RAMAZAN 2008, 6. GÜN
ucgen

RAMAZAN 2008, 6. GÜN

32222



Allah’ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O’dur; beşin altıncısı da mutlaka O’dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir.
(Mücadele Suresi, 7)





  “Şirk ümmetimde düz taşta karanlık gecede karıncaların gezinişinden daha gizlidir. Alameti, adaletsizlikten dolayı muhabbet, ve adaletten dolayı da buğz etmektir. Ve din, Allah için sevgi ve Allah için buğzdan başka nedir? Allah Teala buyurdu ki:"Eğer siz Allah'ı seviyorsanız Bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin.”
(G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 1. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 215/16)
 



Cahiliye Toplumundaki Çarpık Anlayışın Beraberinde Getirdiği

Esnaf Karakteri

İnsanlara maddi değerlerine göre değer vermek, iman etmeyen toplumlarda hakim olan son derece yanlış bir anlayıştır. Kuran ahlakını benimsememiş pek çok karakterde olduğu gibi, bu toplumlarda esnaf karakterine yön veren en önemli etken de yine maddi değerlerdir. Geçmişten beri süregelen yanlış değer yargıları sonucunda insanlar bunun çarpıklığını çoğu zaman fark edemezler. Bu nedenle, din ahlakının yaşanmadığı toplumlarda insanlar, para kazanmak için her türlü şekle girebilen bir karakter geliştirmişlerdir. Manevi değerlerine önem vermeyen, Allah korkusu olmayan toplumlarda ortaya çıkan esnaf karakteri de bu dünyevi hırsın sonuçlarından biridir.

Ancak ilk olarak belirtilmelidir ki yazı boyunca bahsi geçen esnaf karakteri, manevi değerlerine öncelik veren, dürüst, saygılı esnafların aksine, bu meslek grubuna dahil olan bazı kişilerin içine düştüğü yanlış ahlak anlayışının bir örneğidir. Yazıda esnaflık mesleğinin genel tanımı değil, bu meslek grubu içerisinde din ahlakı yaşanmadığı için ortaya çıkan bir karakterin tahlili yapılmıştır. Şüphesiz, her esnaf bu karakterde değildir. Yoksa elbette ki bu mesleği yapan, ancak güzel ahlakın gereklerinden uzaklaşmamış pek çok insan vardır.

Yanlış Değer Yargıları

İman etmeyen toplumlarda insanlar birbirlerini güzel ahlaklarına göre değil sahip oldukları mala, mülke ve paraya gore değerlendirir ve bu kriterlere göre birbirleriyle yakınlık kurarlar. Bu nedenle maddi bir güç söz konusu olduğunda kişinin ne cehaleti ne görgüsüzlüğü ne de dış görünümü sorun oluşturur. Böyle toplumlarda maddi güç, her zaman, her türlü imkanın kapısını açabilir. Dolayısıyla bu yanlış anlayışa göre, esnafların toplumda yer edinebilmeleri ve saygın bir sıfat kazanabilmeleri ancak zengin olmalarıyla mümkün olur. Bir de söz konusu kişilerin kültür ve tahsil gibi konularda eksiklikleri varsa bu açıklarını kapatmak için iyi para kazanmanın tek yol olduğuna inanırlar. Zamanla tüm dünyaları da bu hırstan ibaret hale gelir. Çoğunun, büyük idealleri olan, insani yönü güçlü bir birey olmak gibi bir hedefi yoktur; en büyük amaçları zengin olup dünyaya yönelik çıkarlar elde etmektir. Bu nedenle de çoğunlukla menfaatçi bir karakter geliştirirler. İnsanlardan ne kadar çıkar elde ederlerse kendilerini o kadar kurnaz görürler.

Allah Neyi Emrediyor?

Bu hırsın bir sonucu olarak kimi insanlarca dolandırıcılık, sahtekarlık bu mesleğin doğal yönlerinden biri olarak görülür. Elbette bu kesim içerisinde İslam ahlakını benimseyen, Kuran ahlakına uygun davranan ve her zaman dürüst olan insanlar da vardır. Bu mesleği uygulayan insanların mutlaka dürüstlükten taviz vermeleri gerekmemektedir. Burada söz edilen dolandırıcılık, sahtekarlık din ahlakından uzak cahiliye sisteminin sonuçlarıdır.

Söz gelimi din ahlakına göre yaşamayan toplumlarda ticaretle uğraşan kişilerin bir kısmı ellerindeki hasarlı eşyaları hiç tereddüt etmeden sağlammış gibi satabilirler. Bundan en ufak bir vicdan azabı duymadıkları gibi, bir kısmı da kendilerine asıl olarak bunu meslek edinmişlerdir. Defolu eşya alır ve bunu sağlam fiyatına müşterilerine satarlar. Bu kimselerin yaptığı bu tür sahtekarlıklara din ahlakına göre yaşamayan toplumlarda bazı esnaflar da şahit olur ama genellikle hiçbiri bu yanlış davranışa karşı çıkmaz. Çünkü söz konusu kişilerin yanlış bakış açısına göre bunlar ticaret hayatının adabıdır. Müşteri kavramı, bu insanların bir kısmına, kandırılacak ve üzerinden para kazanılacak kimseleri ifade eder. Oysa Allah tüm insanlara ticarette adil bir tutum sergilemelerini, insanları aldatmamalarını emretmiştir:

(Davud) Dedi ki: "Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır..." (Sad Suresi, 24)

Tarih boyunca iman etmeyen tüm toplumlarda Allah'ın bu emirlerine uymayan, adaletsizlik yapmakta, insanları kandırmakta ısrarlı bir tutum sergileyen insanlar olmuştur. Allah, elçileri vasıtasıyla bu insanları uyarmıştır. Kuran'da Hz. Şuayb'ın kavmine bu konuda şu uyarıları yaptığı haber verilmiştir:

"Ey kavmim, ölçüyü ve tartıyı -adaleti gözeterek- tam tutun ve insanların eşyasını değerden düşürüp- eksiltmeyin ve yeryüzünde bozguncular olarak karışıklık çıkarmayın."
"Eğer müminseniz, Allah'ın bıraktığı (helal işlerden olan kazanç) sizin için daha hayırlıdır. Ben, sizin üzerinizde bir gözetleyici değilim." (Hud Suresi, 85-86)

Ancak genelde iman etmeyen toplumlarda insanlar, sahip oldukları çirkin ahlak sebebiyle bu uyarıları dinlememiş ve bundan dolayı da hem dünyada bir sıkıntı ile karşılaşmışlardır, hem de ahirette bunların hesabını mutlaka vereceklerdir.

Din ahlakından uzak yaşayan toplumlardaki insanların büyük bölümü gibi esnaf karakterine sahip bu insanlar da İslam dinini tanır ve Allah'ın koyduğu emir ve yasakları oldukça iyi bilirler. Ancak buna rağmen sırf dünya hayatından çıkar elde etmek amacıyla bu emir ve yasakların birçoğuna uymazlar. Para kazanmak için son derece hırslı bir karakter gösteren, her türlü tavizi verebilen bu insanlar, kendilerini yaratan ve sahip oldukları herşeyi veren Allah'ın emirlerini yerine getirme konusunda son derece tutuk ve isteksiz davranırlar. Allah bu karakterdeki kişileri ve aynı zamanda da tüm insanları dünya hırsına kapılıp ahireti unutmamaları konusunda pek çok ayeti ile uyarmıştır. Bu ayetlerden biri şöyledir:

“De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kar getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah'tan, O'nun Resûlü'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.” (Tevbe Suresi, 24)

Müminin Farkı

Ahirette hesap vereceğini kesin olarak bilen, Allah'tan içi titreyerek korkan samimi bir mümin, Allah'ın ayetlerdeki hükümlerine tamamıyla riayet etmeye hayatı boyunca her an özen gösterir. İşte müminin farkı ve Allah Katındaki üstünlüğü buradadır. Elbette bir mümin gerektiğinde gününün hatta hayatının büyük bölümünü çalışarak, para kazanmak amacıyla geçirebilir. Ancak iyi bir kazanç elde etmeyi, yalnızca Allah'ın rızasını kazanabilmek, O'nun hoşnut olacağı umulan harcamalarda bulunabilmek amacıyla ister.

Ayrıca yaptığı iş ne olursa olsun, hiçbir zaman için Allah'ı zikretmeyi ve ahireti düşünmeyi unutmaz. Allah'ın emri gereği, insanlara asla haksızlık, adaletsizlik yapmaz, hiç kimsenin hakkını ihlal etmez. Ahlakını kişilere göre değil, Allah'ın beğeneceğini düşündüğü yönde geliştirmek için gayret eder. Yüce Allah bu güzel ahlaklı insanları Kuran'da şu şekilde övmüştür:

“(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar.” (Nur Suresi, 37)







Nuh Tufanı İcil ve Tevrat’ta Anlatıldığı Şekilde Değil,
Kuran-ı Kerim’de Bildirildiği Şekilde Gerçekleşmiştir


Allah'ın indirdiği ve tahrif edilmemiş tek kutsal kitap olan Kuran'ı Kerim'de Tufan olayı, Tevrat ve çeşitli kültürlerde bahsedilen Tufan efsanelerinden çok daha farklı anlatılır. Eski Ahit'in ilk beş kitabını oluşturan Muharref Tevrat, bu tufanın evrensel olduğunu ve tüm dünyayı kapsadığını söylemektedir. Oysa Kuran'da böyle bir bilgi verilmez, aksine, ilgili ayetlerden Tufan'ın yöresel olduğu ve tüm dünyanın değil, Hz. Nuh tarafından uyarılıp-korkutulan Nuh Kavmi'nin cezalandırıldığı anlaşılmaktadır.

Kuran'da tüm dünyanın değil, sadece Nuh Kavmi'nin helak edildiği bildirilmektedir. Tıpkı Ad Kavmi'ne gönderilen Hz. Hud (Hud Suresi, 50) veya Semud Kavmi'ne gönderilen Hz. Salih (Hud Suresi, 61) ve diğer peygamberler gibi Hz. Nuh da yalnızca kendi kavmine gönderilmiştir ve Tufan da Nuh'un Kavmi'ni ortadan kaldırmıştır:

Andolsun, Biz Nuh'u Kavmi'ne gönderdik. (Onlara) 'Ben sizin için ancak apaçık bir uyarıp- korkutucuyum. Allah'tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size (gelecek olan) acıklı bir günün azabından korkmaktayım' dedi. (Hud Suresi, 25-26)

Helak olanlar Hz. Nuh'un tebliğini dinlemeyen ve isyanda direten kavimdir. Bu konudaki ayetler kesin bir anlatım ile açıklanmıştır:

Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları da suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi. (A'raf Suresi, 64)    

Böylece onu ve onunla birlikte olanları katımızdan bir rahmet ile kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayarak inanmamış olanların da kökünü kuruttuk. (A'raf Suresi, 72)

Ayrıca Kuran'da Allah, herhangi bir kavme elçi gönderilmedikçe, o kavmin helak edilmeyeceğini bildirmektedir. Helak için, kavme uyarıcı korkutucu gelmiş olması ve bu uyarıcının yalanlanmış olması gerekmektedir. Kasas Suresi'nde Allah şöyle buyurmaktadır:

Senin Rabbin, 'ana yerleşim merkezlerine' onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve Biz, halkı zulmeden şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz. (Kasas Suresi, 59)

Kendisine uyarıcı gönderilmeyen bir kavmin helak edileceği Kuran'da bildirilmektedir. Bir uyarıcı olan Hz. Nuh ise sadece kendi kavmine gönderilmiştir. Bu sebeple Allah, uyarıcı gönderilmemiş olan kavimleri değil, sadece Hz. Nuh'un Kavmi'ni helak etmiştir.

Kuran'daki bu ifadelerden Nuh Tufanı'nın tüm dünyayı kaplayan değil, yöresel bir felaket olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca Tufan'ın gerçekleştiği düşünülen arkeolojik bölgede yapılan  kazılar da, Tufan'ın tüm dünyayı kaplayan evrensel bir olay değil, Mezopotamya'nın bir bölümünü etkisi altına almış olan çok geniş bir afet olduğunu göstermektedir.





Evrenin Varoluşu

20. yüzyılın ortalarına dek hakim olan görüş, evrenin sonsuz boyutlara sahip olduğu, sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza kadar da var olacağı şeklindeydi. "Statik (durağan) evren modeli" adı verilen bu anlayışa göre, evren için herhangi bir başlangıç veya son söz konusu değildi.

Materyalist felsefenin de temelini oluşturan bu görüş, evreni sabit, durağan ve değişmez bir maddeler bütünü olarak kabul ederken, bir Yaratıcı'nın varlığını da reddediyordu. Oysa 20. yüzyılda gelişen bilim ve teknoloji, materyalistlere zemin sağlayan durağan evren modeli gibi ilkel anlayışları kökünden yıkmıştır. 21. yüzyılın başlarında olduğumuz şu dönemde, evrenin bir başlangıcı olduğu, yok iken bir anda büyük bir patlamayla var olduğu modern fizik tarafından pek çok deney, gözlem ve hesapla ispatlanmış durumdadır.

Ayrıca, evrenin, materyalistlerin iddia ettikleri gibi sabit ve durağan olmadığı, tam tersine sürekli hareket ve değişim içinde olduğu, genişlediği de saptanmıştır. Bugün bu gerçekler bütün bilim dünyası tarafından kabul edilmektedir. Kuran-ı Kerim'de evrenin ortaya çıkışı şöyle açıklanır:

O gökleri ve yeri yoktan var edendir... (Enam Suresi, 101)

Kuran'da verilen bu bilgi, çağdaş bilimin bulgularıyla tam bir uyum içindedir. Başta da belirttiğimiz gibi astrofiziğin ulaştığı kesin sonuç, tüm evrenin madde ve zaman boyutlarıyla birlikte, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla var olduğudur. "Büyük Patlama", orijinal adıyla "Big Bang" teorisi, tüm evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini kanıtlamıştır.

Big Bang'den önce madde diye bir şey yoktur. Maddenin, enerjinin, hatta zamanın dahi bulunmadığı, tamamen metafizik olarak tanımlanabilecek bir yokluk ortamında, madde, enerji ve zaman bir anda yaratılmıştır. Modern fiziğin ortaya koyduğu bu büyük gerçek, Kuran'da bize 1400 yıl önceden haber verilmektedir..





  Vücudumuzdaki En Sert Yapı:
Dişlerimiz




Allah, insanları en güzel biçimde yaratmıştır. İnsanın vücudu incelendiğinde, yaratılıştaki mükemmellik ve Allah’ın insane verdiği nimetler, kolayca anlaşılacak kadar açık ve mükemmeldir. Bu nimetlerden birisi de insanların ölünceye kadar ihtiyaç duydukları, ancak görevi ve işleyişi konusunda pek çok kişinin detaylı bilgi sahibi olmadığı dişlerdir. İşte estetik açıdan da önemli bir rol oynayan bu mucizevi yaratılış delillerinin özelliklerinden bazıları:
  • Sağlam Yapı…
Sindirim sisteminin başlangıcı olan dişler, bilinen en sert organik madde olan -diş minesi- ile kaplanmışlardır. Bu sayede kimyasal maddelere karşı çok dayanıklıdırlar.
  • Sindirim İşlemine Önemli Katkı
Dişler, sindirim işleminin en ağır görevlerinden birini yerine getirirler. Çoğu zaman katı ve büyük boyutlarda önümüze gelen besinlerin güçlü ön kesici dişler tarafından kesilip parçalanması, ardından da yüksek ancak kontrollü bir basınç uygulanarak öğütülmesi ve hamur haline getirilmesi dişlerimizin görevidir. Bu görev, insanın tüm hayatı boyunca günde en az 10 kere yerine getirdiği bir durumdur.
  • Aşınmaya Karşı Direnç
Karşılaştığı besinlerin yıpratıcı etkisiyle kısa sürede aşınması gereken dişlerimiz, Allah'ın üstün yaratışı sayesinde bu ağır ve uzun süreli görevi yerine getirebilecek şekilde yaratılmıştır.
  • Yemek Yemeyi Kolaylaştıran Şekil
Ağzımızdaki dişlerin hepsi aynı cins olsaydı, yemek yememiz hemen hemen imkansız hale gelirdi. Çünkü her dişin sindirim işleminde ayrı bir görevi vardır:

Kesici diş adı verilen alt ve üst çenedeki ön dişler, yiyeceği koparır. Köpek dişi adı da verilen 4 diş, uçları sivri olduğu için, besini yırtar, parçalar. Azı dişleri, çiğneme ve kenetlenmeye yarayan tümsekler sayesinde besini öğütürler.
  • Ağız Yapısına ve Sindirim İşlemine Uygun Dizilim
Dişlerdeki eksiksiz yaratılışın bir başka örneği de dişlerin diziliminde görülür. Her diş olması gerektiği yerdedir. Kesiciler olmaları gerektiği gibi ön tarafta, azı dişleri yine olmaları gerektiği yerde arka taraftadır. Bunların yerinin değiştirilmesi bile dişleri tamamen kullanışsız hale getirebilir.

Birbirinden bağımsız olan üst ve alt dişler arasında da kusursuz bir uyum vardır. Her iki bölgedeki dişler, çene kemiği kapandığı zaman tam olarak birbirlerinin üzerine oturacak şekilde yaratılmıştır. Örneğin tek bir azı dişiniz diğer dişlerden daha uzun olsa veya üzerinde fazladan bir çıkıntı bulunsa, ağzınızı kapayamazdınız. Bu durumda konuşma ve yemek yeme gibi çok temel ihtiyaçlarınızı dahi karşılayamaz duruma gelirdiniz. Bunun ne kadar rahatsızlık verici olduğunu bir kişi dişine dolgu yaptırdığında daha net anlayabilir. Dolgu miktarı çok az bir miktarda bile fazla olunca, dişte yükseklik oluşur ve dişler tam olarak kapanamaz, rahatsızlık hissedilir.

  • Oluşum Aşamasındaki Mucize
Dişler meydana gelirken milyonlarca hücre, önce kalsiyum depolayıp ardından yan yana gelerek büyük bir blok oluşturur. Bu bloğun şeklini de yine bloğu inşa eden hücreler belirlerler. Bu noktada büyük bir yaratılış mucizesi görülmektedir. Örneğin alt damakta bulunan hücreler, kendilerinden uzakta bulunan üst damaktaki hücrelerin nasıl bir şekil inşa ettiklerini adeta çok iyi bilirler. Her iki hücre grubu da ürettiği dev bloğu, kendisine karşı gelecek blokla birbirlerine en uygun şekilde üretirler. Böylece çene kemiği kapandığı zaman üst damakta bulunan bir azı dişi ile alt damakta bulunan bir azı dişi birbirlerine en uygun şekilde otururlar. Bu şekilde herhangi bir uyumsuzluk olması insan için rahatsızlık verici durumlar oluşturur. Ancak bu gerçekleşmez ve 32 kalsiyum bloğundan oluşan karmaşık yapı, birbirlerine en uygun şekilde inşa edilir. Açıktır ki vücuttaki bütün hücrelere olduğu gibi dişleri oluşturan hücrelere de sahip oldukları özellikleri veren üstün güç sahibi Allah'tır.
  • Isıya ve Dokunmaya Karşı Hassas Dentin Dokusu
Dişlerimiz, kemiklerle aynı yoğunluğa sahip olmalarına rağmen ısıya ve dokunmaya karşı son derecede duyarlıdır. Gerektiğinde içerdiği tamir hücreleri ile kendi kendine yeniden dentin dokusu oluşturabilirler. Dentin, canlı bir yapıdır ve %70'i mineral tuzları; %20'si organik madde ve %10'u da sudan oluşur. Dentinin yapısında bulunan kalsiyum tuzları, dişin basınca karşı dayanıklı olmasını sağlarken, yapısındaki kollojan lifleri ise dişi çarpmayla ortaya çıkan gerilme kuvvetlerine dayanaklı hale getirir. Dentin çok sayıda kanalcık içerir. Diş, dolgu veya kaplama yapılmak için oyulur veya küçültülürse bu kanalcıklar açığa çıkar ve o zaman soğuk, sıcak, tatlı ve ekşiden ağrı duyulur.
  • Diş Minesinin Anne Karnındaki Oluşumu
İnsan vücudunun en sert maddesi olan minenin %97'si kalsiyum tuzlarından oluşur. Diş minesi, altıgen apatit kristalleri şeklinde düzenlenmiştir. Minenin yapısına giren kalsiyum tuzları, organik diş maketine yavaş yavaş çökelerek birikir ve kristalleşir. Bu birikme, ana rahmindeyken başlar. Anne, gebelik süresince bazı ilaçlar alırsa veya çocuk mine oluşumu sırasında bir hastalık geçirirse, mine birikimi aksaklığa uğrayabilir. O zaman dişler sarı, gri veya kahverengi olur.
  • Diş Minesindeki İnsan Üretimi Seramiklerden Üstün Yapı
Diş minesi bol miktarda karbonat, magnezyum, sodyum, potasyum iyonları içermektedir. Diş minesindeki tuzların kristal yapısı, dişi basınca karşı dentinden daha dayanıklı yapmaktadır.

Bugün bilim adamları doğadan esinlenerek hazırlanan malzemelerin üretilmesi için araştırmalar yapmaktadır. Yapılan bu araştırmalarda kemik ve diş türü biyoseramiklerin vücut sıcaklığında protein gibi organik maddelerin birleştirilmesiyle oluştuğu ve bunların insan üretimi seramiklerden çok daha üstün nitelikler gösterdiği ortaya çıkmıştır.

  • Dişlerin Düzgün Konuşmaya Etkisi
Düzgün konuşmada dişler vazgeçilmez bir rol üstlenir. Bu konuda vereceğimiz birkaç örnek, konunun detaylarının daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır. DE ve TE sesleri, dil ucunun, üst kesici dişlerin damak tarafındaki eğiminden destek almasıyla çıkar. FE ve VE sesleri ise, alt dudağın, üst kesici dişlerin kesici uçlarına temas etmesiyle çıkar. SE sesi ise, daha karışık bir işlemle çıkar. Alt ve üst kesici dişler, birbiriyle temas halindeyken, dilin, azı dişlerinin dil tarafındaki yüzeyinden destek alması ve dil ucunun da (kesici dişler arasında bir oluk yapıp) hava borusunu oluşturmasıyla gerçekleşir. ŞE ve JE sesleri de buna benzer bir işlemlerle gerçekleşir; fakat bu sırada dil ucu göreve katılmaz.

Sonuç


Görüldüğü gibi dişlerimizi incelediğimizde belki de daha önce üzerinde düşünmediğimiz birçok mükemmel detay ortaya çıkmaktadır. Bu kusursuz yaratılışı, aynı zamanda vücudumuzun her yerinde de görmekteyiz. Yüce Allah insanları en rahat edeceği, sıkıntı duymayacağı, tüm ihtiyaçlarını kolaylıkla karşılayabileceği üstün sistemler ve organlarla yaratmıştır. Önemli olan bu ayetler üzerinde düşünerek, herşeyin hakimi olan Allah'a yönelmektir. Yüce Allah bu gerçeği bir Kuran ayetinde şöyle bildirmiştir:

"Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ardı ardına gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır." (Bakara Suresi, 164)



www.insanmucizesi.com





Iraklıların Parası Kalmayacak

"Iraklıların elinde ölçecekleri bir tartı aleti ve alış-veriş yapabilecekleri bir para hemen hemen kalmayacak." (Kenzul Ummal, Kitab-ul kıyame kısm-ul efal, c.5, s. 45)

Ahir zaman ve dolayısıyla Hz. İsa'nın çıkış alametlerinden biri de Iraklıların parasının değer kaybetmesidir. Bu hadis iki ayrı duruma işaret ediyor olabilir. Bunlardan birincisi, İran-Irak ve Körfez Savaşı sonrasında Irak'da yaşanılan ekonomik çöküntüdür. Savaş dolayısıyla büyük zarar gören Irak ekonomisi, savaş sonrası devam eden ambargolar nedeniyle bir türlü düzelmemiştir. Halkın alım gücü düşmüş, yokluk ve fakirlik en önemli sorunlardan biri haline gelmiştir.

Hadisin işaret ettiği bir diğer durum da, Irak Savaşı sonrasında Irak dinarının tedavülden kaldırılmasının söz konusu olmasıdır. Son savaşla birlikte Irak dinarının hızla değer kaybetmesi ve tedavülden kalkması ihtimali, 2003 tarihli gazete haberlerinde geniş yer almıştır.


Hürriyet Gazetesi, 16 Nisan 2003

Vatan Gazetesi, 10 Nisan 2003




Tercüman Gazetesi, 15 Nisan 2003

Habertürk, 15 Nisan 2003


 


KOMÜNİZMİN KANLI TARİHİ 1-2
 
20. yüzyıl, insanlık tarihinin en kanlı asrı oldu. 250 milyondan fazla insan, savaşlarda, kitle katliamlarında ve siyasi cinayetlerde öldürüldü. Bu büyük vahşetin en büyük sorumlusu ise, "komünizm" adı verilen bir ideolojiydi. İnsanlığa sözde eşitlik ve adalet getirmeyi vaad eden, oysa sadece kan, ölüm ve korku getiren bir ideoloji...

Bu filmde, komünizmin kanlı yüzyılını inceleyecek ve bu ideolojinin nasıl olup da insanlığa böyle bir vahşet yaşatabildiğini göreceksiniz.
İnsanlığın bu vahşet çarkından kurtulması, ancak dünyadaki varlık amacını bilmesiyle mümkündür. İnsan, Darwinistlerin, komünistlerin ve faşistlerin sandığı gibi, rastlantılarla ortaya çıkmış ve çatışmak için yaşayan bir hayvan türü değildir. İnsan, Allah'ın yarattığı ve O'nun ruhunu taşıyan şerefli bir varlıktır. Ve yaşamının amacı da, Allah'ın kendisine öğrettiği güzel ahlaka göre yaşamak ve eğitilmektedir.







YABAN ARISI

YAŞ:                100 milyon yıllık

DÖNEM:            Kretase

BULUNDUĞU YER:
    Myanmar








100 milyon yıl önce amber içinde kalarak bugüne kadar gelmiş olan bu yaban arısı türü, parazit olarak yaşayan bir canlıdır. Günümüzde tanımlanmış yaklaşık 12.000 türü vardır ve hatta dünya geneline yayılmış olarak 40.000-50.000 türü yaşadığı tahmin edilmektedir. Bu yaban arıları yumurta bırakmak için diğer böcek türlerini seçer ve bunları felç ederler. Sonra da bu böceğin içine yumurtlayarak larvalarına rahatça gelişebilecekleri bir ortam sağlarlar. Bazı türlerin felç ettikleri canlılar ölür bazıları ise larvalara uygun olacak şekilde az hareketli ve steril hale gelirler. Milyonlarca yıl önce yaşayan türleri "ilkel" olarak nitelendiren evrimciler, amber içindeki bu milyonlarca yıllık örneklerin günümüzdekilerle birebir aynı olmasına hiçbir açıklama getirememektedirler. Günümüzdeki yaban arısı ile geçmişteki örneklerinin tamamen aynı olması, bu canlıların hiçbir zaman evrim geçirmediklerinin apaçık bir kanıtıdır.

YAŞAYAN ÖRNEĞİ









kutsalkitaplardaHz. Mehdi.com

Kuran'da bildirildiği gibi İncil, Tevrat, Zebur ve Hz. İbrahim'in sayfaları geçmişte yaşamış olan peygamberlere indirilmiş olan kitaplardır. Bu kitapların bir kısmı yok olmuş, bir kısmı da tahrif olmuş veya değiştirilmiştir. Fakat buna rağmen içlerinde, hak dine ait birçok gerçek ve doğru izah yer almaktadır. Müslümanlar, Kuran'a ve sünnete göre değerlendirip, ayetlere ve hadislere uygun olan izahların doğru olduğuna hüsn-ü zan ederler. Dolayısıyla, Kuran'a uygun, sünnete mutabık Tevrat ve İncil izahları Müslümanların istifade edebilecekleri izahlardır.
Ancak temel şart, bu izahların Kuran ayetlerine ve hadislere uygun olmasıdır. Bu sitede Tevrat ve İncil'de yer alan Hz. Mehdi'nin gelişine dair alametler incelenirken söz konusu bozulmuş, dejenere edilmiş kısımlar ele alınmamış, sadece Kuran'a ve Peygamberimiz (sav)'in hadislerine uygun izahlar kullanılmıştır.

Bu sitede Kuran ayetleri, Peygamber Efendimiz (sav)'in hadis-i şerifleri ve İslam alimlerinin açıklamalarına ek olarak, Tevrat ve İncil'den bölümlere yer verilerek, Hz. Mehdi'nin çıkışından önceki dönemin alametlerinin, günümüzün şartlarını ne kadar yansıttığı anlatılmaktadır. Ayrıca, Tevrat'ta bahsi geçen ve hakimiyet vadedilen Ben-i İsrail (İsrailoğulları) kavminin, aslında Hz. Mehdi cemaati olduğu açıklanmakta; Hz. Mehdi cemaatini asıl belirleyecek olanın hangi soydan gelindiği değil, samimi iman olduğu vurgulanmaktadır.




PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo