RAMAZAN 2008, 7. GÜN
ucgen

RAMAZAN 2008, 7. GÜN

9265




İnsan, ‘kendi başına ve sorumsuz’ bırakılacağını mı sanıyor? Kendisi, akıtılan meniden bir damla su değil miydi? Sonra bir alak (embriyo) oldu, derken (Allah, onu) yarattı ve bir ‘düzen içinde biçim verdi.’ Böylece ondan, erkek ve dişi olmak üzere çift kıldı. (Öyleyse Allah,) Ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir? (Kıyamet Suresi, 36-40)





  “Yezid İbnu Erkam (r.a.) anlatıyor: Hz. Peygamber (a.s.) buyurdular ki: "Size, uyduğunuz takdirde Ben’den sonra asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Bunlardan biri diğerinden daha büyüktür. Bu, Allah'ın Kitabı'dır. Semâdan arza uzatılmış bir ip durumundadır. (Diğeri de) kendi neslim, Ehl-i Beytim'dir. Bu iki şey, cennette Kevser havuzunun başında bana gelip (hakkınızda bilgi verinceye kadar) birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Öyleyse bunlar hakkında, ardımdan Bana nasıl bir halef olacağınızı siz düşünün.”  (Tirmizî, Menâkıb 77.)




Tarih Boyunca Müslümanlara Duyulan Gizli Hayranlık


Bir insanın kişiliğini güzelleştirip üstün hale getiren, karakterini sağlamlaştıran, ahlakını güzelleştiren ve tavırlarını etkileyici kılan, asıl olarak o kişinin imanı, Allah korkusu ve takvasıdır. Bu, Allah'ın Kuran ile bildirdiği önemli bir sır, insanların dikkatle düşünüp öğüt almalarını gerektiren önemli bir bilgidir.

Kuran ahlakı, insanlara olabilecek en güçlü, en sağlam ve en güzel kişiliği kazandırır. Allah'ın, "... Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz..." (Müminun Suresi, 71) ayetiyle bildirdiği gibi, Kuran ahlakını yaşamak insanlara “şan ve şeref” kazandırmaktadır. Dolayısıyla bu ahlakı yaşayan müminler, saygı duyulacak, onurlu ve vakarlı bir karaktere sahip olur ve bu üstün özellikleri nedeniyle din ahlakına göre yaşamayan insanların birçok konuda gizli hayranlığını kazanırlar.

İman Etmeyenler Müslümanlara Neden Gizli Bir Hayranlık Duyarlar?
  • Din Ahlakını Yaşama Konusundaki Kararlılıklarından Dolayı…
İman etmeyen insanlar, yollarına çıkarılan bir engelle ya da aldıkları olumsuz birkaç eleştiriyle, gönülden inandıklarını iddia ettikleri bir konuda dahi çelişkiye düşebilirler. Dolayısıyla kendileri için önemli olan konularda bile kararlılık gösteremez ve olumsuzluklardan etkilenirler. Bu gibi kişiler kararlı bir ahlak gösterebilmek için güçlü bir inanca sahip olunması gerektiğini bilir ve müminlerin şartlar ne olursa olsun kesin bir kararlılıkla din ahlakına göre yaşadıklarına şahit olurlar. Müminlerin Allah’a her geçen gün daha güçlü bir şekilde bağlandıklarını da gördükleri için bundan etkilenir ve müminlere karşı içten içe gizli bir hayranlık duyarlar.

Müminlerin kararlılıklarının kaynağı, kuşkusuz ki Allah’a olan güçlü imanları ve O’nun rızasını aramakta gösterdikleri titizliktir. Hiçbir zorluk, tek amaçları Allah’ın rızasını kazanmak olan müminleri, O’nun emirlerini yerine getirmekten alıkoyamaz. Bir mümin alabildiğine kararlı bir tutum ile hayatı boyunca gittikçe artan bir şevk ve azim içinde kulluk görevini yerine getirir ve Allah’ın izniyle güzel ahlakı yaşamaktan vazgeçmez. Kesin bir kararlılık ve güçlü bir irade; imanla, hidayetle ve tevekkülle birlikte gelen üstün bir mümin özelliğidir. Allah’a tevekkül etmiş ve kadere iman etmiş bir kişi, hiçbir zorluk ve sıkıntı karşısında yılgınlık göstermez ve mücadele azmini yitirmez. Herşeyi yapanın Allah olduğunu bildiği için şevk ve heyecan içinde karşısına çıkan her fırsatı değerlendirir ve hayırlarda yarışır. Çünkü müminler, Kuran’da "Müminlerden öyle erkek-adamlar vardır ki- Allah ile yaptıkları ahde sadakat gösterdiler; böylece onlardan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi beklemektedir. Onlar hiçbir değiştirme ile (sözlerini) değiştirmediler."  (Ahzab Suresi, 23) ayetiyle bildirildiği gibi, Allah’ın rızasını kazanmak için ölünceye dek aynı kararlılığı  gösteren kişilerdir.
  • Olumsuz Gibi Görünen Olaylarda Dahi İtidalli ve Tevekküllü Davrandıkları İçin…
Evrendeki her varlığın Allah'ın kontrolünde olduğunu bilen bir mümin, hayatının her anında Allah'a güven duymanın ve teslimiyetin huzurunu ve mutluluğunu yaşar. İman etmeyenler içinse dünya, her an bir sıkıntı ya da zorlukla karşılaşılabilecek bir kaos ortamıdır. Bu nedenle hiçbir zaman tam bir güven ve huzur duyamazlar. Hoşlarına gitmeyen en ufak bir olayda itidallerini kaybederek moralleri bozulur. Bu nedenle de olumsuz gibi görünen bir olay karşısında itidalli ve tevekküllü bir ahlak sergileyen müminlere gıpta ederler. Müminlerin nasıl bu şekilde güçlü davranabildiklerini anlamaya çalışırlar. Oysa iman etmeyen insanlar şuuruna varamasalar da Allah insanları kolay olana davet eder. İnsanın ihtiyacı olan huzur ve mutluluğu yaşamak çok kolaydır. Tek yapılması gereken, kadere teslim olup Allah'a sonsuz bir güven duymak, tam bir teslimiyetle teslim olmak ve "Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır..." (Rum Suresi, 30) ayetiyle bildirildiği üzere insanın yaratılışına uygun olan din ahlakını yaşamaktır.

Allah'a duyulan güven ve teslimiyet, diğer bir ifadeyle tevekkül, iman edenlerin hayatları boyunca yaşadıkları büyük bir konfordur. Mümin, Allah'ın kontrolü dışında hiçbir olayın gerçekleşmediğini bilir. Bu yüzden hiçbir olay karşısında sıkıntı, üzüntü ya da yılgınlık hissetmez. Hayatı boyunca karşılaşacağı her olay kaderindedir ve kaderini Yüce Allah belirlemiştir. Bu yüzden de mümin için hiçbir zaman "kötü" bir olay olamaz. Bazı olaylar kötü gibi gözükse de, "...Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz." (Bakara Suresi, 216) ayeti gereği, iman eden bir kimse Allah'ın kendisi için en hayırlısını dilemiş olduğundan emin olur ve Allah'a sonsuz bir güven duyar.
  • Zorluk Anlarında Birbirlerine Daha da Sıkı Kenetlendikleri İçin…
Allah’a ve ahirete inanmayan insanların birlikteliklerinin temelinde genellikle dünyevi değerlere verilen önem ve yine dünyevi menfaatlere yönelik beklentiler vardır. Bu kimseler, bir araya gelmekle bir anlamda karşılıklı bir menfaat anlaşması yapmış olurlar; taraflar karşılıklı olarak birbirlerine destek olur ve böylece ortak menfaatler elde etmeye çalışırlar.

Bu ittifaka dahil olan kimseler, birlikteliklerinin karşılıklı bir güven ya da dostluğa dayanmadığını ve her ne kadar dile getirilmese de bu ittifakın birtakım şartlara dayalı olduğunu bilirler. Taraflardan birinin menfaat sağlayıcı vasfı ortadan kalktığında, ittifak da ortadan kalkar. Çünkü kurulan bu ittifak, sadece bir güç birliğinden ve menfaat beklentisinden kaynaklanmıştır. Dolayısıyla da beklentiler yok olduğunda kurdukları sözde birliğin bozulması da son derece doğaldır.

İnsanlar arasında gerçek bir dostluk ve ittifakı sağlayabilecek yegane güç olan tesanüd bağının meydana gelmesi ise ancak samimi iman ile mümkündür. İman sahipleri birbirlerini, araya hiçbir çıkar ya da menfaat beklentisi katmadan, halis niyetle ve sadece Allah rızası için sever, Allah rızası için birbirlerinin dostu olurlar. Bu dostluklarıyla, sağlam bir ittifakın temelini oluştururlar. İman etmeyen insanları imrendiren de zorluk anlarında daha da kuvvetlenen bu ittifaktır. Temeli Allah sevgisine ve Allah korkusuna dayalı olan bu bağın bozulması Allah’ın izniyle hiçbir şekilde mümkün değildir. Yüce Allah iman edenlerin, Kendi yolunda birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak hareket ettiklerini şöyle bildirmiştir:

"Şüphesiz Allah, Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele edenleri sever." (Saff Suresi, 4)

Sonuç: İnsanın Fıtratı Güzel Ahlaka Hayranlık Duyacağı Şekilde Yaratılmıştır


İnsan ruhu, güzellikten zevk alacak şekilde yaratıldığı için her zaman en kusursuz olanı ve mükemmeli arar. İman etmeyen insanların müminleri gördüklerinde hayranlık duymalarının ana nedeni de budur. Yaşları, meslekleri, sosyal konumları her ne olursa olsun, Kuran ahlakına göre yaşamayan insanlar, müminlerin sergiledikleri samimi din ahlakı karşısında gizli ya da açık daima bir hayranlık duyarlar. Bu tarih boyunca böyle olmuştur ve bundan sonra da Allah’ın izniyle öyle olacaktır.

Ayrıca unutulmamalıdır ki iman etmeyen insanların -çoğu şuurunda olmasa da- aslında hayranlık duydukları Allah’ın bildirdiği Kuran ahlakıdır. Müminler Kuran ayetlerinde bildirilen üstün ve kaliteli ahlak vesilesiyle, imanları olgunlaştıkça diğer insanlarda daha da gıpta uyandıran bir ahlak ve görüntü sergilerler. Bir ayette Rabbimiz tarafından bir öğüt ve hidayet rehberi olarak indirilen Kuran’ın bu vasfı şöyle bildirilmiştir:

“… -Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur'an dinledik.”
(Cin Suresi, 1)




www.ilmimercek.net




Nuh Tufanı Nerede Gerçekleşti?

Nuh Tufanı'nın gerçekleştiği yer olarak Mezopotamya Ovası gösterilir. Bu bölgede tarihte bilinen en eski ve en gelişmiş uygarlıklar kurulmuştur. Ayrıca bu bölge, Dicle ve Fırat Nehirleri'nin ortasında yer alması sebebiyle, coğrafi olarak büyük bir su baskınına uygun bir zemin teşkil etmektedir. Tufan'ın etkisini artıran sebeplerden birisi, büyük bir ihtimalle, bu iki nehrin yataklarından taşıp bölgeyi etkisi altına almış olmasıdır.

Bu bölgenin Tufan'ın gerçekleştiği yer olarak kabul edilmesinin ikinci bir sebebi de tarihseldir. Bölgedeki birçok medeniyetin kayıtlarında, aynı dönemde yaşanmış bir Tufan'ı anlatan çok sayıda belge ortaya çıkarılmıştır. Nuh Kavmi'nin helak edilmesine tanık olan bu medeniyetler, bu felaketin oluş biçimini ve sonuçlarını tarihsel kayıtlara işleme ihtiyacı hissetmiş olmalıdırlar. Tufan'ı anlatan efsanelerin çoğunluğunun Mezopotamya kökenli olduğu da bilinmektedir. En önemlisi de arkeolojik bulgulardır. Bunlar, bu bölgede gerçekten de büyük bir su baskınının meydana geldiğini göstermektedir. Bu su baskını, ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz gibi, bölgede bulunan uygarlığın bir süre için duraksamasına neden olmuştur. Yapılan kazılarda böylesine büyük bir felaketin açık izleri toprağın altından çıkartılmıştır.

Mezopotamya bölgesinde yapılan kazılardan anlaşıldığına göre, bu bölge tarih içinde birçok kez seller ve Dicle, Fırat Nehirleri'nin taşması sonucu meydana gelen felaketlerle yüz yüze gelmiştir. Örneğin, MÖ 2000 civarında Mezopotamya'nın tam güney kısmında bulunan büyük Ur kentinin hükümdarı olan İbbis'in zamanındaki bir yıl, "gökle yer arasındaki sınırları yok eden bir Tufan sonrası" (Max Mallowan, Noah's Flood Reconsidered, Iraq: XXVI-2, 1964, s. 66.) şeklinde tanımlanmaktadır. MÖ 1700'lerde Babilli Hammurabi zamanında bir yıl da "Eşnunna kentinin bir selle yıkılması" olayıyla tanımlanmaktadır.

MÖ 10. yüzyılda hükümdar Nabumukinapal zamanında Babil şehrinde bir su baskını gerçekleşmiştir. Milattan sonra 7., 8., 10., 11. ve 12. yüzyıllarda da bölgede önemli su baskınları vuku bulmuştur. 20. yüzyılda 1925, 1930 ve 1954 yıllarında da bu meydana gelmiştir. Anlaşılan odur ki bölge, her zaman için bir sel felaketine açıktır ve Kuran'da belirtildiği gibi büyük çaplı bir selin tüm bir kavmi yok etmesi açıkça mümkündür.




Sirius Yıldızı

Kuran'da geçen bazı kavramlar, 21. yüzyılın bilimsel verileriyle araştırıldığında karşımıza bir Kuran mucizesi olarak çıkmaktadırlar. Bunlardan biri, Necm Suresi'nin 49. ayetinde geçen Sirius yıldızıdır:


Doğrusu, "Şi'ra (yıldızı)nın" Rabbi O'dur. (Necm Suresi, 49)

Arapça karşılığı "Şi'ra" olan Sirius yıldızının, sadece "yıldız" anlamına gelen Necm Suresi'nin 49. ayetinde geçmesi son derece dikkat çekici bir durumdur. Çünkü bilim adamları geceleri gökyüzünün en parlak yıldızı olan, Sirius yıldızının hareketlerindeki düzensizliklerden yola çıkarak, onun bir çift yıldız olduğunu keşfettiler. Dolayısıyla Sirius, Sirius A ve Sirius B olarak ifade edilen iki yıldızdan oluşan bir takım yıldızdır. Bunlardan daha büyük olan Sirius A, Sirius B'den Dünya'ya daha yakındır ve özelliği çıplak gözle görülebilen en parlak yıldız olmasıdır. Sirius B yıldızının özelliği ise teleskopsuz görülememesidir. Sirius takım yıldızları, birbirlerine doğru yay şeklinde bir eksen çizerler ve her 49,9 yılda bir birbirlerine yaklaşarak gökyüzünde sarkarlar.

Bu bilimsel veri, günümüzde Harvard, Ottawa ve Leicester Üniversiteleri'nin astronomi bölümlerinin fikir birliğiyle kabul ettikleri bilimsel bir gerçektir. Bir kaynakta bu bilgiler şöyle aktarılır:

En parlak yıldız Sirius gerçekte bir çift yıldızdır... Dolanım periyodu 49.9 yıldır. (La troisième loi de KEPLER, Exposes Astronomiques )

Burada, dikkat edilmesi gereken nokta, iki yıldızın birbirleri etrafında dolanırken yay şeklinde iki adet yörünge çizdikleridir. Ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru anlaşılabilmiş bu bilimsel gerçeğe, mucizevi bir şekilde bundan 14 asır önce Kuran'da işaret edilmiştir. Necm Suresi'nin 49. ve 9. ayetleri beraber olarak okunduğunda bu mucize karşımıza çıkmaktadır:

Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur. (Necm Suresi, 49)

Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı. (Necm Suresi, 9)

Necm Suresi'nin 9. ayetinden anlaşılan "ikisi arasındaki uzaklık" anlatımı bizlere bu iki yıldızın çizdiği yörüngede birbirlerine yaklaştığını ifade etmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.) Kuran'ın vahyedildiği dönemde bilinmesi mümkün olmayan bu bilimsel gerçek, bize, Kuran'ın Yüce Rabbimiz'in bir sözü olduğu gerçeğini bir kez daha kanıtlamaktadır..




Muhteşem Gözler

Kainatı yoktan var eden ve yarattığı tüm varlıklara üstün özellikler veren Allah’tır. Rabbimiz'in yaratışındaki bu mükemmelliği anlayabilmek için yarattığı canlıları incelemek gerekir. Çünkü Allah'ın sonsuz sanatının mükemmelliği, yarattığı milyonlarca canlının üstünde farklı şekillerde tecelli etmektedir. Canlı gözlerinin özellikleri de, Yüce Allah'ın Bedi (Örneksiz yaratan) isminin tecellileridir. Allah' ın Kuran'da da bildirdiği gibi bu özellikler, müminler için bir şevk kaynağıdır:

"Sizin için hayvanlarda da elbette ibretler vardır..." (Nahl Suresi, 66)

Deniz Canlılarının Hayranlık Uyandıran Gözleri


Kabuklular

Yüce Allah, bazı kabuklu deniz canlılarının kabuklarının iç tarafına, sıra sıra dizilmiş küçük alıcı gözler yerleştirmiştir. Kabuklarını açık tutarak görme işlemini gerçekleştiren bu canlıların göz yapıları, Yüce Rabbimiz'in kusursuz yaratma sanatının muhteşemliğini sergileyen kıvrımlı içbükey bir ayna tasarımına sahiptirler. Bu canlıların gözlerinin yarı saydam retinası vardır ve gözler, bir düşmana karşı savunmada onlara net bir görüntü sağlar. Kabuğunun kenarları boyunca dizilmiş küçük parlak gözlerin her biri yalnızca 1 mm. büyüklüğe sahip olmasına rağmen bu gözlerle hem hareketleri hem de ışık ve karanlık arasındaki farkı kolaylıkla anlayabilmektedirler.


Midyenin gözlerindeki küçük retinalar, tüm alıcıları için ışık toplayan yansıtıcılar içerir. Bu nedenle ışık değişimlerine duyarlı gözleri sayesinde bir hareket sezerse kabuğunu hemen kapatarak hem gözlerini, hem de kendini korumaya alır.

Nautilus

Nautilus, iğne deliği kamera (pinhole camera) tipi optik gözlere sahiptir. Bu göz tipi, diğer kamera tipi gözlerden daha fazla ışığa ihtiyaç duyar. Bu nedenle, yönünü bulmak için polarize ışığı (parlak yüzeylerden yansıyan parıldama) kullanarak çok rahatlıkla yol alır. Nautilus gibi çok derinlere dalan ve karanlık sularda ışığa büyük gereksinim duyan bir canlı için elbette yüzeylerden yansıyan ışığın, görme açısından çok büyük bir önemi vardır. 


Karides

Karidesler gibi bazı kabukluların ana gözlerine ek olarak vücutlarında ve kuyruklarında da ışığa duyarlı alıcılar bulunur. Gözleri oldukça kompleks bir yapıya sahip olan bu canlılar, bir alanı görmek için birden fazla göz yüzeyi kullanırlar. Bu canlıların beyni ise, oldukça mükemmel bir biçimde çalışarak gelen çok fazla sayıda görüntüyü bütünleştirerek tek bir görüntü elde eder.


Yengeç

Yengeçler, yansıtma ve kırılma özelliğini kullanan ve güneş ışığının yönünü ayırd etme kabiliyeti de olan gözlere sahiptirler. Düşmanlarının sayısı çok fazla olduğundan bu eşsiz görme sistemlerine ihtiyaçları vardır. İlginç olan nokta, bu göz yapısına Prekambrien patlaması olarak adlandırılan döneme ait fosiller arasında sık bulunan trilobit fosillerinde de rastlanılmasıdır. Bu durum canlıların ilk yaratıldıkları andan itibaren ihtiyaçlarına yönelik gözlere sahip olduklarını ve göz lenslerinin evrimin iddia ettiği gibi tesadüfen oluşma ihtimalinin mümkün olmadığını göstermektedir. 


Ahtapotlar ve Dev Mürekkep Balığı

Ahtapotların gelişmiş kamera tipi gözleri vardır. Bu gözler, tıpkı resim çekerken cismin mesafesine göre netliğini ayarladığımız fotoğraf makineleri gibi yakın veya uzak mesafeye göre görüş netliklerini ayarlayabilirler. Yüce Allah'ın bahşettiği bu muhteşem gözler vesilesi ile ahtapot, tüm kollarını kontrol edebilmek ve düşmanlarından korunabilmek için bir görüş odaklaması yapabilir.

 
Dev mürekkep balığının da çok keskin görüşü vardır. Dünyadaki en büyük gözlere sahip canlı olan dev mürekkep balıklarının insan gözünden yaklaşık 100 kez daha büyük olan gözleri onlara keskin bir görüş sağlar.

SONUÇ

Her canlı türünün gözleri kendilerine has özelliklere sahiptir. Yeryüzündeki milyonlarca çeşit canlının sahip oldukları özelliklerden sadece gözleri düşünmek bile, bu benzersiz özelliklerin bilinçsiz olaylarla ortaya çıkmayacağını, kendiliğinden bir canlının kusursuz gözler kazanamayacağını, canlıların gözlerinin tek bir parçasının bile tesadüfen oluşamayacağını kanıtlar. Bütün hayvanlar, bitkiler, insanlar Yüce Allah tarafından eksiksiz bir şekilde yaratılmışlardır. Akıl ve vicdan kullanarak düşünen insanlar için bu çok açık bir gerçektir.


Bu gerçeği kavramak ve tüm yaşamını buna göre ayarlamak, her insanın kendi faydasına olacak bir davranıştır. Çünkü insanın dünyadaki görevi Yüce Rabbimiz'in ihtişamlı yaratışını görmek ve bu yaratılış karşısında O'nun sonsuz gücünü ve ilmini takdir edebilmektir. Sonsuz güç sahibi olan Allah'ın ilmi bir ayette şöyle haber verilmiştir:

“Sizin İlahınız yalnızca Allah'tır ki, O'nun dışında İlah yoktur. O, ilim bakımından herşeyi kuşatmıştır.” (Taha Suresi, 98)







Bağdat'ın Alevlerle Yok Edilmesi

Ahir zamanda Bağdat alevlerle yok edilir... (Risalet-ül Huruc-ül Hz. Mehdi, Cilt 3, sf. 177)

2003 Irak Savaşı'nda, savaşın ilk gününden itibaren Bağdat, en yoğun bombardımana tutulan şehirlerden biri olmuştur. Ağır bombardıman, geceleri Bağdat'ın tıpkı hadiste haber verildiği gibi alev alev yanmasına neden olmuştur. Bağdat'ın gazete ve televizyon haberlerine yansıyan görüntüleri, yukarıdaki hadiste dikkat çekilen olayla tam olarak mutabıktır. Bu da ahir zamanda bulunduğumuzu gösteren açık alametlerden biridir.




 


Mehdiyet Müjdelenmesi Gereken Bir Konudur

Geçtiğimiz hicri yüzyılın müceddidi Bediüzzaman Said Nursi, eserlerinde, Hz. Mehdi’nin gelişi ve İslam ahlakını tüm dünyaya hakim kılması konusunda önemli açıklamalarda bulunmuştur.

Bediüzzaman'ın eserlerinde geniş yer verdiği bu açıklamalar tüm Müslümanlar için yol gösterici niteliktedir. Ancak bazı çevreler, "Mehdiyet konusundan aleni şekilde bahsedilmesinin pek çok açıdan yanlış ve sakıncalı olacağını" dile getirmektedirler.

Oysa ki "Mehdiyet meselesi gizlenmesi, örtbas edilmesi değil; aksine müjdelenmesi gereken bir konudur."

Hz. Mehdi'nin gelişi bizzat Peygamberimiz (sav) tarafından müjdelenmiştir ve Peygamberimiz (sav)'in bu konuda mütevatir olarak kabul edilen çok sayıda hadisi vardır.

Bu filmde hadisler ve Bediüzzaman’ın açıklamaları ışığında Mehdiyet konusunu izleyeceksiniz.






ÇİYAN

YAŞ:                100 milyon yıllık

DÖNEM:            Kretase

BULUNDUĞU YER:
    Myanmar







Amber içinde küçük ama oldukça uzun bir çıyan türü görülmektedir. Bu çıyan türü toprakta, kaya altlarında yaşar ve kimi zaman 30 çiftten fazla bacağa sahiptir. Çıyanlar, son derece kompleks özelliklere sahip varlıklardır. Bu canlıların amberler içindeki görünümlerinin bize ulaşması, kompleks yapı ve donanımlara milyonlarca yıl önce de sahip olduklarını göstermektedir. Darwin ve onu takip eden Darwinistler, fosil kayıtlarının, zamanla kendi teorilerine delil oluşturacağına inanmışlardır. Ama beklentilerinin tam tersi olmuş, fosil kayıtları Yaratılış gerçeğine delil oluşturmuş, evrim teorisini yalanlamıştır.

YAŞAYAN ÖRNEĞİ







www.imanedenbilimadamlari.com

Yüzyıllardır dinin kendilerine sağladığı özgür aklı, sınırsız düşünme yeteneğini kullanarak bilime büyük katkılarda bulunmuş olan birçok bilim adamı bulunmaktadır. Bu kişiler, hem bilimin, dinle tam bir uyum içinde olduğunu göstermiş, hem de bilime ve insanlığa önemli hizmetlerde bulunmuşlardır.

Newton, Kepler, Leonardo da Vinci, Einstein gibi bilim tarihine yön veren ünlü bilim adamları yaptıkları gözlemler ve araştırmalar sonucunda evrenin Yüce Allah tarafından yaratıldığını, düzene konduğunu ve Allah'ın hakimiyetinde olduğunu savunmuşlardır. Bu sitede bilimin temel prensiplerinin inançlı kişiler tarafından ortaya atıldığı ve çağdaş bilimin doğuşunda dinin önemli bir rolünün olduğu anlatılmaktadır.



PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER