KAMIL IMRAN: Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla. Selam sevgili Harun Yahya’nın üzerine olsun. Benimle bu röportajı yapmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Bu benim için bir onur ve büyük bir zevk. İnşaAllah bir gün sizinle yüz yüze röportaj yapabilirim. Şunu bilmenizi isterim ki, eğer sizinle yüz yüze röportaj yapıyor olsaydım, sizi kucaklamayı çok isterdim.
ADNAN OKTAR: Aleykümselam. Allah razı olsun. Ben de sizi ve tüm Müslüman kardeşlerimizi sevgiyle kucaklıyorum. Sizinle ve sizin vasıtanızla Müslüman kardeşlerimle buluşmak, sohbet etmek benim için büyük bir zevk, Allah’ın güzel bir nimeti inşaAllah.
KAMIL IMRAN: Öncelikle maddenin gerçek doğası konusuyla başlamak istiyorum. Maddenin Ardındaki Sır isimli eserinizde yapmış olduğunuz büyük araştırmalar için size teşekkür ederim. Bu kitabı okumak bana büyük heyecan verdi. Ayrıca kitabın konusu beni hayrete düşürdü. Çünkü bu konu, örneğin ölüm esnasında kişiye görünen ölüm meleğinin nasıl olup da yalnızca o kişi tarafından görülebildiğini, Cebrail’i nasıl yalnızca Sevgili Peygamberimizin (sav) görebildiğini (Bedevi olarak geldiği zamanın dışında), Allah’ın Peygamberimize (sav) Ahir Zaman alametlerini bizzat göstermiş olması nedeniyle Peygamberimizin bu dönemi bu kadar net tarif etmiş olduğunu, yine Peygamberimizin, geri döndüğünde uyuduğu yatağı hala sıcak bulacak kadar kısa bir süre içinde “Miraç” olarak bilinen gece yolculuğunu nasıl yaptığını ve Allah’ın yarattığı “algılar dünyası”nda yaşıyor olmamız nedeniyle Allah’ın Zatını asla göremeyecek olmamızı doğrudan açıklıyor. Bu görüşe katılıyor musunuz? Çalışmalarınızda söylemiş olduğunuz gibi, siz, ben, herkes ve her şey beyinlerimizde gördüğümüz birer görüntü, diğer bir deyişle Allah tarafından ruhlarımıza gösterilen birer algıdan ibaret. O halde ruhun bir görüntü, bir algı olmadığını, görüntüleri gören farklı bir varlık olduğunu düşünmek doğru mudur?
ADNAN OKTAR: Bahsettiğiniz bu konu, yani maddenin ardındaki sır konusu çok önemli bir gerçeğe işaret ediyor. Madde dışarıda var, ama biz maddenin aslıyla, dışarıdaki haliyle hiçbir zaman muhatap olmuyoruz. Gördüğümüz, bildiğimiz, duyduğumuz, dokunduğumuz herşeyin sadece beynimizdeki küçücük bir noktaya aktarılan elektrik sinyali halini biliyoruz. Tüm dünyayı, tüm evreni mercimek tanesi kadar küçük bir alanda görüyor olmamız muazzam bir olay, Allah’ın çok büyük bir mucizesi. Ne yaparsak yapalım, dışarıdaki dünyayla asla muhatap olamayız. Biz ancak beynimizin içindeki dünyayı görürüz. Beynimizin içindeki dünyada yemek yer, gezer, konuşuruz. Beynimizin içindeki televizyonu seyreder, beynimizin içindeki müziği dinler, beyinimizdeki kitapları, gazeteleri okuruz. Dağlar, denizler, yollar, evler, apartmanlar, uçaklar, arabalar, hayvanlar, bitkiler, ailemiz, arkadaşlarımız, kısaca gördüğümüz her şeyi ve herkesi beynimizin içindeki küçücük noktada görürüz. Örneğin havada süzülüp giden bir kuşa baktığımızda kuşun aslını asla göremeyiz; gördüğümüz şey yalnızca beynimizin arka tarafında oluşan bir görüntüden ibarettir. Bu teknik bir gerçektir, okul çağından itibaren öğretilen bir bilgidir. Kuşa baktığımızda kuştan gelen ışık gözümüzün ön kısımında bulunan mercekten geçer ve görüntüyü arka kısımdaki bölgeye yansıtır. Retinaya düşen görüntüler, buradaki milyonlarca sinir ucu tarafından elektriksel akıma dönüştürülür ve beynimizdeki görmeyle ilgili merkeze iletilir. Beynimiz de bu sinyalleri üç boyutlu, anlamlı görüntüler haline getirir ve böylelikle biz kuşu algılarız. Bu şu anlama gelir: Bizler kuşun aslıyla asla muhatap olamayız, biz beynimizdeki elektrik sinyallerinin görüntüye çevrilmiş halini biliriz.
Biliyorsunuz, normal şartlarda beynimizin içi simsiyah bir karanlık kutu. Buna rağmen bizler etrafımızı son derece net, aydınlık, pırıl pırıl görebiliyoruz. Aynı şekilde; beynimizin içinde hiç ses olmadığı halde bütün sesleri duyuyoruz. Peki tüm bunlara güç yetiren gözlerimiz mi? Veya kulaklarımız, beynimiz mi? Elbette ki değil. Gözler, kulaklar, beyin bunlar yalnızca protein ve yağ moleküllerinden, atomlardan oluşan et parçalarıdır. Gördüğümüz görüntüleri bu et parçalarının göremeyeceği açıktır. Sesleri duyan da bu et parçaları olamaz. Gördüğümüz, duyduğumuz her şeyi Allah ruhumuza algılattırır. Beynin içindeki karanlıkta ışıl ışıl bir dünya gören, beyindeki derin sessizlikte tüm sesleri duyan, sevgi, şefkat, neşe, coşku, heyecan gibi duyguları hisseden varlık ruhtur.
KAMIL IMRAN:Yine maddenin ardındaki sır konusu doğrultusunda “Deja Vu” nasıl değerlendirilebilir?
ADNAN OKTAR: Hepimiz Allah’ın daha önceden bizim için belirlemiş olduğu kaderi yaşıyoruz. İnsanın dünyaya geldiği an, hayatı boyunca tüm yaşadıkları, ölümü, hepsi bir an içinde olmuş bitmiştir. Allah’ın bizim için takdir ettiği bu kaderin içinden bir şeyi geri almak ya da değiştirmek mümkün değildir. Biz Allah'ın takdir ettiği zaman geldiğinde, Allah'ın takdir ettiği kaderimizi görürüz. Geçmişimiz gibi geleceğimiz de olmuş bitmiştir, ama Allah bize karşılaştığımız her anı sanki o an gerçekleşiyor gibi hissettirir. Örneğin biz bu röportajı aslında daha önce yaptık. Siz de ben de bu satırları okuyanlar da daha doğmamışken, onların anneleri, dedeleri, dedelerinin dedeleri doğmamışken yaptık. Sizin soracağınız sorular, benim vereceğim cevaplar hepsi biz daha doğmadan Allah katında bellidir.
Ama biz şu an gerçekleşiyor gibi algılıyoruz. Ya da örneğin biz şu an Türk İslam Birliği’ni oluşturmak için gayret ediyoruz. Oysa Türk İslam Birliği kaderde zaten kurulmuştur. Hz. Mehdi (as) gelmiş, Hz. İsa (as) nuzül etmiş, birlikte İslam ahlakını yeryüzüne hakim etmişlerdir. Hatta cennet ve cehennem dahi şu an Allah katında mevcuttur. Cennete gidecekler cennete gitmiş, cehenneme gidecekler cehenneme gitmişlerdir. Kaderinde cennet yazılmış olanlar şu an cennet bahçelerinde gezinmektedirler. Ama bizler imtihana tabi olan varlıklar olduğumuz için şimdilik sadece dünya hayatında bize hissettirilenler ile, diğer bir deyişle içinde bulunduğumuz an ile muhatap oluyoruz. Ama Allah insanların kaderi düşünmeleri ve tevekkülü kendilerinde daha iyi pekiştirmeleri için zaman zaman onlara kaderi hatırlatacak olaylar yaşatır. Daha önceden yaşadığımız kaderi Allah bize gösterir, yani bu kaderi daha iyi kavramamız için bize göstertilen birşeydir.
KAMIL IMRAN: www.AllahForever.co.uk adlı sitede Allah’a tevekkül konusu insanlar tarafından çok ilgi görüyor. Özel hayata çok girmek istemiyorum, ama verdiğiniz mücadelede başınıza gelen zorluklar karşısında Allah’a tevekkül ettiğiniz ve sonrasında Allah’ın size yardımını gördüğünüz olaylardan bir örnek verir misiniz?
ADNAN OKTAR: Zahiren zorluk gibi görünen her olay aslında Allah’ın rahmetiyle doludur. Zorluk, acı, çile bunlar ruhun gıdasıdır. Ruh bunlarla derinleşir, mükemmelleşir. Zaten zorluk Müslümanın hayatında normal karşılanması gereken bir olaydır. Biliyorsunuz, bütün peygamberler, sahabe, bütün takva Müslümanlar Allah yolunda pek çok zorlukla karşılaşmış, çile çekmişlerdir. Çilede bereket vardır, güzellik, rahmet vardır. Allah’ın yardımı ehl-i çilenin üstünedir. Ben çileden, Allah yolunda mücadeleden müthiş zevk alırım. Çile peygamberlerin sünnetidir. Elhamdüllilah, Allah’a şükürler olsun ki ben de Allah yolunda verdiğim mücadelede çeşitli zorluklarla karşılaştım, hala da karşılaşıyorum ve ruhum bundan çok büyük bir haz alıyor.
"Türk Milletindenim İbrahim kavmindenim" sözüm nedeniyle tutuklandım ve akıl hastanesine gönderildim. Beni koydukları koğuş cezai ehliyeti olmayan, en ağır akıl hastalarının bulunduğu bir koğuştu. Normalde insanın beş dakika bile duramayacağı bir yerdi burası. Yaklaşık 40 gün de ayağımdan zincirlediler beni, o zinciri bağladıkları an Allah'a hamd ettim, çok hoşuma gitti, kısa bir zincirdi. Namaz kılmam zor olduğu için zinciri uzatmalarını istedim, bayağı bir süre sonra ekleme yaparak zinciri uzattılar. Hastaların çoğu çıplak geziyordu. Doğal ihtiyaçlarını bilmiyorlardı. Bağırıp çağırıyorlar, yerlerde debeleniyorlar, başlarını sürekli duvarlara vuruyorlardı. Genellikle cinayet işlemiş insanlardı buradakiler. Benim bulunduğum dönemde hastalar, kendi aralarında 7 kişiyi öldürdüler. İleri derecede akıl hastaları oldukları halde hepsinin bahçeye çıkmasına müsaade vardı, bir tek benim bahçeye çıkmam yasaktı. Bir tek annemle görüşmeme izin veriliyordu. Hatta telefon etmem de yasaklanmıştı. Bir süre sonra başhekim asistanlarla görüşmemi dahi yasakladı. Ama tabii ben bütün bunları Allah’ın yarattığını biliyordum. Allah’a olan aşkımı, bağlılığımı göstermem için güzel bir fırsattı bunlar benim için. Daha sonra askeri hastane, hakkımda verilmiş olan bu raporu bozdu ve onların iddia ettiği gibi akıl hastalığı gibi bir durumun asla söz konusu olmadığını ifade etti. Ama tabi materyalist Darwinist çevreler akıl hastanesinde tutulmuş olmamı yıllarca propaganda malzemesi olarak kullandılar. Bir psikolojik savaş malzemesi yaptılar. Ama ne yaptılarsa yaptığım hizmetin yayılmasını engelleyemediler. Çevremdeki arkadaşlarımın, beni ve fikirlerimi destekleyenlerin sayısı kat kat artmıştı o dönemde. Allah'ın izniyle böyle olaylar kat kat şevklendirir, güçlendirir beni, istedikleri kadar üzerime gelsinler hiç fark etmez, isterlerse çok daha fazlasını yapsınlar hiç fark etmez, Allah canımı alıncaya kadar Allah yolunda ilimle, fikren, var gücümle mücadele etmeye devam ederim inşaAllah.
KAMIL IMRAN:Çalışmalarınızdan Müslümanlar arasındaki birliğe çok önem verdiğinizi anlıyorum, ki bütün Müslümanlar bu konuya aynı önemi vermelidirler. Sizin İslam dünyasına birlik getirmek için çalışıyor olmanızdan dolayı gerçekten çok büyük bir memnuniyet duyuyorum ve bunun için Allah’a şükrediyorum. Bu benim için de çok önemli bir konu. Müslümanlar birbirleriyle münakaşa ettiklerinde, hatta birbirlerini küfür (inkar) ile itham edip, birbirlerinin itikatına ilişkin hüküm verecek kadar ileriye gittiklerinde çok endişeleniyorum. Bu birliği oluşturmayı nasıl başarabiliriz; bu konudaki tavsiyeniz nedir?
ADNAN OKTAR: Konuşmalarımda ve çalışmalarımda sürekli dile getiriyorum; Türk İslam Birliği’nin aciliyetle hayata geçirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde yaşanan sıkıntılar hiçbir şekilde sona ermez. Bu zulüm ortamında Müslümanlara düşen, Türk İslam Birliği’nin derhal oluşturulması için dua mahiyetinde tüm legal yollara başvurmak ve tüm yetkilileri bu birliğin oluşturulmasına davet etmektir. Allah’ın “Kendine yalvaranların isteklerine icabet eden” Mucib sıfatı, inşaAllah Müslümanların bu duasına karşılık tecelli edecek ve bu birlik vesilesiyle barış, huzur ve sevgi ortamı yalnızca İslam dünyasına değil, tüm dünyaya hakim olacak, Allah’ın izniyle dünyadaki kargaşa, ahlaki dejenerasyon ve güvensiz ortam ortadan kalkacaktır. Dünyanın dört bir yanında zulüm gören Müslümanları, Afganistan’da, Filistin’de, Irak’ta bizlerin yardımını bekleyen masum çocukları, kadınları, yardıma muhtaç kardeşlerimizi düşünürsek Türk İslam Birliği’nin kurulmasının ne kadar aciliyetli olduğunu daha iyi anlarız.
Bu birlik için elbette aşk gerekir, şevk gerekir. Müslüman kardeşlerim birbirlerini çok sevsinler, birbirlerini koruyup kollasınlar, birbirlerine destek olsunlar. Müslümanların arasında ayrılık olmaz. Dahası, Müslümanların birbirlerine düşmeleri hiç yakışık almaz. “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, dağılıp ayrılmayın” diyor Cenab-ı Allah. Müslümanların birlikte olması ile ilgili çok fazla Kuran ayeti var. Bu farzdır zaten. Benim Müslüman kardeşim farklı bir mezhebe mensup olabilir. Biz yine onu çok seveceğiz. Örneğin ben Ehli Sünnet mezhebine mensubum; Hanefiyim. Ama Şii kardeşlerimi çok takva, çok mükemmel buluyorum. Her biri halis Müslüman. Aynı şekilde Vahabi kardeşlerimi de son derece takva, son derece dindar, dini çok güzel yaşayan insanlar olarak görüyorum. Bizler bir okulun talebeleri gibiyiz. Yani aynı amaca hizmet ediyoruz. Çünkü Allahımız bir, kitabımız bir. Aynı peygambere inanıyoruz, aynı kıbleye dönüyoruz. Sadece takvada bir yarış var. Hepimiz takvada yarışıyoruz. Mezhep ayrımı nedeniyle Müslümanların birbirine mesafeli olması tam bir fitnedir. Samimi Müslümanın aslı yapmayacağı bir şeydir bu. Bundan şiddetle kaçınmak lazım, bu masonların ateist Siyonistlerin bir oyunu. Bu oyuna gelmemek lazım, bunun da tek yolu birbirimizi çok sevmek, şefkat merhamet gözüyle birbirimize bakmaktır.
KAMIL IMRAN:Ben Pakistan’da yaşamıyor olmama rağmen, Pakistanlıların sizin için büyük bir sevgi beslediklerini ve çalışmalarınızı çok takdir ettiklerini gördüm ve gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim ki, sizin çalışmalarınızı İngiltere’de doğan ve yaşayan pek çok Müslüman’dan daha iyi anlıyorlar. Ne var ki Urdu diline çevrilmiş çok fazla kitabınız yok. Gerçi eserlerinizi o kadar çok dile çevirtmenin çok zor olduğunu anlayabiliyorum, ama çalışmalarınızın Urdu diline çevirilmesinin hızlandırılması konusunda herhangi bir planınız veya girişiminiz var mı?
ADNAN OKTAR: MaşaAllah, Allah bütün kardeşlerimden razı olsun, ben de onları çok seviyorum. Şu anda Urduca'ya tercüme çalışmaları devam ediyor. MaşaAllah, arkadaşlarım gönüllü çevirmenlik için en çok Pakistan’dan talep geldiğini söylemişlerdi. Biliyorsunuz, Yaratılış Atlası’nın birinci cildi de Urdu diline çevrildi. Bu eseri okuyucularımız http://www.harunyahya.com/urdu/ adresinden ücretsiz indirip okuyabilirler. Bu adreste Urdu diline çevrilmiş diğer eserlerimi de bulabilirler. İnşaAllah zaman içinde bütün kitaplarım Pakistanlı kardeşime ulaşır.
KAMIL IMRAN:Darwinizm’i çürütüyor olmanız gerçekten harikulade. Ayrıca evrimin olmadığını ispatlayan fosilleri Atlas vasıtasıyla bizlere göstermiş olduğunuz için size teşekkür ederim. Dünyanın bugüne kadar nasıl bu denli kandırılmış olduğu konusunda duyduğum şaşkınlığı ifade etmeme kelimeler yetmiyor; açıkçası bu çok hayret verici. Bunu insanlığa karşı işlenmiş büyük bir suç olarak görüyorum. Bundan sonra bilim çevrelerine inanmamız mümkün mü, yoksa onlardan sakınmalı mıyız?
ADNAN OKTAR: Darwinizm bilim tarihinin en büyük sahtekarlıklarından biridir.Gelecekte insanlar geçmişe bakıp böyle bir safsataya nasıl inandıklarını şaşkınlıkla, hayretle anacaklar. Şeytan Darwinizmi kullanarak adeta insanlarla alay ediyor, onları böyle bir masala inandırarak oyun oynuyor. Ama biz inşaAllah bu oyunun sonunu getirdik. Allah'ın yer altına adeta resim gibi sakladığı canlıların fosillerini getirdik ortaya koyduk. Darwinistler 150 yıldır bu fosilleri özenle saklıyordu. 250 milyondan fazla Yaratılışın delili olan fosil var, buna karşılık Darwinistlere de bir çağrı da bulunduk, "Eğer varsa tek bir tane ara form fosili getirin" dedik. Aylar oldu, çıt yok. Kimseden ses çıkmıyor, çıkmaz tabi çünkü yok böyle bir fosil. Bu gerçeğin ifşa edilmesi Darwinizm'e öldürücü bir darbe indirdi, bundan sonra Darwinistler artık kimseyi kandıramazlar. Şeytanın oyunu bozuldu Allah'ın izniyle. Bilim çevrelerinden sakınmaya gerek yok, tabi eğer samimi, dürüst bilim çevreleriyse bunlar. Yoksa, materyalist ön yargılarına bilimi alet ediniyorlarsa, Darwinist masallarla halkı aldatmaya çalışıyorlarsa, sahtekarlıklarla evrimi savunuyorlarsa halk bunlara gereken cevabı verir, doğru söylemediklerini bilimsel delillerle, bilgilerle onlara gösterir. Din, bilimsel araştırmaları teşvik ettiği gibi, dinin bildirdiği gerçeklere göre yönlendirilen bilimsel araştırmalar da çok hızlı ve kesin sonuçlar getirir. Çünkü din, evrenin ve canlılığın nasıl var oldukları sorusuna en doğru ve en kesin cevabı veren tek kaynaktır. Ancak doğru yönlendirilirse bilimin gerçek amacına en kısa sürede ulaşması sağlanabilir. Bilimi çarpıtmak, kendi görüşlerine alet edinmek ise elbette ki çok vicdansızca bir hareket. Bu tarz bir davranış hiçbir bilim adamına yakışmaz; yapmaması gerekir. Bu yanlışları uygulayan kişilere bilim adamı demek de doğru değil aslında. Bilim adamı samimi olmalıdır, yalnızca doğrunun peşinden gitmelidir.
KAMIL IMRAN:Yanlış hatırlamıyorsam bir röportajınızda Atlas’ın yeni ciltlerini yayınlamaya ilişkin planlarınız olduğunu söylemiştiniz. Hala bu yönde planlarınız var mı? Eğer öyle ise kaç cilt daha yayınlamayı düşünüyorsunuz?
ADNAN OKTAR: Evet, Yaratılış Atlası öncelikle yedi cilt olacak. Şu an dördüncü cilt yayına hazır. Bu yedi cilt bittikten sonra bir yedi cilt daha yayınlamayı düşünüyorum. Benim kitapların sınırı yok biliyorsunuz. Ansiklopedilerime de sınır tanımıyorum. Çünkü yüz milyon fosil var yaratılışı ispat eden. Bu durumda benim sürekli kitap basmam gerekiyor.
KAMIL IMRAN:Neden bazı Müslümanlar Darwinizm’le mücadele etmenin ve Darwinizm’in bilimsel olmayan, hatalı yönlerinin ortaya çıkarılmasının önemini fark edememektedir? Bu kişiler dünyadaki bütün problemlerin ve dünya üzerindeki Müslümanların gördüğü baskıların kökeninde olan bu teoriden neden bu kadar habersizler ve bu konuya karşı neden bu kadar ilgisizler? Neden evrimi İslam’la bağdaştırmaya çalışıyorlar? Bu imani bir zayıflıktan, Allah’a güven eksikliğinden mi, yoksa sadece cehaletten mi kaynaklanmaktadır?
ADNAN OKTAR: Bu, bazı Müslümanların evrime karşı bir tür eziklik hissetmelerinden, bazılarının yeterince bilgi sahibi olmamasından, bazılarının da imanlarının zayıf olmasından kaynaklanıyor. Evrimi nasıl yenebileceklerini bilemedikleri için, mağlup olurum korkusuyla kendilerince evrimle İslam’ı bağdaştırmaya yönelik bir yol benimsemeye kalkışıyorlar. Bu biraz bilgisizlikten, biraz da Darwinist diktanın gücünden duyulan korkudan kaynaklanıyor. Daha da tehlikelisi bazıları, Darwinistlerin yaptığı telkinler nedeniyle evrimin bilimsel olduğunu zannediyorlar. Bu nedenle evrime karşı çıkmanın bilime karşı çıkmakla aynı anlama geldiğini düşünüyorlar. Oysa bir insan bilimsel düşünüyorsa, evrimi kabul etmesi mümkün değildir. Bilime sahip çıkan kişi evrime karşıdır, çünkü evrim baştan aşağı bir sahtekarlıklar ve aldatmacalar dizisidir. Tek bir proteinin dahi nasıl oluştuğunu açıklamaktan acizdir. Darwinizm, canlılığın nasıl oluştuğu sorusuna, “Bir çamur yığınının içinde geçen uzun zamanlar zarfında, yıldırımların, fırtınaların da etkisiyle ilk canlı hücre oluşmuştur” diye cevap verir. Yani taşın, toprağın, çamurun kendi kendine canlı bir hücre yapmaya karar verdiğini söyler. Bunu çocuğa söyleseniz güler. Aklı başında, eğitim görmüş bir insanın böyle bir safsataya inanması imkansızdır.
Ne var ki Darwinizm, bilimsel olarak çürütülmüş olmasına rağmen, ideolojik kaygılarla sürekli ayakta tutulmaya çalışılıyor. Zira Darwinizm, materyalizmin ve din ahlakına uygun olmayan akımların dayanak noktasıdır. Evrenin ve insanın sözde kör tesadüflerin eseri olduğu yanılgısını savunan Darwinist-materyalist akımlar, sözde bir tür hayvan olan insanların arasındaki ilişkilerin de hayvani olması gerektiğini iddia ederler. Bu sapkın görüş, bencilliği, acımasızlığı, kavgayı, çatışmayı, adam öldürmeyi kendince makul görür. Merhamet, sevgi, şefkat, saygı gibi duyguları ise sözde evrim sürecini gerileten birer engel olarak kabul eder. Darwinist telkinlerle insan sevgisinden uzak, zalim, saldırgan, çıkarcı insanlar yetişir. Ama Darwinizm'i ve sebep olduğu tehlikeleri kavrayamayan insanlar, Darwinizm'e karşı yürütülen ilmi mücadelenin de önemini anlayamamaktadır. Bu kişiler Darwinizm'le ilmen mücadele etmek yerine, bu mücadeleyi göz ardı edebilmek ve bu mücadeleden kaçınabilmek için farklı yollara başvururlar. Bazıları, "Darwinizm aslında hiç de önemli bir konu değil" diyerek kendilerince bu fikri mücadeleyi önemsiz görmeye ve göstermeye çalışır. Bazıları da, İslam ile evrim teorisi arasında sözde "orta bir yol" oluşturmayı hedefler. Bunun için kendilerince Darwinizm'le İslam'ı bağdaştırmaya uğraşırlar. "Darwinizm'i Müslümanlaştırma çabası" olarak adlandırabileceğimiz bu tutum, çok ciddi hatalar ve yanılgılar içermektedir. Darwinizm'le İslamiyet arasında kendince fikri bir "uzlaşma" aramak, Müslüman için asla söz konusu olmamalıdır. Ortaya atılma sebebi, Allah'ı ve yaratılışı inkar etmek olan bir teori ile "uzlaşmak", samimi olarak iman edenler için mümkün değildir.
KAMIL IMRAN: Sevgili Mehdi konusuna geçelim. Mehdi Sevgili Peygamberimiz (sav) ile aynı isme mi sahip olacak ya da kendisinin farklı bir adının olması mümkün mü? Örneğin Peygamberimize (sav) hitap etmekte kullanılan başka isimlerden birine ya da Peygamberimizin atalarından birinin ismine sahip olabilir mi?
ADNAN OKTAR: Peygamber Efendimiz (sav) pek çok hadisinde Hz. Mehdi'nin adının Peygamberimiz (sav)'in adına "muvafık" yani "uygun" olacağını bildirmiştir. “Onun adı adıma, babasının adı babamın adına uygun düşer.” diye belirtiyor Peygamberimiz (sav). Bunu Hz. Mehdi (as) zuhur ettiğinde göreceğiz inşaAllah.
KAMIL IMRAN: Mehdi geldi mi?
ADNAN OKTAR:Bence Hz. Mehdi (as) geldi. Bunu Peygamberimiz (sav)'in hadislerinden, Said Nursi Hazretleri’nin izahlarından, İmam Rabbani Hazretleri'nin, Suyuti Hazretlerinin açıklamalarından anlamak mümkün. Biliyorsunuz İmam Suyuti, çok büyük bir ehli sünnet alimidir ve hadis imamıdır. İmam Suyuti'nin eserinde de yer aldığı üzere, Peygamber Efendimiz (sav) "Ümmetin ömrü Hicri 1500’ü geçmeyecek” diyor. Biz Hicri 1430’dayız, yani bu çok çok yakın olduğunu gösteriyor. 11. yüzyılın müceddidi vardır, Berzenci Hazretleri, o da aynı şekilde söylüyor. O da “Ümmetin ömrü Hicri 1500’ü geçmeyecek” diyor. Hatta Said Nursi de Hicri 1545’te kıyametin kopabileceğini söylüyor. Buradan da kıyametin çok yakın olduğunu görüyoruz. Ayrıca Peygamberimiz (sav)'in Hz. Mehdi (as)'nin zuhuru için saydığı yüzlerce alamet var ve bu alametlerin neredeyse hepsi gerçekleşti. Mesela Peygamber Efendimiz (sav) Hz. Mehdi (as) zamanında Afganistan’ın işgal edileceğini belirtmiş; bu gerçekleşti. Irak’ın işgal edileceğini söylemiş; bu da oldu. Kabe’ye baskın yapılacağını haber vermiş; bu da gerçekleşti. Fırat’ın suyunun kesileceğini bildirmiş; hakikaten Fırat’ın suyu barajla kesildi. Hz. Mehdi (as)’nin çıkacağı yılın Ramazan ayında on beşer gün arayla ay ve güneş tutulmalarının görüleceği belirtilmiş hadiste; bunlar da gerçekleşti. Halley kuyruklu yıldızını tarif ediyor, bu oldu. Lulin kuyruklu yıldızını tarif ediyor, yani iki kuyruklu bir yıldız tarif ediyor, bu da gerçekleşti. İran-Irak arasında bir savaş yaşanacağını haber veriyor, bu da oldu. Büyük bir ekonomik kriz gerçekleşeceğini söylüyor, bu da oldu. Yüzün üstünde bunlara benzer alamet oluştu. Hz. Mehdi (as)’nin geldiğini buradan anlıyoruz. Bu alametlerle ilgili detaylı bilgi edinmek isteyen kardeşlerimiz www.hazretimehdi.com adresini inceleyebilirler. Çok yakında Hz. Mehdi (as)’yi tanıma imkanına sahip olabileceğiz diye düşünüyorum. Hz. İsa (as)’nın gelişi de çok yakın, çok güzel günler yaşayacağız inşaAllah.
KAMIL IMRAN: Herkes onu tanıyacak mı?
ADNAN OKTAR: Hayır, yalnızca kalbinde samimi iman olan kimseler onun Hz. Mehdi (as) olduğunu anlayabilecek. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri “onu ancak yakın talebeleri imanın nuruyla fark edebilirler” diyor. Yoksa Hz. Mehdi (as) insanların rahatlıkla görüp ulaşabildikleri bir kişi. İnsanlar onu görebilecekler, ama Hz. Mehdi (as) olduğunu anlamayacaklar. “Mehdi halkın arasında, sokaklarda gezer, ama insanlar onu fark edemezler” diye hadis var. Fark edilmemesi de zaten onun faaliyetlerine devam edebilmesi açısından gerekli bir durum inşaAllah.
KAMIL IMRAN: Öyleyse kendisini ne zaman tanıyabileceğiz?
ADNAN OKTAR: Çok yakında Hz. Mehdi (as)’yi tanıma imkanına sahip olabileceğiz diye düşünüyorum. Türk İslam Birliği kurulduğunda, İslam ahlakı dünyaya hakim olduğunda, Hz. Isa (as) bu kutlu şahsın arkasında namaz kıldığında, o zaman biz de "Allahualem bu zat Hz. Mehdi (as)" diyeceğiz inşaAllah. Hadislerden ve Bediüzzaman Hazretleri’nin anlatımlarından anlaşıldığı üzere, bu çok yakında olabilir. Zannediyorum en fazla on yıl içerisinde Hz. Mehdi (as) tam olarak anlaşılmış olur. Tabii doğrusunu Allah bilir.
KAMIL IMRAN: Harunyahya.com sitesindeki makalelerinizden birinde Mehdi’nin “bayraktar” olarak bilinen bir yardımcısının olacağını okudum. Bu, bu kişinin Mehdi’nin bir nevi sözcüsü olacağı anlamına mı geliyor? Öyleyse Mehdi’ye yakın bir kişi olduğu için bu kişiyi de tanımaya çalışmamız gerekiyor mu?
ADNAN OKTAR: Evet, hadislerde Hz. Mehdi (as)’nin “bayraktar” olarak bahsedilen bir yardımcısına dikkat çekilmiş. Hz. Mehdi (as)’nin en yakın yardımcısı, ona en çok destek olan kişi olabilir. Allah Hz. Mehdi (as)’yi bizlere tanıttığında insanlar bu hadiste bahsi geçen kişiyi de doğal olarak tanıyacaklardır.
KAMIL IMRAN:Hz. İsa yakın bir zamanda gelecek olursa, sizce Hıristiyan dünyasına ve hatta Papa’ya ne diyecektir? Onları kınayıp ayıplar mı ya da kendisini Allah ile ilişkilendirmek suretiyle edindikleri teslis inancı nedeniyle büyük bir bir hataya düştükleri konusunda onları bilgilendirir mi?
ADNAN OKTAR: Allah teslis inancını Kuran’da şiddetle telin ediyor. Ahirette Allah Hz. İsa (as)’ya soruyor: “İnsanlara, Allah'ı bırakarak beni ve annemi iki ilah edinin diye sen mi söyledin?” diyor. Hz. İsa (as) da, "Seni tenzih ederim, hakkım olmayan bir sözü söylemek bana yakışmaz. Eğer bunu söyledimse mutlaka Sen onu bilmişsindir" diye cevap veriyor. Yani Hz. İsa (as) "Yalnızca Senin bir tek ilah olduğunu söyledim Rabbim" diyor. Hıristiyan dünyasının içine düştüğü bu yanlıştan Hz. İsa (as) onları kurtaracaktır. İnşaAllah bu durum Hz. İsa (as)’nın dönüşünde düzeltilecek. Hz. İsa (as) bu çarpık görüşü Kuran’la, tevhidle düzeltecek inşaAllah. İnanan bir insanın “Allah birdir” demesi gerekir. Hz. İsa (as) geldiğinde teslis inancını kaldıracak, sapkın inançları ortadan kaldıracak, helali haramı Kuran’a göre düzenleyecek. Hz. İsa (as)’nın nüzulunde putu kıracağına ilişkin rivayetin anlamı da işte budur.
KAMIL IMRAN: 11 Eylül olaylarından kimin sorumlu olduğunu düşünüyorsunuz? Sizce bunun sorumlusu Masonlar mı? Bu soruyu sorma sebebim sizin Siyonizm ve Masonluk konusuna ilişkin şaşırtıcı araştırmalarınız ve bilgileriniz…
ADNAN OKTAR: Tabii, bu olay, masonlar tarafından ince ince planlanmış ve şeytanın yardımıyla gerçekleştirilmiş çok kapsamlı bir olaydır. Zaten terörün, şiddetin olduğu yerde mutlaka Darwinist masonlar ve ateist-Siyonistler vardır. Bunlar dünyada anarşi, kaos, kargaşa hakim olsun isteyen insanlar. Şeytana tabii oldukları için şeytan onlardan sürekli kan ister. Bunlar da sürekli ona kan sunarlar. Bunun için de ya bir yerde bombalama yaptırırlar, ya bir yerde savaş çıkartırlar. İşte bu 11 Eylül olayı da masonların ve ateist Siyonistlerin bu amaçla hazırladıkları bir oyundur.
KAMIL IMRAN: Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim, Allah razı olsun. Allah sizi korusun ve her zaman sizi desteklesin inşaAllah. Sizi çok seviyorum. Elhamdülillah.
ADNAN OKTAR: Ben teşekkür ederim, Allah sizden de razı olsun. Allah bütün Müslüman alemini korusun, bütün kardeşlerimizin hidayetini arttırsın. Bir an önce refaha, huzura kavuştursun inşaAllah. Ben de sizleri çok seviyorum. Bütün Müslümanlar birbirini çok sevsin. Hepimiz kardeşiz; kardeşçe birbirlerine sarılsınlar, birbirlerine destek olsunlar inşaAllah. Allah çok yakında Müslümanların eliyle dünyayı zulümattan kurtaracak. Müslümanların bunun neşesi, heyecanı içinde olmaları lazım. İnşaAllah çok hayırlı güzel günler var önümüzde. Çok güzel, çok hoş, çok şaşırtıcı, çok metafizik olaylar olacak. Büyük bir Türk İslam Birliği kurulacak inşaAllah. Ahir Zaman’dayız; Ahir Zaman’ın bütün alametleri belirdi. Hz. Mehdi (as) göreve başladı, Hz. İsa (as)’nın nüzulünü göreceğiz. Dünyanın her yerine bayram sevinci hakim olacak inşaAllah. Herkese bu müjdeyi veriyorum. Zaten Peygamberimiz (sav) vermiş bu müjdeyi; ben yeniden iletiyorum.