Hemen herkesin aşina olduğu bir kalıp vardır: Ülke menfaati. Liderler, vatandaşlarına ülkelerle aralarındaki sürtüşmelerin mantığını açıklarken hep bu kilit kelimeyi kullanırlar. Uluslararası toplantılar hep, ülkelerin kendi menfaatleri için neler yapmaları gerektiğini konuşup kararlaştırdıkları ortamlardır. Olağanüstü ciddiyette bürokratlar, ellerinde dosyalarla soğuk toplantı odalarına yerleşir, iki taraf da birbirine nasıl kozlarla yaklaşacağının hesabını yapmıştır. Sonuçsuzdur bu toplantılar çoğunlukla; çıkar hesapları yapılmış ama kimse, menfaatine uygun düşen payı alamamıştır.
Yarım asırdır süregelen Kıbrıs meselesi bunun önemli örneklerinden biri. Menfaat hesaplarından en büyük payı almaya çalışan taraflar bir türlü uzlaşamıyorlar. Nüfus hesabı, toprak hesabı, su ve kaynak hesabı derken çıkmaz gün geçtikçe daha fazla büyüyor. Son 40 yıl içinde toprak meselesi öyle çetrefilli bir hale gelmiş durumda ki, çözüme bağlanması gereken 22 çeşit mülk kategorisi bulunuyor. Bu ürkütücü toprak meselesi nedeniyle bir kısım Türklerin evlerini Rumlara, bir kısım Rumların da evlerini Türklere teslim etmesi gerekiyor. “Birleşme” veya “birlikte yaşam” projeleri öyle görülüyor ki sadece toprak hesabına dayanıyor.
Yıllardır bize reelpolitiğin en doğru en etkili silahı olarak öğretilen ülke menfaati kavramı, aslında toplumları çöküşe götüren maddeci ve çıkarcı zihniyetin siyasete uyarlanmış halidir. Materyalistler çıkarcı ve maddeci bakış açısını sadece sosyal toplumlara empoze etmekle kalmamış, bunu uluslararası ilişkilerde de uygulamaya koymuştur. Reelpolitik kavramının oluşturulmasının hemen ardından medeniyetler çatışması tezi ortaya konmuş ve istenen altyapı sağlanmıştır. Bu teze göre: Ülkeler çıkarlarını korumalı ve bunun için çatışmalıdırlar. Doğada güçlü olan kazanır tezine dayalı materyalist bakış açısı, böylelikle toplumlarda yer bulabilecektir. Anlaşmazlıklar sürüp gittikçe, toplumlar dağıldıkça, savaşlar gerçekleştikçe, en büyük medeniyetler bundan kar sağlayacak ve zayıf olan da elenecektir.
Canlıların yaşamak için birbirleriyle bir tür mücadele halinde olduğu doğrudur. Fakat canlılar aynı zamanda çoğu zaman insanı dahi gölgede bırakacak düzeyde fedakardırlar. Sevdikleri için çoğu zaman kendilerini ölüme atmakta tereddüt etmezler. Dolayısıyla hayvanlar, yaşam mücadelesinin acımasız örneklerini materyalistlerin umduğu şekilde temsil etmezler.
Dahası, bizler var olmak için yok etmeye kodlanmış birer hayvan değiliz. İnsan, sevgi üzerine yaratılmış, yaptıklarından sorumlu bir varlıktır. Amacı menfaatlerini önde tutarak hayatta kalabilmek değil, iyi ve güzel davranışlarda bulunmaktır. Allah'ın bir eseri olduğunu görebilen her insan, bu sırrı kutsal kitaplarda açıkça görebilir.
Bu sırra göre insan fıtratı, sevmeye, fedakarlığa, dostluğa ve barışa ayarlıdır. İçinde yaşadığı toplum bu değerlere uygun olduğunda rahat eder. Sürekli cinayetlerin işlendiği, insanların evlerini dikenli tellerle korumaya aldığı, x-ray cihazlarından geçerek binalara girebildiği, ülkeler arasında yüksek duvarlarla set çekildiği şu dünyada, insanların böylesine mutsuz =olmaları şaşırtıcı değildir. Ülke politikaları insan fıtratına aykırıdır.
"Ülke menfaati" adı verilen müthiş soğuk, çıkarcı ve alabildiğine egoist sistemin yanlışlığı işte burada ortaya çıkar. İnsanın yaratılış amacına aykırı bu yapı, daima insanların bünyeleri tarafından reddedilecektir. Egoizm, insanların içlerinde yaşatmaya çalıştıkları sevgiyi öldürecek, nefreti tetikleyecektir. Resmi heyetler gelip gidecek, resmi açıklamalarla dolu toplantılar yapılıp duracak fakat sorunlar hiçbir zaman çözülmeyecektir. Çünkü hepsi "önce ben" demektedir.
Kıbrıs meselesine dönecek olursak, yukarıda anlattığımız sebeplerden ötürü önümüzdeki günler Kıbrıs için çok da fazla gelişme vaat etmiyor. Karşılıklı yapılan son görüşmeler bölge halkının en büyük ihtiyacı olan sevgi ve kardeşliği yine yok saydı. Eğer adadaki halklar birlikte yaşayacaklarsa, toprak paylaşımı, idari haklar, sosyal statüler gibi siyasi soğuk söylemlerden önce, halkların arasındaki sevgi üzerine odaklanmak gerekmektedir. Adadaki iki halk, yıllardır bir arada yaşamış, birbirlerini dost olarak kanıksamış, aynı kültürlere ve aynı geleneklere sahip, aynı kaderi ve aynı geçmişi paylaşmış ve birlikte aynı geleceği paylaşacak olan kardeş halktır. Böyle halkların özelliği fedakarlıkta yarışmalarıdır. Onların örfü böyledir. Bu kültürü almış insanlar, kendi evlerinde dostlarına, misafirlerine gösterdiği fedakarlığı, kendi toprakları üzerinde birlikte yaşadığı insanlara da göstermek ister. “Senin-benim” kavgasından hoşlanmaz. Siyasetin gösterdiği maddeci, menfaatçi politika böyle halklar üzerinde daima alerji yaratır.
Sevgi, hakkında konuşmaktan hoşlandığımız ama pratikte yaşanması imkansız bir ütopya değildir. Sevgi olmadan hayat ölür, dünya ölür, siyasi sistemler ölür, ekonomi batar. Sevgi, ihtimal dışı lüks bir kavram değil, hayatımızdan zorla çekip alınmış hayat damarımızdır.
İşte bu nedenle eğer Kıbrıs'ta gerçekten çözüm aranıyorsa, önce iki halkın dostluğu üzerinde durulmalıdır. Önce kardeşlik vurgusu yapılmalıdır. Eve gelen bir misafir nasıl kovulmazsa, o topraklarda yıllardır yaşayan halkların da "işgalci" yaftası altında kovulması fikrine karşı çıkılmalıdır. Dostluk söz konusu olduğunda toprak meseleleri, mal pazarlığı, nüfus çoğunluğu hesapları tüm anlamını yitirecektir. Dostluk ve sevgi içinde yaşayan hangi insan bunun hesabını yapar?
Aynı durum Ermenistan-Azerbaycan, Hindistan-Pakistan ve tüm diğer kardeş çatışmaları için de geçerlidir. “Ülke menfaati” denilen çıkarcı anlayış üzerine değil kayıtsız şartsız sevgiyi inşa etmek üzerine bir politika geliştirilmelidir. Çoğu siyasetçinin o çok inandığı maddeci ve çıkarcı zihniyetin canları ve ülkeleri nasıl yaktığı artık görülmelidir. Bazılarının ütopya sandığı sevgi, tüm belaların ardındaki çözümdür.
Adnan Oktar'ın Arab News & Kıbrıs Postası'nda yayınlanan makalesi:
http://www.arabnews.com/columns/news/852686
http://www.kibrispostasi.com/index.php/cat/35/news/179548/PageName/KIBRIS_HABERLERI