Türkiye ve Rusya, Atatürk’ün liderliğinden, Sovyet Rusya’nın inşasından beri iyi geçinmeyi başarmış, iki komşudan çok iki dost ülkedir. Bu hafta bir Rus uçağının Türkiye tarafından düşürülmesi bu sebeple iki halkı da derinden sarsmıştır.
Konu üzerine analiz yapanlar, bu olayı pek çok unsura bağladılar. Bu gerçekten bir zorunluluk muydu, yoksa hata mıydı?
Söz konusu kişiler, bu olayın, Suriye’de Rusya’nın Türkmenlere yönelik saldırılarılarına bir misilleme anlamı taşıdığını iddia etti. Bunun sebebi, Türkiye'nin, kendi akrabalarının yaşadığı bölgelere yönelik saldırılar konusunda bir süredir Rusya’ya çeşitli uyarılarda bulunmuş olması ve bombalanan bazı noktalarda radikal unsurların bulunmadığını kamuoyuna sunmuş olmasıydı. Konuyla ilgili olarak Rusya’nın Ankara büyükelçisi Andrey Karlov Dışişleri Bakanlığı’na çağrılmış, kendisine Türkmen köylerini bombalamanın ciddi sonuçlara yol açabileceği belirtilmiş ve Rusya’dan operasyona bir an önce son vermesi istenmişti.1 Dolayısıyla Türkmen bölgelerine Rus bombardımanı konusu Türkiye’nin bir süredir hassas olduğu bir konuydu.
Eğer Rus jetinin düşürülmesi ile amaç bu konuda gerçekten Rusya’ya gözdağı vermek olsaydı, Türkiye, bunun sonuçlarını mutlaka görmeliydi. Rusya hatasını anlamalı ve Türkmen bölgelerinden geri çekilmeliydi. Fakat uçak krizinden hemen sonra Rusya, iddia edilenin tam tersine Türkmen bölgelerini bombalamayı sürdürmüş, hatta bölgeyi çeşitli caydırıcı füzelerle donatarak adeta hava sahasını daraltmış ve Türkiye’nin bölgede hareket yeteneğini kısıtlamıştır. Bunu öngörmek ise hiç de zor değildir. Uçak düşürmenin Türkiye’ye bu anlamda bir fayda sağlamayacağı malumdur. Dolayısıyla Türkmen saldırılarına misilleme iddiası çok da gerçekçi görünmemektedir.
Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “biz uçağın milliyetini bilmiyorduk, Rus uçağı olduğunu bilseydik düşürmezdik” açıklaması bir misilleme olmadığını ortaya koymaktadır.
Konu hakkında analiz yapan bazı kişilerin üzerinde durduğu ikinci iddia ise, Rusya ve Türkiye’nin Suriye iç savaşında farklı tarafları desteklemeleri nedeniyle çıkarlarının çatıştığı ve bu nedenle eninde sonunda çatışacakları yönündedir. Öncelikle, bunun için 5 yıl süren iç savaş boyunca beklenmiş olması mantıksızdır. Dahası, Suriye’de çözüm için diplomatik bir adım atılmıştır. Bu diplomatik adımlar hayata çok geçememiş olsa da, Viyana mutabakatı belki de en fazla Türkiye’yi ilgilendiren bir adım olmuştur. Daha önce Türkiye’yi oldukça yakından ilgilendiren Gürcistan, Kırım ve Suriye Türkmenleri sorunlarını uzlaşma ve diplomasiyle çözmüş ve pek çok konuda fikir ayrılığı içinde olsa da iyi geçinmeyi başarmış iki ülkenin aniden Suriye anlaşmazlığını hatırlayarak birbirlerine düşmeleri gerçekçi değildir.
Durumu bu bilgiler ışığında tekrar değerlendirdiğimizde, söz konusu eylemin Rusya’ya yönelik değil, milliyeti bilinmeyen bir savaş uçağına karşı milli sınırları korumaya yönelik bir eylem olduğu görülebilmektedir. Sınır ihlali konusu ise bazı detaylar içerir:
22 Haziran 2012 yılında, silahsız ve tanıtma sistemi açık bir Türk jetinin Suriye rejimi tarafından düşürülmesi sonrasında Türkiye angajman kurallarını değiştirmiştir. Buna göre Suriye topraklarından Türk sınırına yaklaşan her askeri unsur, tehdit olarak değerlendirilip askeri hedef muamelesi görecektir.2 Uluslararası hukuka uygun olan bu karar, tüm ilgili ülkelerin bilgisine sunulmuştur.
Kimi analistler konu ile ilgili olarak Batı’da Yunanistan ile paylaştığımız Ege sınırını örnek verirler. Gerçekten de Yunanistan ile Türkiye arasında hava sınır ihlalleri sıklıkla yaşanmaktadır ve jetlerin birbirlerini uyarmaları ve kovalamaları bilinen bir rutindir.3 Fakat mevcut durumda Ege anlaşmazlığını örnek vermek doğru bir yaklaşım değildir, keza 2012’de değişen angajman kuralları sadece Suriye sınırını kapsamaktadır. Yani uçak düşürme veya karadan yapılan saldırılara misliyle karşılık verme hakkı, özellikle Suriye sınırı için belirlenmiş ayrıcalıklı kurallardır. Nitekim yeni kurallar çerçevesinde Suriye Hava Kuvvetlerine ait bir Mig-23 savaş uçağı ve bir Mİ-17 helikopteri düşürülmüş, iki kez İHA’lara müdahalede bulunulmuştur.4
Bu noktada hatırlatalım, Türkiye’nin Suriye sınırını korumama lüksü yoktur. Çünkü bu bölgede Türkiye’nin ve NATO’nun askeri ve ekonomik öneme sahip birçok tesisleri bulunmaktadır. Kaldı ki bu tür sınır ihlalleri nedeniyle Türkiye’nin sınır kasabalarında yaşayan pek çok insanımız hayatını kaybetmiştir. Dolayısıyla, Türkiye’nin Suriye sınırının ihlal edilmesine göz yumması düşünülemez.
Rusya ise, söz konusu ihlalleri en fazla gerçekleştiren ülke vasfına sahiptir. Rusya, Suriye hava saldırılarına 30 Eylül tarihinde başlamış ve sadece yedi gün içinde tam 13 ihlal gerçekleştirmiştir. Söz konusu ihlaller devam etmiş, 3-4 ekim tarihinde Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov Dışişlerine çağırılmış ve kendisine angajman kuralları hatırlatılmıştır. 16 Ekim tarihinde ise bir Rus İHA’sı Türk jetleri tarafından düşürülmüştür. Bu ihlaller, Rusya’nın Türkmen bölgelerine saldırıların başlamasıyla katlanarak artmış ancak doğrudan kamuoyuna açıklanmamış, Rus askeri yetkililerle yapılan üst düzey toplantılarda heyetlerin önüne getirilmiştir.5 İhlallerin sayısının artması ile Türkiye ABD’den yardım istemiş ve Su-34’lerle mücadele edebilecek F-15’ler Türkiye İncirlik üssüne getirilmiştir. Bu tip ihlaller sıkça gerçekleşmesine rağmen her defasında dost ülke Rusya ile anlaşma yoluna gidilmiştir.
Dolayısıyla şu aşamada, tüm uyarılara rağmen bir ülkenin hava sınırını sürekli ihlal etme ısrarı vardır ki, bu durumun ilgili ülkenin liderini zor bir duruma getireceği malumdur. Söz konusu ülke, kendi sınırlarına hakim olamıyor konumuna gelmektedir. Fakat bunun karşılığı uçak düşürmek mi olmalıdır? Elbette hayır.
Angajman kurallarının savaş şartlarına yükseltilmesi uluslararası hukukta kabul görse de, bir uçağın düşürülmesi, hem pilotların hem de karadakilerin hayatını tehdit eder. Dolayısıyla, böyle bir şeyi tasvip etmemiz mümkün değildir. Burada önemli olan, uluslararası hukuka göre bir yanlışın yapılmadığını ve Rusya’ya yönelik bir husumetin olmadığını vurgulamaktır. Nitekim NATO, ABD, Fransa, İngiltere, Almanya, İspanya, Hollanda gibi ülkeler, angajmanın uygulanmasında bir kanun ihlalinin söz konusu olmadığını belirtmişlerdir.7
İçinde bulunduğumuz dönem hassas bir dönemdir. Liderlerin sert sözlerden kaçınmaları, sonradan pişmanlık getirecek öfkeli tondan uzak durmaları şarttır. Rusya’nın diğer devletler tarafından yalnızlaştırılma politikasına uzun zamandır yazılarım ve açıklamalarımla büyük bir yüreklilikle karşı çıktığım bilinmektedir. Sert sözler, bu yalnızlaşmanın dünya çapında pekişmesine yol açabilir. İsteğimiz bu değildir. Her iki tarafta da yorumcuların sağduyulu davranmaları, sevgi ve barış dili kullanmaları öfke ve nefret lisanından kaçınmaları gerekir. Öfkeli kelimeler, bir an için ağıza kolay gelebilir, ama sonradan telafisi zordur. Böyle sözlerin, cahil, sevgisiz, intikamcı kişileri kontrolden çıkarabileceği ve her iki topluma da büyük zarar vereceği unutulmamalıdır. Barış insanları şu aşamada devrede olmalıdırlar.
Türk ve Rus insanları, bir anlaşmazlık istememektedirler. Rus gazetelerinde verdiğimiz barış mesajlarının oldukça fazla teveccüh bulmasının da en büyük sebeplerinden biri budur.8 Türkiye, Rusya’nın İslam dünyası ile olan diyaloğunun artması için önemli bir kapıdır. Putin’in akılcı politikaları da bu kaynaşmayı güçlendirmiştir. Rusya ile elde ettiğimiz bu değerli dostluk, telafisi mümkün olmayacak sert sözlerle heba edilmemelidir.
1. http://www.reuters.com/article/2015/11/20/us-mideast-crisis-syria-turkey-russia-idUSKCN0T91MO20151120#BD3b3xCOL0ybS2i4.97
2. https://en.wikipedia.org/wiki/Syrian%E2%80%93Turkish_border_clashes_
3. https://en.wikipedia.org/wiki/Aegean_dispute
4. http://kokpit.aero/su24-krizi-sorular-cevaplar-analiz
5. http://www.yenicaggazetesi.com.tr/rus-ucaklarinin-ihlal-ler-inden-sonra-36391yy.htm
6. http://www.aa.com.tr/tr/dunya/uluslararasi-toplumdan-turkiyeye-destek/481809
7. http://www.pravdareport.com/opinion/columnists/26-11-2015/132707-turkey_russia-0/
Adnan Oktar'ın The Jerusalem Post'ta yayınlanan makalesi: