduğu insan modeli...
Kızıl Çin'in Terör Mirası
Stalin, komünist devrim projesini Rusya'da hayata geçirdi ve bu şekilde arkasında 20 milyon ölü bıraktı. Bunun ardından bir başka komünist rejim de Çin'de kuruldu.
Mao Che Tung'un önderliğindeki komünistler, uzun bir iç savaş sonucunda, 1949 yılında, iktidara geldiler. Mao, 1949'dan 1976 yılına kadar kendisine büyük destek veren müttefiki Stalin gibi, baskıcı ve kanlı bir rejim kurdu. Maocu dönem olarak bilinen sürede Çin, sayısız politik idama sahne oldu. Orduyu, Komünist Parti tarafından kurulan kadın ve erkekli komünist birlikler oluşturuyordu. İlerleyen yıllarda Mao'nun "Kızıl Muhafızlar" adını verdiği genç militanları, ülkeyi tam bir terör ortamına sürükledi.
"Sosyalist değişme ve eşitlik hakları" adı altında daha önce Rusya'da uygulanan ekonomik rezaletlerin bir kopyası Çin'de de yaşanmaya başlandı. Hikaye yine aynıydı. "Sınıfsal mücadele" adı altında halkın her türlü haklarının ellerinden alınması ve mallarının devlet yararına alıkonması. Kendilerini yoksulların sığınağı ve halkın kurtarıcıları olarak gösteren komünist dikta yönetimi, Rusya örneğinde olduğu gibi halkın tarlalarına, hayvanlarına, ürünlerine ve tüm mülklerine el koydu.
"Sosyal adalet" iktidardakileri ve yandaşlarını beslemeye ve zenginleştirmeye yararken, "hakları savunulduğu" iddia edilen halk ise açlıktan ölüyordu. Ülkede ekonomik sorunlar gitgide büyüdü ve sorunların çözülmesi için radikal reformlara gidildi. Denenen her reform toplumsal kargaşayı daha da artırdı. Her başarısızlığın karşılığında yüzbinlerce hatta milyonlarca insan öldü. Coğrafi dağılımı son derece geniş olan ülkede, Mao, kendi halkına ve özellikle de azınlıklara karşı büyük bir soykırım uyguladı.
Her türlü yetkiyi elinde bulunduran komünist parti hiyerarşisi ve diktatör Mao, ülkeyi tamamen içe kapatarak, basın-yayın ve haberleşme özgürlüğünü kendi tekeline aldı. En ufak bir eleştiri veya hükümet politikasının sözlü bir protestosunun karşılığı ise idam oldu. Azınlıkların kültürünü, tarihini, dil zenginliğini anlatan ve yazan yazarlar, sanatçılar ve bilim adamları bu kanlı dikta tarafından toplu halde yok edildiler. Halen daha Komünist Çin'de gelişen olayları BM dahil hiç bir kurum ve kuruluş doğru ve eksiksiz olarak öğrenememektedir. Bu konudaki en önemli örnek önceki yazılarımızda bahsettiğimiz Doğu Türkistan'da Uygur Türkleri'ne karşı yürütülen soykırımdır. "Gerçek kurtuluşa götürecek tek yol" aldatmacasıyla hareket eden komünist rejim, "kesintisiz ve durmaksızın komünizme varış" hedefi için bu halka karşı insanlık dışı işkenceler yapmış, yıllarca acımasızca zulmetmiştir.
Din Yerine "Kızıl Kitap"
Dini inançların yok edilmesi her komünist rejimin temel hedefidir. Bunun için sistemli bir baskı ve propaganda yöntemi uygulanır. Dini inançların yerini ilahlaştırılmış liderlerin ürettikleri felsefeler alır. İşte Uzakdoğu'nun en önemli İslam karşıtı güçlerinden biri olan Çin'de de Mao döneminden itibaren insanların elinden din ve vicdan hürriyetleri alındı. Din adamları korkunç işkencelere maruz kaldılar, camiler ve ibadethaneler kapatıldı. Materyalist sistemin önünde en büyük ve yıkılmaz engel olarak duran dinin anlatılması yasaklandı.
Her yerde anlatılan ve konuşulan tek şey totaliter ve baskıcı liderin yanılmazlığı ve üstünlükleri oldu. Okullarda öğrencilere Mao'nun sapkın felsefesini anlatan "Kızıl kitap" okutuldu. Ahlak kavramını insanın gelişmesine en zararlı şey olarak gören materyalist felsefe gençlere ve çocuklara aşılandı. Komünist sistemin menfaati için her türlü ahlaksızlığın yapılabileceği, hatta bir insanın rejimin menfaatleri için annesini bile gerektiğinde öldürmesi gerektiği öğretildi.
Komünist ideoloji aile kavramını da ülkenin genel anlamda zararına görüyordu. Bu felsefe, Çin'de milyonlarca ailenin parçalanmasıyla sonuçlanmıştır. Sözde devlet ekonomisinin ihtiyaçları ön planda olduğu için aileler bölünmüş, çocuklar kreşlerde büyütülmüş ve aileler senede ancak bir defa bir araya gelmiştir. Aslında tüm bunlar her insan için önemli ibretler taşımaktadır. Çünkü bugün dünyanın dört bir yanında hala komünizmin yayılması için çabalar yürütülmektedir. Komünizmin geldiği bir ülkenin uğrayacağı son ise Rusya'dan veya Çin'den farklı olmayacaktır.
Ayrıca, komünist bir görünüm taşımasa da, Darwinizm'i ve materyalizmi telkin eden her türlü siyasi ve sosyal sistemin de Rusya veya Çin'den farklı sonuçlar doğurmayacağını bilmek gerekir.
Materyalizme Karşı Tek Çözüm
Bir milleti katliamların, zulümlerin, açlığın ve insaniyetsizliğin egemen olduğu bu felsefelerden korumanın tek yolu ise, özellikle gençlerin din konusunda bilinçlendirilmeleridir. Gerçek dini bilmeyen ve dolayısıyla dinin getirdiği ahlaktan yoksun olan dinsiz insanlar materyalizmi ve onun siyasi sonucu olan komünizmi kolaylıkla benimseyebilirler. Bu nedenledir ki, materyalistler dini karşılarındaki en önemli ve etkin güç olarak görmektedirler. Hurafelerden arınmış gerçek dinin anlatılmasının yanısıra, komünizmin temel felsefesinin yanılgıları ve nasıl bozuk bir temel üzerine kurulduğunun delilleri ile anlatılması da bir milleti böyle bir felaketten koruyacak önlemler arasındadır.
Yüzyıllardır insanların karşı karşıya oldukları sorunlara çözüm getirilememesinin nedeni çözümün hep yanlış sistem ve inançlarda aranmış olmasıdır. Oysa çözümü, tüm insanlar arasında adaletin, huzurun, refahın ve barışın sağlanacağı evrensel bir gerçekte aramak gerekir. Dünyayı bu çözülmemiş sorunları ile kabullenmek, olaylara seyirci kalmak veya tüm bu sorunların çözüldüğü bir ortamı uzak ve erişilmez görmek büyük bir hata olur. Çünkü tüm insanları yaratan Allah onların en rahat edecekleri, refah, huzur ve güven duygusu içinde yaşayacakları sistemi de yaratmış ve bunu insanlara Kuran aracılığı ile bildirmiştir. Allah'ın "Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik." (Nahl Suresi, 89) ayetinde de bildirdiği gibi, Kuran her konuda insanlara yol göstericidir.
Allah'ın Kuran'da bildirdiği ahlak, tüm hurafelerden arınmış olarak insanlara anlatıldığı ve insanlar Kuran ahlakını yaşamaya özendirildikleri takdirde, dünya üzerinde var olan tüm sorunlar çözülecektir. Çözüm Kuran ahlakında olduğuna göre de, Kuran'ın tüm insanlara anlatılması vicdan sahibi insanların üzerinde büyük ve önemli bir sorumluluktur.