RAMAZAN 2008, 8. GÜN
ucgen

RAMAZAN 2008, 8. GÜN

737




“Kıyamet günü ne zamanmış” diye sorar. Ama göz ‘kamaşıp da kaydığı,’ Ay karardığı, Güneş ve Ay birleştirildiği zaman; İnsan o gün: “Kaçış nereye?” der. Hayır, sığınacak herhangi bir yer yok. O gün, ‘sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)’ yalnızca Rabbi’nin katıdır. İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir.
(Kıyamet Suresi, 6-13)





  “Allah Katında en sevimliniz dostluk kuran ve kendisiyle dostluk kurulanlarınızdır. Allah nezdinde en sevimsiziniz de arkadaşların arasını açanlardır.”
(İhya'u Ulum'id-Din Huccetü'l-İslam, İmam Gazali, cilt. 2, s.365)




GÖZARDI EDİLEN BAZI KURAN HÜKÜMLERİ

İşte bu (Kur’an) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O’nun yalnızca bir tek İlah olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahipleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildirip-duyurmadır. (İbrahim Suresi, 52)

ÖFKEYİ YENMEK

Müminin öfkesini yenmesi, öfkenin sebep olabileceği çeşitli hatalardan ve zararlardan korunmasına vesile olur. Kuran'da öfkeyi yenme ile ilgili olarak şöyle buyrulmaktadır:

Onlar, bollukta da, darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar(daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever. (Al-i İmran Suresi, 134)

Belli durumlarda insanın öfkelenmesi yaratılışından kaynaklanan bir davranış olsa bile ayetin işaretiyle müminin bu öfkesini sürdürmemesi, yenmesi gerekmektedir. Çünkü öfke, insanın akli fonksiyonlarını perdeleyen, olayları sağlıklı değerlendirip doğru karar verebilmesini engelleyen bir etkendir. Böyle olunca da insanın Allah'ın sınırlarını gereği gibi koruyabilmesi güçleşebilir. Kuran'da öfkenin en önemli zararlarından biri olarak da adaletten sapma gösterilir. Zira öfkenin aklı örtmesiyle, yapılan teşhisler, verilen kararlar duygusal olmakta, bu da Kuran'a uygun adil bir sonuca ulaşmayı engellemektedir.

İnsanlara, özellikle de müminlere karşı şahsi birtakım meselelerden duyulan öfkenin derhal giderilmesi, şefkat ve merhametin esas alınması gerekir. Öfkelenen kimsenin haksızsa haksızlığını kabul edip, hatasını telafi etmesi gerekmektedir. Eğer söz konusu kişi haklıysa da yine öfkesini yenmeli ve ayette bildirildiği gibi bağışlayıcı olmayı seçmelidir.

CİMRİLİK YAPMAMAK, MALI YIĞIP BİRİKTİRMEMEK

Kuran ahlakını gereği gibi kavrayamamış bazı kişiler sahip oldukları yanlış infak anlayışına göre vicdanlarını rahatlatmak için mallarından az bir miktar verir, büyük bir dini vecibeyi yerine getirmenin huzuru içinde mallarının geri kalan bölümünü ellerinde tutarlar. Allah'ın Kuran'da bildirdiği infak ise tamamen farklıdır. Kuran'a göre infak etmedeki ölçü şöyledir:

“... Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan artakalanı." Böylece  Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz.” (Bakara Suresi, 219)

Kendisinden isterler korkusuyla Allah'ın verdiği malı ve nimetleri gizleyen ve biriktiren kimselerin ahiretteki acı akıbetleri Kuran ayetlerinde şöyle haber verilmiştir:

“...Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve:) "İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın" (denilecek).” (Tevbe Suresi, 34-35)

Kuşkusuz bir müminin kendine ait malının ya da maddi imkanlarının olması meşru bir durumdur. Ancak burada kastedilen ihtiyaç içerisinde olan insanlar varken  kişinin ihtiyacı olmadığı halde malının fazlasını elinde tutup bu ihtiyaç içerisindeki kişilere yardım etmemesidir. Bu, Kuran ahlakına uygun olmayan bir davranıştır. Bir kişi malının büyük bir kısmını infak edip ihtiyacından çok daha fazla olan kısmını kendine ayırıyor ya da ilerisi için saklıyorsa yukarıdaki ayetlerde bildirilen yanlış zihniyete meyletmiş olur. Çünkü cimrilik ve malı yığıp biriktirmenin ardında yatan temel sebepler, gelecek endişesi, fakirlik korkusu ve dünyayı ahiretten ön planda tutma yanılgısıdır. Bunların sebebi de Allah'a karşı duyulan güvendeki eksiklik (Yüce Allah’ı tenzih ederiz.) ve imani zayıflıktan kaynaklanan önemli bir sorun olan tevekkülsüzlüktür. Bu nedenle halis bir müminin küçük çıkarlara tamah etmekten ve dolayısıyla dünyada ve ahirette büyük bir kayba uğramaktan çekinip korkması ve Allah'ın bu hükmünü titizlikle yerine getirmesi gerekmektedir.

BAŞKALARINI UYARIP KENDİNİ UNUTMAMAK

Kuran ayetlerini iyi bilen, zeki ve tecrübeli bir kişi başkalarının dini konulardaki hatalarını ve eksikliklerini en ince ayrıntılarıyla teşhis edebilir. Onları bu konularda uyarabilir. Bu makbul bir özelliktir, ancak bunu yapmak kişinin aynı hata ve günahları kendisinin işlemesini meşru hale getirmez. Tam tersine başkalarına yaptığı uyarıdan kendisinin de öğüt alması ve aynı hataları yapmaktan önemle kaçınması gerekir.

Bir hatayı, başkasını uyaracak kadar iyi teşhis edebilen bir kişinin, aynı hatayı kendi nefsinde teşhis edememesi gibi bir durum mümkün değildir. Başkalarını uyardığı halde kendisinin uyardığı konulara dikkat etmemesi onun çok büyük bir samimiyetsizlik ve gaflet içinde olduğunu gösterir. Örneğin yalancı birinin insanları doğruluğa; riyakar birinin insanları samimiyete, namaz kılmayan birinin insanları namaza davet etmesi büyük bir samimiyetsizlik ve ikiyüzlülük örneğidir. Rabbimiz kullarının bu yanılgıya düşmemeleri için Kuran’da şöyle buyurmuştur:

“Siz, insanlara iyiliği emrederken, kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz kitabı okuyorsunuz. Yine de akıllanmayacak mısınız?”  (Bakara Suresi, 44)

YARATILIŞ AMACINI UNUTMAMAK

Müminin dikkat etmesi gereken konulardan biri de, gündelik yaşamın karmaşası içinde kendini dünyevi olayların akışına kaptırarak gerçek amacını unutmamasıdır. Müminin gerçek amacı, Allah'ın kulu olduğunun bilincinde olmak, Kuran'da bildirilen emirleri harfiyen yerine getirmektir. Ulaştığı samimiyeti tazelemek ve imani olgunluğu sürekli geliştirmek yönünde gayret göstermediği takdirde insanın maneviyatı hızla eksilmeye, imani duyarlılığı ve aklı azalmaya başlar. Allah yolunda, birçok güçlüğü aşmış, zorlu imtihanları atlatmış bir kimse bile, tefekkürünü, imandan kaynaklanan şevkini, heyecanını canlı tutmalı, gerçek amacını hatırından çıkarmamalıdır. Aksi takdirde kişinin kalbi katılaşır, vicdanı duyarsız hale gelir, dolayısıyla içinde bulunduğu felaketin şuuruna varamaz. Öğüt alamaz bir duruma geldiği için de gerçek yaratılış amacını tamamen unutarak geçici ve eksik olan dünya hayatına razı olur:

 “… Ahiretten (cayıp) dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama ahirettekine (göre), bu dünya hayatının yararı pek azdır.” (Tevbe Suresi, 38)








Hz. İbrahim’i Kavmi Ateşe Atmak İstemiştir


Rabbimiz’in Kuran'da bildirdiğine göre Hz. İbrahim'in kavmi taştan, tahtadan heykeller yapıyor, sonra da bu heykelleri ilah olarak kabullenip onlara tapıyorlardı. (Allah’ı tenzih ederiz) İbadetlerini bu putların önünde yerine getiriyor, onlara dua ediyor ve onlardan yardım diliyorlardı. Kendilerine zarar vereceklerine inanarak, kendi elleriyle şekil verdikleri, hareket edemeyen bu cansız tahta ve taş parçalarından korkuyor, onlardan medet umuyorlardı. En önemlisi de, bu batıl inanışlarında son derece ısrarlı olmalarıydı. Kendilerinden önceki nesillerin -atalarının- yaşamlarını körü körüne taklit ediyor, her nesil bir sonraki nesle bu sapkın inanışı gelenek halinde miras bırakıyordu.

Allah böyle bir kavim içinde büyüyen Hz. İbrahim'e, göklerin, yerin ve ikisinin arasındaki herşeyin Yaratıcısının Kendisi olduğunu, aksine inananların büyük bir sapkınlık içinde olduklarını vahyetti. Ancak putperest kavmi, Hz. İbrahim'in de kendileri gibi düşünmesini ve yaşamasını istiyordu. Hz. İbrahim ise kavminin bu sapkın inancından yüz çevirdi, inandıkları sahte ilahların hepsini kırdı, tek ve gerçek İlah olan Allah'a iman etti.

Putlarının kırılmasından dolayı öfkelenen inkarcılar, Hz. İbrahim'e şiddetle ve baskıyla karşılık vermeyi kararlaştırmışlardır. Bunun için de Hz.İbrahim'i ateşe atarak yakmak gibi büyük bir zalimliğe başvurmuşlardır:

Dediler ki: "Onun için (yüksekçe) bir bina inşa edin de onu çılgınca yanan ateşin içine atın." Böylelikle ona bir tuzak hazırlamak istediler. Oysa Biz, onları alçaltılmışlar kıldık. (Saffat Suresi, 97-98)

Başka bir ayette de Allah, kavminin Hz. İbrahim'e ne kadar düşmanca yaklaştığını, onu mutlaka öldürmek için tuzak hazırladıklarını şu şekilde bildirir:

Bunun üzerine kavminin (İbrahim'e) cevabı yalnızca: "Onu öldürün ya da yakın" demek oldu. Böylece Allah onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman eden bir kavim için ayetler vardır. (Ankebut Suresi, 24)

İlk bakışta Hz. İbrahim'in çok sayıda inkarcı tarafından yakılarak öldürüleceği zannedilmektedir. Fakat ölüm ancak Allah'ın dilemesiyle olduğu gibi, ateş de ancak Allah'ın dilemesi ile "yakma" özelliğine sahip olmaktadır. Herşeyi yaratan Allah, o an ateşe Hz. İbrahim'e karşı "soğuk ve esenlik" olmasını emretmiş, inkar edenlerin tuzaklarını kendi başlarına geçirmiştir:

Biz de dedik ki: "Ey ateş, İbrahim'e karşı soğuk ve esenlik ol." Ona bir düzen kurmak istediler, fakat Biz onları daha çok hüsrana uğrayanlar kıldık. Onu ve Lut'u kurtarıp içinde, alemler için bereketler kıldığımız yere (ülkeye) çıkardık. (Enbiya Suresi, 69-71)

Allah tüm elçilerine yardım ettiği gibi, Hz. İbrahim'e de bu zor anında en güzel şekilde yardım etmiştir. Hz. İbrahim'e kurulan tuzak da büyük bir mucizeyle bozulmuştur. İbrahim Peygamber inkar edenlerin kurdukları bu tuzak karşısındaki dirayetiyle, cesaretiyle ve tevekkülü ile müminlere örnektir.






Dünya'nın Yerçekimi Kuvveti

"Biz yeryüzünü bir toplanma yeri kılmadık mı? " (Mürselat Suresi, 25)

Yukarıdaki ayette "toplanma yeri" olarak çevrilen "kifaten" kelimesi, "canlıların, meskenlerinde toplanıp himaye edilmeleri, barınmaları; canlı ve cansızların toplandıkları yerler; üzerinde şeyler yığılan; toplanan yer" anlamlarını taşımaktadır. Yeryüzünün bir "toplanma yeri" olduğunu bildirmek için kullanılan bu kelime -kifaten- Arapça'da "kefete" kökünden türetilmiştir ve "toplamak, kendine çekmek, kucaklamak" anlamlarına gelmektedir.

Bilindiği gibi yeryüzü, yerçekimi kuvveti etkisiyle insanları ve üzerinde barındırdığı tüm canlı ve cansız varlıkları merkezine doğru çekmektedir. Ayette geçen "kendine çekmek" fiili ile yeryüzünün bu çekim kuvvetine bir yönüyle işaret ediyor olması muhtemeldir. (En doğrusunu Allah bilir.)

Dünya üzerinde hayvanları, bitkileri, insanları ve diğer tüm varlıkları kendine doğru çeken yerçekimi sayesinde, insanların yere basmaları, cisimlerin uçmadan kondukları zeminde durmaları, atmosferin dağılmadan Dünya'yı çevrelemesi, yağmurun yeryüzüne düşmesi mümkün olur.

Tarihteki en büyük bilim adamlarından kabul edilen Isaac Newton yerin bu özelliğini araştırmış ve 1687 yılında ilk kez Philosophiae Naturalis Principia Mathematica (Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri) adlı eserinde yerçekiminden söz ederek, tüm zamanların en büyük bilimsel keşiflerinden birini yapmıştır. Hatta, Newton'un yerçekimi kuvvetinden bahsederken kullandığı Latince "attraere" kelimesi de, "çekme, biraraya getirme" anlamını taşımaktadır.

Ancak 17. yüzyılda tanımlanan Dünya'nın dört büyük kuvvetinden birisine, Kuran'da dikkat çekilmesi, Kuran'ın Allah'ın Katından indirildiğinin delillerinden sadece biridir...




Gökyüzünün Muhteşem Renkleri Nasıl Oluşur?

Yüce Allah, tüm evreni kusursuz bir yaratılışla yoktan var etmiş ve herşeyi neden ve sonuçlarıyla düzenlemiştir. Bu mucizevi gezegeni saran ve yaşamsal dengeleri düzenleyip koruyan atmosfer de bir düzen içinde var olan yaratılış delillerinden biridir. Dünya'ya, canlı yaşamı için özel olarak belirlenmiş miktarlarda ısı ve ışık ulaştıracak şekilde yaratılan atmosfer aynı zamanda gökyüzünün renklerinin belirlenmesindeki ana etkendir.


 “Işığın Saçılması” Nedir?

Güneş'ten gelen ışınlar, önleri uzayda gazlar ve toz zerrecikleriyle kesilmediği sürece uzayda dik bir açıyla ilerler. Atmosferin de içinde barındırdığı gaz molekülleri, görünen ışığın dalga boyundan daha küçüktürler. Işık, bir gaz molekülüyle çarpıştığı zaman ışığın bir kısmı emilir, bir kısmı da kısa süre sonra moleküller tarafından farklı yönlere yansıtılır. Buna “Işığın Saçılması” adı verilir.

  Gökyüzü Neden Mavidir?

“Işığın Saçılması”, gökyüzünden gelen ışığın rengini etkiler ama ışığın rengi daha çok dalga boyu ve parçacıkların boyutuyla belirlenir. Atmosfer içerisindeki moleküller ve küçük parçacıklar ışık ışınlarının yönlerini değiştirerek onları saçar. Renk yelpazesindeki en kısa dalga boyları ışığın mor yönündekilerdir. Işığın kırmızı yönü ise en uzun dalga boylarına sahiptir. Kısa dalga boylarına sahip olan mor ve mavi tonları, havadaki moleküller tarafından renk yelpazesindeki diğer tüm renklerden daha çok saçılır ve yansıtılır. Bu nedenle mavi ve mor tonları açık havalı bir günde gözümüze daha iyi yansır. Ama gözlerimiz mor rengini tam anlamıyla ayırt edemediği için biz gökyüzünü masmavi olarak görürüz.

  Neden Mor Rengini Göremeyiz?

Eğer dalga boyu kısa olan ışıklar en çok saçılanlar ise gökyüzünün neden mavi yerine en kısa dalga boyuna sahip olan mor renkte olmadığı bilim adamları için adeta bir bilmecedir.

Güneş'ten gelen ışık yelpazesi tüm dalga boylarında aynı değildir ve buna ek olarak atmosfer tarafından büyük oranda emilir. Bu nedenle ışıkta mor renk daha az seçilir. Bilmecenin çözümü ise gözlerimizin mor renge diğer renklere oranla daha az hassasiyet göstermesidir.  Ayrıca gökkuşağında belirgin bir miktar görünen çivit mavisi ve mor, gökyüzünde mavi rengin ardında kalır.


  Neden Ufuk Çizgisine Yaklaşıldıkça Renkler Soluklaşır?

Ufka daha dikkatli ve yakından baktığımız zaman gökyüzünün o noktada daha soluk bir renkte beyaza yakın olduğunu görürüz. Çünkü saçılmış mavi ışığın bizim gözümüze ulaşabilmesi için daha fazla hava molekülünü geçmesi gerekir. Bu uzun yol üzerinde ışığın bir kısmı tekrar saçılarak farklı yönlere dağılır ve böylece gözümüze daha az mavi renk ulaşır.

  Günbatımında Gökyüzü Neden Kırmızıdır?

Günbatımı esnasında ufka yakınlaşan Güneş’ten gelen ışınlar atmosfere yatay olarak girer ve daha fazla yol kat eder.Yol uzadıkça ışık daha çok parçacık ve molekül içinden geçerek mavi renk ve tonlarını tüm gökyüzüne saçar.  Böylece Güneş’in rengi kırmızı tonlarına doğru değişmeye başlar. Eğer yol yeteri kadar uzunsa tüm mavi renk ve tonları emilerek görüş alanımız dışına saçılır ve diğer renkler gözümüze doğru yollarına devam ederler. Kısa dalga boyuna sahip olan mavi ve yeşil tonları bu uzun yol üzerinden dışarıya saçılır ve en uzun ışık dalga boyuna sahip olan kırmızı renk ortaya çıkar.

Yüce Allah’ın Yarattığı Kusursuz Düzen Üzerinde Düşünmenin Önemi

Alemlerin Rabbi, evrenin Yaratıcısı Yüce Allah küçücük kum tanesinden, dev gibi dağlara, bir su damlasından, harikulade gökyüzüne kadar kainattaki herşeyi kusursuz bir düzen ve akılla yaratmıştır. Sonsuz merhamet sahibi Rabbimiz, gökyüzünü insanlara koruyucu bir bina kılmış ve ondan türlü hayırlar indirmiştir. Yüce Allah, üstün aklının eseri olan gökyüzünü, “Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "OL" der, o da hemen oluverir.” (Bakara Suresi, 117) ayetinde de haber verdiği gibi hiçbir örnek olmadan yoktan var etmiş ve henüz büyük çoğunluğundan haberdar dahi olmadığımız olağanüstü bir düzenle inşa etmiştir.

Yüce Allah, Kuran’ın pek çok ayetinde düşünen insanlar için evrenin her noktasında Kendi varlığına ve birliğine dair deliller olduğunu bildirmiştir. Al-i İmran Suresi’nin 191. ayetinde müminler için, “Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken  Allah'ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." diye bildirilmektedir. Müminleri,  iman etmeyen kişilerden ayıran en büyük özelliklerinden birinin yaratılış delillerini görebilmeleri ve bunlar hakkında düşünmeleridir. Dolayısıyla göğün renklerinin belirlenmesi gibi her gün şahit olduğumuz yaratılış delilleri üzerinde detaylı olarak düşünen bir insanın, bu gibi örnekleri gördükçe Allah’ın izniyle heyecanı ve Yüce Allah’a olan imanı artar ve O’nun karşısındaki acizliğinin şuuruna daha iyi varır.



Kaynaklar:
http://www.sciencedaily.com/releases/2007/11/071108135522.htm
http://www.sciencemadesimple.com/sky_blue.html
http://www.sciam.com/article.cfm?id=fact-or-fiction-smog-creates-beautiful-sunsets&print=true
http://ucsu.colorado.edu/~kuesterm/RTweb/startRT.html
http://math.ucr.edu/home/baez/physics/General/BlueSky/blue_sky.html








Irak ve Şam'a Ambargo
Ebu Nadre (r.a.) dedi ki; Cabir (r.a.)'ın yanında idik, şöyle dedi: "Öyle bir zaman yaklaşıyor ki, Irak ahalisine bir kafiz (ölçek), bir dirhem (bir ağırlık ölçüsüdür) sevk olunmayacak".

Dedik ki: "Bu kimden dolayı olur." Dedi ki: "Acemler ('Arap olmayanlar) bunu men' ederler." Sonra dedi: "Şam ahalisine bir dinar, bir müdy (kile, bir ölçü birimidir) sevk olunmayacak". "Bu kimden dolayı olur" dedik. "Rumlar'dan dolayı" dedi. (Et-Tac, Ali Nâsıf el-Hüseyni)

Hz. Ebu Hureyre radıyAllahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: "Irak'a ölçeği ve dirhemi verilmeyecek. Şam'a da ölçeği ve dinarı verilmeyecek. Mısır'a ölçeği ve dinarı verilmeyecek. Başladığınız yere döneceksiniz" buyurdu ve üç kere tekrar etti." (Müslim, Fiten: 33, (2896); Ebu Davud, Harac: 29, (3035))

Irak ve Şam'a ambargo uygulanacak olması kıyamet öncesinde yaşanacağı bildirilen olaylardan, yani Hz. İsa'nın geliş alametlerden biridir. Irak'a, hadiste haber verildiği gibi, on yılı aşkın bir süredir ambargo uygulanıyor olması dikkat çekicidir. Bununla birlikte, Suriye'ye de ambargo uygulanması ihtimali sıkça gündeme gelmektedir.


 
Milli Gazete, 06 Mayıs 2003, "Suriye'ye ambargo tehdidi"


 


Kuran Darwinizm'i Yalanlıyor 1-2-3

Evrim teorisi, evrendeki canlı-cansız hiçbir varlığın yaratılmadığını, aksine kendi kendilerine, doğa şartlarının etkisiyle, tesadüfler ve rastlantılar sonucunda ortaya çıktıklarını savunur.

Oysa Yüce Kitabımız Kuran-ı Kerim'de göklerdeki, yerdeki ve ikisi arasındaki tüm varlıkları, sonsuz bir ilim ve kudret sahibi olan Allah'ın yoktan var ettiği yani her şeyin yaratıldığı bildirilmektedir.

Görüldüğü gibi evrim teorisi daha en başından İlahi yaratılış gerçeğiyle çatışmaktadır. Bu noktada, bazı insanların zihinlerini karıştıran bir konuya da açıklık getirmek gerekir:

Elbette ki Allah dileseydi canlıları evrimle de yaratabilirdi. Ancak Kuran’da bu yönde hiçbir açıklama ya da işaret yer almamaktadır.

Evrimcilerin öne sürdüğü gibi, türlerin uzun sürede, aşama aşama oluşumunu destekleyecek tek bir ayet bile bulunmamaktadır. Aksine bütün deliller canlıları Allah’ın bir anda, eksiksiz olarak yarattığını göstermektedir.

"Kuran Darwinizm'i Yalanlıyor" isimli filmimizin birinci bölümünde, evrim iddiasının Kuran ayetleri tarafından nasıl yalanlandığını ve evrimin Kuran'ın özüne ve ruhuna ne derece aykırı bir teori olduğunu delilleriyle göreceğiz.








KAPLAN KAFATASI

YAŞ:                80 milyon yıllık

DÖNEM:            Kretase

BULUNDUĞU YER:
    Gan Su, Çin








Bilim yazarı Richard Milton, Shattering The Myths of Darwinism (Darwinizm'in Mitleri) adlı kitabında, Darwinistlerin tüm göz boyama gayretlerine rağmen, teorinin bilimsel delillerden yoksun olduğunu şöyle ifade eder: "Ancak bütün bu iddialara rağmen ne gariptir ki, gerçekten objektif bir kişinin şunu söylemesi mümkün değildir: 'İşte, benim aradığım kesin bilimsel kanıt burada.'" (Richard Milton, Darwinizm'in Mitleri, Gelenek Yayınları, Eylül 2003, s. 21) Milton'un da dile getirdiği gibi evrim teorisine delil arayan kimse her defasında eli boş dönecektir. Bu kimseyi en çok hayal kırıklığına uğratan alanlardan biri de fosil kayıtları olacaktır. 150 yıla yakın süredir yapılan araştırmalarda evrimi destekleyen hiçbir fosil görülmemiştir. Tüm fosil bulguları, tek bir ağızdan, canlıların evrim geçirmediğini, yaratıldığını söylemektedir.

YAŞAYAN ÖRNEĞİ









www.tarihinenkapsamliyalanidarwinizm.com

19. yüzyıl, olağanüstü bilimsel yetersizliğine rağmen, bilim adına ortaya atılmış büyük bir aldatmacayla tanındı. Bu, Charles Darwin'in öncülüğünü yaptığı, tüm canlıların şuursuz süreçlerle, amaçsız hayali dönüşümlerle, tesadüfen geliştiği iddiasında olan evrim teorisiydi. Cehalet ortamında gelişmiş olan bu teori, yanıltıcı telkinlerle, sahte delillerle, Yaratılış Gerçeğine karşı sistemli ve dogmatik mücadelesiyle, bir buçuk yüzyıl boyunca varlığını devam ettirdi.

Ancak tesadüflerin, rengarenk kuşlar, kaplanlar, balinalar, sanatçılar, bilim adamları, profesörler meydana getirdiğini; görmeyen, duymayan, hissetmeyen şuursuz atomların, tesadüfler sayesinde gören, duyan, hisseden, düşünen şuurlu varlıklar haline geldiğini savunan evrim teorisi, 21. yüzyılda büyük bir şok ile karşılaştı. Yaratılış, tüm ihtişamı ve gerçekliği ile insanlara sergileniyor, bilimsel deliller Darwinistlerin bir buçuk yüzyıldır sunduğu tüm sahte delilleri geçersiz kılıyordu. Bu sitede evrim teorisinin tam anlamıyla çöküntüye uğradığı anlatılmaktadır.



PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo