Allah insanı iman etmeye uygun bir fıtratta yaratmıştır. Rabbimiz bu gerçeği bir Kuran ayetinde şöyle bildirmiştir:
“Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rum Suresi, 30)
Bir kısım insanlar, Kuran’da bildirilen bu gerçeği inkar ederek kendilerini zorlu ve sıkıntılı bir yaşama mahkum ederler. Bu kişilerin fıtratlarına uygun ve manevi olarak kendilerine büyük bir güç getirecek olan iman yerine, sıkıntılı yaşamı tercih etmelerininse bazı sebepleri vardır:
Bazı insanların içlerindeki şiddetli büyüklük duygusu yani kibirleri hak dini yaşamalarına engel olur. Çünkü bu insanlar fikirlerinin, inançlarının, hayat tarzlarının doğruluğuna ve kusursuzluğuna kendilerini inandırmışlardır. Kendi akıllarını çok beğenen bu insanlar, daha doğru bir fikrin veya inancın varlığını asla kabullenmek istemezler. Böyle bir düşünce dahi onları rahatsız eder. Yüce Allah'ın "Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o." (Bakara Suresi, 206) ayetinde de bildirildiği gibi, insanı inkara sürükleyen ve iman etmesini engelleyen de işte bu "büyüklük gururu" yani kibiridir.
Bu insanlar, Kuran ahlakını yaşamaya davet edildiklerinde onu inkar ederler. Çünkü hak dine tabi olmaları, şimdiye kadar batıl bir inanca sahip olduklarını kabul etmek anlamına gelir. Yıllar boyunca yanlış bir yol izlediklerini, doğru yolda olmayan kişileri kendilerine önder seçtiklerini ya da yazdıkları, okudukları, değer verdikleri tüm bilgilerin büyük bir yanılgı olduğunu öğrenmeleri bu insanlar için büyük bir felakettir. Bu felaketi yaşamamak için, her türlü delili ile ispat edilse dahi sahip oldukları fikirlerin hezimetini kabul etmek istemezler. Çünkü kibirleri buna izin vermez. Kibirleri, ayette bildirildiği gibi "onları günaha sürükler".
Oysa yapmaları gereken, Kuran'ın tek gerçek olduğunu idrak ettikten sonra, yanlış bir yol üzerinde olduklarını hemen kabul etmek, vicdanlarının sesine kulak vermek ve tevbe edip yepyeni bir hayata başlamaktır. Kolay olan ve Yüce Allah'ın hoşnut olacağı ahlak da budur. Aksi, hem dünyada hem de ahirette sıkıntılı bir hayat demektir. Yüce Allah inkar edenlerin içinde bulunduğu bu karanlık ruh halini, "Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak." (Neml Suresi, 14) ayetiyle bizlere bildirmektedir. Kibirleri bu insanları doğru yoldan engellemekte ve çok büyük bir ziyana uğratmaktadır.
İnsanların büyük bir çoğunluğu için Kuran evin bir köşesinde dokunulmadan durması gereken, hiç okumadıkları halde kendilerini kötülüklerden koruyacağına inandıkları bir kitaptır (Kuran’ı tenzih ederiz). Bu kişiler kendileri için aydınlatıcı ve yol gösterici olan Kuran’ın, ancak okuyup içindeki Yüce Allah’ın emirlerini ve yasaklarını uyguladıkları takdirde kendilerini cehennemden koruyacağından ve cenneti kazandıracağından habersizdirler. Bu nedenle dini gerçek kaynak olan Kuran’dan öğrenmek yerine büyüklerinden veya Kuran’da vurgulandığı gibi atalarından öğrenmeyi tercih ederler. Nitekim Yüce Allah insanların bir kısmının Kuran okumayı terk ettiği gerçeğine bir ayette şöyle dikkat çeker:
“Ve elçi dedi ki: "Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş (bir Kitap) olarak bıraktılar."” (Furkan Suresi, 30)
Peygamberimiz (s.a.v.) de bir hadis-i şerifinde Kuran'ın kurtuluşa götüren bir rehber olduğunu şöyle açıklamıştır:
"Kim ki Kuran'ı öne alırsa, Kuran onu cennete götürür. Kim de arkasına bırakırsa onu da cehenneme sürer." (G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 1. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 227/9)
İnsanların büyük bir bölümü Kuran’ı okumamış olmanın getirdiği cahillikle, geleneklerle, törelerle, hatalı bilgilerle ve geçmiştekilerden kalma yanlış uygulamalarla dolu bir dini yaşamaya çalışırlar. Bu dinin kuralları, yasakları, ahlak anlayışı hak dinden farklıdır. Yüce Allah'ın vahyinde ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in sünnetinde olmayan pek çok kuralı da beraberinde getirmiş olan bu dinin en tehlikeli sonucu ise insanlar arasında hak ve gerçek dine karşı bir ön yargı oluşturmasıdır. İşte son derece karmaşık ve uygulaması çok güç kurallarla dolu olan bu din insanları Kuran ahlakından uzaklaştırır.
Yüce Allah, “Peki onlar, Allah'ın dininden başka bir din mi arıyorlar?...” (Al-i İmran Suresi, 83) ayeti ile bu gerçeği haber verir. Bir başka ayette ise uydurdukları bu yeni dine kendilerinin de uymadıkları bildirilir:
“... Biz onlara yazmadık (emretmedik). Ancak Allah'ın rızasını aramak için (türettiler) ama buna da gerektiği gibi uymadılar…” (Hadid Suresi, 27)
Oysa Yüce Allah’ın yaşanmasını emrettiği din çok sadedir, uygulamasında karmaşa ve karışıklık yoktur. Zaten insanlar da Yüce Allah’ın seçip beğendiği hak dini yaşamaya uygun fıtratta yaratılmışlardır. Kuran’da Yüce Allah’ın beğendiği ve beğenmediği davranışlar, haram ve helaller çok açık bir biçimde anlatılmıştır. Bu nedenle, vicdan ve akıl açıklığı, kadere teslimiyet ve Yüce Allah’a tevekkül ile Rabbimiz’in hoşnut olacağı hak dini yaşamak çok kolaydır. Rabbimiz bu gerçeği bir Kuran ayetinde şöyle haber verir:
“Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.” (Rum Suresi, 30)
Kuran ahlakı insanlara mutluluk, rahatlık ve gerçek özgürlüğün olduğu bir yaşam biçimi sunar. Bu yaşam biçimi kişiyi manen zincirleyen "sahte ilah"ların boyunduruğundan kurtarıp her şeye gücü yeten, sonsuz akıl ve güzellik sahibi, her şeyi kontrolü altında bulunduran, sonsuz şefkat ve adalet sahibi olan Allah'a yaklaştırır.
Bazı insanların, Kuran ahlakını yaşamalarına engel olan nedenlerden biri de "çoğunluğa uyma" psikolojisidir. Bu kişiler vicdanları onaylamasa da kendilerini çoğunluğun yaşam tarzına ayak uydurmak zorunda hissederler ve bunu, toplumun bir ferdi olmanın zorunluluğu olarak görürler. Bu psikoloji ile dinin gerçek manasını kavrayamaz, kendilerini dünyada tüm insanların uyması gereken -Allah'ın emirleri dışında- birtakım kurallar olduğuna, insanın da bu kurallara uymak zorunda olduğuna inandırırlar. Oysa Kuran'da Yüce Allah çoğunluğun yöneldiği hayat şeklinin, uydukları sahte kural ve yaptırımların insanları doğruya yöneltmediğine tam aksine Kuran'da çoğunluğa uymanın, insanı yoldan saptıran bir tehlike olduğuna dikkat çekmektedir:
“Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler.'” (Enam Suresi, 116)
Bu nedenle çoğunluğun hak dine muhalif bir hayat şeklini seçmiş olması, insanlara karşı alaycı, zalim tavırlarda bulunmaları, ailelerine hatta devletlerine karşı isyankar bir yapı içinde olmaları, Allah'ın haram kıldığı fiilleri hiç düşünmeden işliyor olmaları o toplumdaki diğer kişileri etkilememelidir. Bu tarz insanların nüfusun çoğunluğunu oluşturması da bireylerin yaptıkları hatalar için bir gerekçe olamaz. Çünkü Yüce Allah'ın razı olacağı ve Kuran’da çok net biçimde tarif edilmiş bir hayat yerine Kuran’la bağdaşmayan çoğunluğa uyma psikolojisi ile benimsenen bir yaşam tarzı, insanlara bir kazanç sağlamayacağı gibi cehenneme ilerleyen yolun kapılarını da açar.
Bazı insanlar, Allah'ın emirlerini gözetmeden, yalnızca nefislerinin istek ve arzuları doğrultusunda yaşamanın özgürlük olduğunu sanarak büyük bir yanılgıya düşerler. Oysa bir insanın gerçek özgürlüğü yaşayabilmesi yalnızca Allah'a kulluk edip, O'na teslim olması, varlıklara ya da birtakım değerlere kulluk etmekten tamamen kurtulmasıyla elde edilebilir. Çünkü gerçek özgürlük fiziksel olmanın ötesinde, ruhta yaşanır. Bu Yüce Allah'ın insanın ruhuna ve kalbine hissettirdiği genişlik, ferahlık, güven ve huzur duygularının bütünüdür. Nitekim Yüce Allah sadece iman edenlerin sahip olabileceği bu özgürlüğe bir ayette şöyle dikkat çeker:
“... Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur.” (Rad Suresi, 28)
Peygamberimiz (s.a.v.), insanları en şerefli ve güzel olan yola, Allah'ın yoluna çağırmış, insanların dünyada ve ahirette kurtuluşlarına vesile olmak için gayret etmiştir. Efendimiz (s.a.v.), hadis-i şerifinde de bu gerçeği çok net bir biçimde belirtmiştir: "Muhakkak ki, en güzel söz Allah'ın Kitabıdır. En güzel yol da Muhammed'in yoludur."(Buhari, I'tisam 2, Ebed 70; Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 2. cilt, Akçağ Yayınları, Ankara, s.338)
Kuran ahlakını yaşamanın gerekliliğini gerçek anlamda kavrayamamış olan insanlar, Yüce Allah'a ve Kuran'a inandıklarını, ancak ibadetlerini ileri yaşlarında yerine getireceklerini düşünürler. Son derece yanlış olan bu düşüncenin altında, eğer din ahlakına göre yaşarlarsa dünyadaki basit zevkleri yaşayamayacakları korkusu, ölümün her an gelebileceğini göz ardı etmeleri ve ahirete kesin bir bilgiyle inanmamaları gibi son derece çarpık mantıklar vardır. Oysa tüm bu mantıklar, bu kişilerin hak dinden habersiz olmalarından kaynaklanır. Çünkü Yüce Allah hak dini gerçek anlamda yaşayan müminlere “De ki: "Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?" De ki: "Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır." Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız.” (Araf Suresi, 32) ayetinde hem dünyayı hem de ahireti vaat etmekte, “Her nefis ölümü tadıcıdır...” (Al-i İmran Suresi, 185) ayeti ile ölümün genç, yaşlı, çocuk herkese çok yakın olduğunu hatırlatarak insanları hesap gününe karşı uyarmaktadır. Ahiret ise pek çok Kuran ayetinde dikkat çekildiği gibi yaşadığımız dünyadan çok daha gerçektir, çünkü sonsuzdur. Şüphesiz, “ileride yaparım” mantığı ile din ahlakına göre yaşamayı geciktiren bu insanların öne sürdükleri mazeretlerin hepsi geçersizdir. Yüce Allah bu gerçek karşısında kullarını şöyle uyarır:
“Zalimlere kendi mazeretlerinin hiçbir yarar sağlamayacağı gün; lanet de onlarındır, yurdun en kötüsü de.” (Mümin Suresi, 52)
Hak Dini Yaşamaktan Alıkoyan Şeytanın Telkinleridir
İnsanı hak dini yaşamaktan alıkoyan şeytandır. Şeytan kendisini fark ettirmeden gerektiğinde aceleci davranmadan insana çok sinsice yaklaşır. İnsanları Kuran ahlakını yaşamaktan uzaklaştırmak için yavaş yavaş küçük telkinler vererek onları uzun vadede hak dinden uzaklaştırır. Oysa insanlar ancak hak dini yaşayarak sağlıklı bir akıl ve ruha sahip olabilirler. Çünkü hak dini yaşamak, insanı dünyevi bağlardan kurtarır. Kişiyi sadece Allah'a ve O'nun Hak Kitabındaki emirlere karşı sorumlu hale getirir. Bu, insanlar için çok büyük bir kolaylıktır. Yüce Allah Kuran'ın birçok ayetinde İslam dininin kolaylığını bildirir. Örneğin "Ve seni kolay olan için başarılı kılacağız." (A'la Suresi, 8) şeklinde bildirerek Müslümanların bu kolaylık içinde başarı sağlayacaklarını haber verir ve Allah iman eden kullarının yolunu açarak onları doğru yoluna ulaştırır. Kuran'ı vesile kılarak, yaşadıkları karanlık hayattan çıkmalarını sağlar. Yüce Allah bir ayetinde hak dini yaşayan Kendisine kayıtsız şartsız uyan müminleri şöyle müjdelemektedir:
“Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi)dir. Onları karanlıklardan nura çıkarır...” (Bakara Suresi, 257)