Sovyet komünizmine karşı bir Birleşik Avrupa hayaliyle başlayan Avrupa Birliği, her ne kadar Avrupa Ekonomik Topluluğu ismi ile hayat bulduysa da temelinde bir ideolojik birliği hedef alıyordu. Soğuk savaş döneminde bir süper güç olarak komünizmine karşı varlığını kanıtlamış olan Amerika, kendi kıtasından uzaktaki yandaşlarının bu komünist tehdide karşı bir kalkan olmasını istiyordu. Bu kalkan en iyi ve en güçlü şekilde sınırları birleşen bir “Hristiyan Birliği” ile mümkün olabilirdi. Adı ve ülküsü hiçbir zaman Hristiyan Birliği olarak anılmadı elbette. Fakat Afrika’daki Müslüman Mayotte adasının Fransa’ya resmi olarak bağlanmasıyla “mecburen” bir Müslüman ülkeyi 2014’de sınırlarına katan AB’nin başka Müslüman üyesinin bulunmadığı bir gerçek. Gümrük Birliği’ne üye olmasına rağmen yaklaşık 50 yıldır üyelik için bekleyen Türkiye de, bu durumu teyit ediyor kuşkusuz.
Burada üzerine durulacak konu, AB’nin bir Hristiyan ittifakı olmasından ziyade, soğuk savaşın ardından içindeki birlik dengelerinde yaşanan değişimlerdir. Her ne kadar şu anda Ukrayna ve Kırım meselelerinin ardından AB’nin Rusya ile soğuk savaş dönemini andıran bir atmosfere girdiğine dair yorumlar yapılsa da gerçekte durum böyle değildir. AB’nin Rusya ile, özellikle doğalgaz ticaretine dayanan birlikteliği sürmektedir ve başka ticaret bağlantıları nedeniyle de AB ülkeleri, Rusya ile gergin ilişkileri göze alamamaktadırlar. Fakat AB içinde, özellikle ekonomik krizin başlangıç dönemlerinden itibaren bir farklılaşma yaşandığı aşikardır. Ekonomik krizde ciddi darbe alan Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi ve İspanya gibi ülkeler, AB’nin zenginleşen ekonomisi için bir güçlük halini almış ve birliğin Almanya, İngiltere ve Fransa gibi zengin ülkeleri bir anda bu ülkelerin maddi sorumluluğu ile boğuşur hale gelmişlerdir. AB üyesi olduktan sonra Euro bölgesine dahil olmayan, para birimini değiştirmediği gibi bir ada ülkesi olmasının da getirisiyle birlikte izole kalan İngiltere ise, bu yükü en fazla üstlenen ülkelerden biri haline gelmiştir.
Krizin başlangıcında duyulmaya başlanan bu alarmın getireceği sonuçların farkında olan Almanya ve Fransa, o dönemde AB’yi de kendi içinde üçe bölme gibi bir fikri hayata geçirmek istemiştir. Bu bölünme, Fransa’yı içine alan ve Almanya’yı merkez haline getiren birinci Avrupa; Baltık ve Balkanlar’ı içine alan ikinci Avrupa ve İtalya ve İspanya’nın içinde bulunduğu üçüncü Avrupa’dan oluşacaktı. Birinci Avrupa maddi kazancına zarar gelmeksizin ve maddi çöküşte olan ülkelerin bakımını üstlenmeksizin büyürken, diğer bölgeler birinci Avrupa’nın denetiminde ve idaresinde hareket edeceklerdi. Bir bakıma şu anda İngiltere ve Fransa’nın Afrika’da uyguladıkları yöntemin “Avrupa’ya” uyarlanmış hali yürürlükte olacaktı. Böylelikle ekonomik kriz sonrasında batma noktasına gelen ülkeler, zengin ülkelerin sorumluluğu altında olmayacaktı.
Ama bu plan işlemedi. Şu an, birleşik bir süper güç olma arzusu ile şekillenen Avrupa Birliği, ekonomik anlamda bakılması gereken ülkeleri kendisi için bir nevi “zayıf halka” olarak değerlendiriyor. AB üyeliğinin ekonomik ve sosyolojik açıdan kendisine zarar getirdiğini düşünen İngiltere ise, üyelikten ayrılma teklifini referanduma götürmeyi planlıyor. İngiltere gibi önemli bir ekonomik gücü kaybetmek kuşkusuz AB için, özellikle krizlerin yaşandığı şu dönemde hiç de iyi olmayacak. İngiltere’nin ise, doğuda Rusya’nın yanı sıra Müslüman ülkelere yönelik bir ekonomik ittifak hazırlığında olduğunu hatırlatalım.
Avrupa Birliği, Avrupa’nın seçkin, kaliteli, liberal, özgürlükçü ve demokratik zeminini bir araya getiren, birbirini destekleyerek güçlenen güzel ve özel bir birlik haline gelebilirdi. Fakat maddi kaygılar, sadece maddi temeller üzerine kurulmuş olan bu birliğe zarar getiriyor. Bir “güçlüler birliği” azminde olan ülkelerin, zayıflarla karşılaştıklarında ezici yöntemlere başvurmaları, materyalizm ve vahşi kapitalizmin kirli ve ürkütücü yüzüdür. Uygulayana da uygulanana da sadece zarar getirir.
Birlikler ancak sevgi ve dostluk esasına dayalı olduğunda güçlü ve istikrarlıdırlar. O zaman maddi anlamda zayıflayan ülkeler birer zayıf halka olarak değil, kurtarılması gereken birer dost gibi görünürler. O zaman birlikler hem maddi hem de refah seviyesi bakımından sürekli olarak güçlenirler. Kargaşa ve savaşlara izin vermezler. Haksızlıklara birlikte karşı koyarlar.
Avrupa Birliği’nin böyle bir anlayışa ihtiyacı var. Bu anlayış pekiştiğinde ülkeleri bir arada tutması bakımından büyük önemi olan bu birliğin güzel bir barış ittifakına dönüşmesi mümkün olur. Elbette bunun için öncelikle ekonomik zayıflama istidadında olan ülkeleri tüm gücüyle kalkındırma düşüncesi hakim olmalı ve AB, bir Hristiyan Birliği görünümünden çıkmalıdır. Türkiye gibi demokratik, Müslüman ve ekonomik anlamda güçlenen Avrupa ülkelerinin birliğe dahil olması, hem bu tek yanı görüşü kıracak, hem de AB’ye Müslüman dünyasının ekonomisinin, kültürünün ve sıcaklığının kapısını açacaktır. AB gibi önemli birliktelikler, mutlaka temellerini çıkar birliğinden dostluk birliği anlayışına dönüştürmelidirler. Bu, dünyaya mutlaka güzellik getirir.
Adnan Oktar'ın Arab News ve Pakistan Observer'da yayınlanan yazısı: