Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre pek kolaydır. Öyle ki, elinizden çıkana karşı üzüntü duymayasınız ve size (Allah'ın) verdikleri dolayısıyla sevinip-şımarmayasınız. Allah, büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez. (Hadid Suresi, 22-23)
|
"Müminin mizanında en ağır basacak şey güzel ahlaktır. Muhakkak ki, Allah Teala işi ve sözü çirkin olan ve hayasızca konuşan kimseye buğz eder."1
Peygamber Efendimizin çevresinde bulunan yakın sahabelerinin aktardıkları olaylardan da anlaşıldığı gibi Peygamber Efendimiz, "son derece nazik, nezih, zarif, latif ve ince düşünceli" idi. Edep, terbiye ve görgü kurallarını hayatında en güzel ve en ideal şekliyle uyguluyordu.
Peygamber Efendimizin evinde yetişen ve yıllarca ona hizmet eden Hz. Enes (ra), Peygamberimiz (sav)'in eşsiz nezaketini şöyle anlatmıştır:
"Kendisine bir şey soranı can kulağıyla dinler, soruyu soran yanından ayrılmadıkça, onu terk etmezdi. Resulullah ile bir kimse tokalaşırsa veya bir kimse tokalaşmak için elini uzattığında, karşısındaki kişi elini çekmeden Resulullah elini çekmezdi. Biriyle yüz yüze gelince de, karşısındaki, yüzünü çevirip ayrılmadıkça Resulullah o kimseden yüzünü çevirmezdi. Önüne oturan kimseye hiçbir zaman ayaklarını uzatmazdı. Karşılaştığı kimseye önce kendisi selâm verirdi. Ashabıyla tokalaşmaya önce kendisi başlardı."
"Sahabîlerine güzel unvanlar verirdi. Hz. Ali'ye 'Ebû Turab', bir başka Sahabîsine 'Ebû Hüreyre' gibi lâkaplar vermişti. Onlara şeref kazandırmak için, hoşlarına giden isimle çağırırdı."
"Kimsenin sözünü kesmezdi. Konuşmasını yarıda bırakmazdı. Konuştuğu kişi sözünü bitirmeden yahut gitmek üzere ayağa kalkmadan sohbetine devam ederdi.
"Resul-i Ekrem'e on sene hizmet ettim. Vallahi, bana 'Öf' bile demedi. Yapmakta geciktiğim veya yapmadığım bir emrinden dolayı beni azarlamadığı gibi, ailesinden azarlayan olursa, onlara da, 'Ona dokunmayın. Bu işi yapması takdir edilmiş olsaydı yapardı' buyururdu."
"Bir gün bir iş için bir yere gitmemi emir buyurdu. Huzurlarından çıktıktan sonra sokakta birkaç çocuğun oynadığını gördüm ve onları seyretmeye daldım. Derken arkadan birisi iki eliyle başımı tuttu. Döndüğümde baktım ki, kendisi. Gülüyor. Bana: 'Enesçiğim sana söylediğim yere gittin mi?' dedi.
'Hayır, daha gitmedim, gideceğim' dedim.
'Ben ona senelerce hizmet ettim. Vallahi bir defa olsun yaptığım bir iş için 'Niçin yaptın?', yapmadığım bir iş için 'Niçin yapmadın?' dediğini hatırlamıyorum."2
Peygamberimiz (sav) hayatı boyunca binlerce insanı eğitmiş, dini, güzel ahlakı bilmeyen insanların güzel tavırlı, ince düşünceli, fedakar, üstün ahlaklı insanlar olmalarına vesile olmuştur. Kendisinden sonra da sözleri, tavrı ve ahlakı ile milyonlarca insanın eğitimine vesile olan Peygamberimiz (sav), çok hayırlı bir yol gösterici ve eğiticidir.
------------
1-G.Ahmed Ziyaüddin, Ramuz El Hadis, 1. cilt, Gonca Yayınevi, İstanbul, 1997, 15/9
2- Konyalı Mehmed Vehbi, Tam Metni Sahih-i Buhari, 4. cilt, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1993, s.340
Müminin, yaşarken kendisini ''öldü'' kabul ederek hareket etmesi, şeytanın tüm oyunlarını bozacak önemli bir yoldur
İnsan aklı, hiçbir ek yapmaksızın saf olarak Kuran ile düşünmediği takdirde, karmakarışık bir hale gelmeye çok müsaittir. Bu durumda da kişi, “akıllı insan” olma vasfını kaybeder. Aklı, duru, temiz, isabetli ve faydalı hale getiren tek yol, katıksız olarak iman etmek; Allah'ın sonsuz ve kusursuz aklına, Kuran'a tam uymaktır.
İman eden bir kimsenin mükemmel bir akla sahip olmasını en istemeyecek varlık ise, elbetteki şeytandır. Şeytan, Allah'ı seven, Kuran'a bağlanan, Allah'ın rızası için yaşayan her insanın karşısındaki mutlak negatif güçtür. Müminlerin Allah'a ihlasla iman etmelerini engelleyebilmek, akıllarını karıştırabilmek, halis tavırlarına bir parça dahi olsa bozukluk katabilmek için elinden gelen her yola başvurur. Hatta o kadar inandırıcı mantıklar sunar ki, kişi, peşisıra gittiği bu hayali kuruntuları delice bir kararlılıkla savunur hale gelir. Bu doğrultuda kesin kararlar alıp hayatını bu yönde yönlendirmeye başlar.
Şeytanın tüm bu telkinleri elbetteki samimi iman eden, Allah'a sığınan ve Kuran'a uyan insanlara hiçbir şekilde etki etmez. Ancak iman ettikleri halde Kuran'a gereği gibi uymayan kimseler şeytanın bu telkinlerine kapılabilirler.
İşte bu gibi durumlarda mümini -Allah dilediği takdirde- mutlak olarak doğru yola sevk edecek kesin bir çözüm vardır: Ölümü, ahireti, cennetin ve cehennemin yakınlığını; ölümle birlikte, dünyada iken kafasında var olan tüm düşüncelerin bir anda yok olacağını; Allah'ın rızasını ve rahmeti kazanabilmek dışında hiçbir şeyin bir öneminin kalmayacağını düşünmek... Ve henüz yaşarken, “varsayalım ki öldüm” “etrafımdaki tüm insanlar da öldü” “tüm olaylar çoktan son buldu” ve “tüm bildiklerimle birlikte ahiretteyim” diyerek hareket etmek...
Öldüğünde insan nasıl ki artık kendisi hakkında herhangi bir konuda hak iddia etmeyecek, herhangi bir şeyi halletmenin peşine düşmeyecek; olaylara, insanlara, hayata karşı şüphe ve kuruntularla yaklaşmanın anlamsızlığını görecek ise, bu gerçeği henüz yaşarken kavrayan bir insan da, Allah'ın izniyle aynı yüksek aklı ve imani olgunluğu ölmeden önce de elde edebilecektir.
Bu imani olgunlukla hereket eden bir insanın aklında oluşan karmaşa dağılacak, kişi saf olarak Kuran ile düşünüp hareket edebilecek ve Allah'ın razı olacağı ahlaka ulaşabilecek, şeytanın tüm oyunları etkisiz hale gelecektir. Ondan gelen kuruntu, şüphe ve vesveseler böyle bir müminin kalbine etki edemeyecek çözemediği ve çözülemeyeceğini sandığı konuların aslında ne kadar kolay halledilebilir olduğunu kavrayacaktır. Çözümün şeytanın karmaşasında değil, Allah'a samimi teslim olmakta olduğunu kesin olarak görecektir.
Allah'a teslim olan bir mümin, Allah'ın eşsiz koruması, rahmeti ve desteğini kazanır. Böyle bir kişi çevresindeki her insanın sevdiği, saygı duyduğu; yanında olmayı, sohbetine katılmayı, dostluk etmeyi isteyeceği; güvenilir, dengeli, olgun, sevgi dolu, canlı, neşeli, akıllı, uyumlu, munis bir insan haline gelir.
(http://www.guzelsozunonemi.com/)
Türk İslam Birliği kurulduğunda terör de ekonomik kriz de ortadan kalkar.
Adnan Oktar`ın 9 Ocak 2011 tarihli Tv Kayseri röportajından
Fırat Nehri'nin Suyunun Kesilmesinin Ardından Tırmanışa Geçen Pkk Terörü, Hz. Mehdi (a.s.)'ın Çıkış Alametlerindendir
“FIRAT NEHRİ’NİN SULARI ÇEKİLEREK ALTINDAN BİR DAĞ ORTAYA ÇIKACAK, İNSANLAR BUNU ALMAK İÇİN VURUŞACAK VE HER YÜZ KİŞİDEN, SADECE BİRİ HAYATTA KALACAK. Bu zaman gelinceye kadar kıyamet kopmaz.”
(Müslim, Fiten, 29)
“FIRAT NEHRİ’NİN ALTIN BİR DAĞ ÜZERİNDEN AÇILMASI YAKINDIR.İnsanlar bunu işitince ona yürüyecekler ve onun yanında bulunan insanlar, ‘bundan bir şey alınmasına müsaade edersek, bunun hepsi götürülür’ diyecektir.MÜTEAKİBEN ONUN İÇİN HARB EDECEKLER VE HER YÜZ KİŞİDEN DOKSAN DOKUZU ÖLDÜRÜLECEK.”
(Müslim, Fiten, 29)
İNSANLAR ONUN İÇİN HARB EDECEK VE HER YÜZ KİŞİDEN DOKSAN DOKUZU ÖLDÜRÜLECEK, ONLARDAN HER ADAM, KEŞKE KURTULAN BEN OLSAYDIM, DİYECEKTİR BUYURMUŞLAR.
(Sahih-i Müslim, 11/320)
Fırat Nehri ile ilgili bu hadislerde, ahir zamanda bu bölgede yaşanacak olan çatışmalara ve bu sırada çok sayıda insanın hayatını kaybetmesine dikkat çekilmektedir. Bilindiği gibi Fırat Nehri’nin suyunun kesilmesi Hz. Mehdi (a.s.)’nin çıkış alametlerinden biridir.
Özellikle Fırat’ın; üzerine kurulan barajlarla, suyunun kontrol altına alınmış olması yani hadiste kullanılan ifadesiyle “sularının çekilmesi” olayı basında;
“KOCA FIRAT DOĞDUĞU YERDE DURDU.”gibi başlıklarla yer aldı.
Bu stratejik durum, hadiste bildirildiği gibi, PKK terörünün şiddetini iyice artırmasına neden olmuştur. Hadiste; “HER YÜZ KİŞİDEN DOKSAN DOKUZU ÖLDÜRÜLECEK” ifadesinin kullanılması ise burada çok büyük bir katliamın olacağını vurgulamak içindir.
http://www.hazretimehdi.com/makale.php?id=13428
Bediüzzaman Hazretleri Hz. Mehdi (a.s)'ın bir şahsı manevi değil bir şahıs olduğunu açıkça belirtmektedir
... Bu zamanda öyle fevkalade hakim cereyanlar (fikir akımları) var ki, herşeyi kendi hesabına aldığı için, faraza (farz edelim) HAKİKİ BEKLENİLEN ve BİR ASIR SONRA GELECEK O ZAT dahi bu zamanda gelse... (Kastamonu Lahikası, 57)
Bediüzzaman Hz. Mehdi (a.s)'dan “beklenilen o zat” ifadesiyle bahsetmektedir.“Beklenilen şahsı manevi” dememektedir. Buradaki “o zat” ifadesi, bu konuyu hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde netleştirmektedir.
Bediüzzaman Hz. Mehdi (a.s)'ın“bir asır sonra geleceğini” belirtmektedir. “Gelme” fiili ancak bir şahıs için kullanılacak bir kelimedir ve buradan da Bediüzzaman'ın Hz. Mehdi (a.s)'dan bir kişi olarak bahsettiği açıkça anlaşılabilmektedir.
... Halbuki AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI, ÂL-İ BEYT'TEN (Peygamberimiz (sav)'in ev halkından yani soyundan) OLACAKTIR... (Emirdağ Lahikası, 247-250)
Bediüzzaman bu sözünde de yine“ahir zamanın o büyük şahsı” diyerek Hz. Mehdi (a.s)'ın bir şahsı manevi değil bir şahıs olduğunu açıkça belirtmektedir.
Rivayetlerde, âhirzamanın alâmetlerinden olan ve ÂL-İ BEYT-İ NEBEVİ’DEN (Peygamberimiz (sav)’in soyundan) HAZRET-İ HZ. MEHDİ’NİN (Radıyallahü Anh) hakkında ayrı ayrı haberler var. (Şualar, sf.465)
... Said itiraznamesinde demiş ki: "Ben seyyid değilim.HZ. MEHDİ SEYYİD (Peygamberimiz (sav) soyundan olan kimse) OLACAK." diye onları reddetmiş. (Şualar, sf. 368)
Bediüzzaman yukarıdaki üç sözünde de, Hz. Mehdi (a.s)'ın “seyyid” yani “peygamber soyundan gelecek bir şahıs” olacağını belirtmiştir. Bu ifadeden, Hz. Mehdi (a.s)'dan bir şahsı manevi olarak bahsedilmediği açıkça anlaşılmaktadır. Bir şahsı manevinin bir başka insanın soyundan gelebilmesi mümkün değildir. Peygamberimiz (sav)’in soyundan gelebilmesi için Hz. Mehdi (a.s)'ın ancak bir insan olması gerekmektedir kiBediüzzaman da sözleriyle bu gerçeği açıkça vurgulamaktadır.
http://www.kutsalkitaplardamehdi.com/index.php
Ve seveceğiniz bir başka (nimet) daha var: ALLAH'TAN 'YARDIM VE ZAFER (NUSRET)' VE YAKIN BİR FETİH. Mü'minleri müjdele. (Saff Suresi, 13)
Ebced: HİCRİ: 1402, MİLADİ:1981
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, ONLARI DA YERYÜZÜNDE 'GÜÇ VE İKTİDAR SAHİBİ' KILACAK, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)
Ebced: MİLADİ: 2013
Başbakan: Komşun açken tok yatma | |||
Ne Demişti | Ne Oldu | ||
| Vakit, 26 Kasım 2010
|
Kuran’ın Bazı Sırları
Allah, Kuran'da insanlara ibadetlerin, emir ve yasakların, güzel ahlak özelliklerinin yanı sıra birçok sırrı da haber verir. Bunlar, çok önemli sırlardır ve insan çevresine dikkatli bir gözle baktığında, hayatı boyunca bu sırların gerçekleştiğine şahit olur.
Bu sırlar, Kuran dışında hiçbir kaynakta bulunmazlar. Dünyanın en kültürlü, en zeki, en araştırmacı veya gözlemci insanının dahi haberdar olamayacağı bu önemli sırların tek kaynağı Kuran'dır.
Allah'ın Kuran'da bildirdiği bu sırlardan haberdar olmayan insanlar, hayatları boyunca bunları bilmemenin sıkıntı ve zorluğu içinde yaşarlar, ancak neden sıkıntı ve zorluk içinde olduklarını da bilmezler.
Ortadoğu'nun En Eski Süs Eşyaları Bulundu
30 Eylül 2006 tarihinde yayınlanan bir haberde, Suriye’nin kuzeyinde çalışma yapan bir grup arkeoloğun M.Ö. 9. yüzyıldan kalma taş ve kemikten yapılmış eşyalar bulduğu açıklandı. (Associated Press, 30 Eylül 2006) Ayrıca bu eşyaların bulunduğu binanın duvarlarında kırmızı, siyah ve beyaz renkler kullanılarak çizilmiş geometrik desenlere ve bir boğa resmine de rastlanılmıştı.
Bu haber sözde doğanın evrimi hikayesinde olduğu gibi insanlık tarihinin de evrimsel bir süreç geçirdiğini iddia eden bilim adamlarının yanılgılarını ispatlamak açısından önemlidir. Darwinizm’e körü körüne bağlı bazı tarihçiler sözde Kabataş olarak isimlendirdikleri bir dönemin yaşandığını iddia ederler. Bu dönemde yaşayan insanların olabilecek en ilkel yöntemlerle kapkacak yapıp, hayvan besleyerek, yiyecek toplayarak gelişmemiş bir hayat yaşadıklarını varsayarlar. Oysa kazılarda elde edilen antik bulgular, evrimci önyargılar bir kenara bırakılarak akılcı değerlendirildiğinde ortaya bambaşka bir tablo çıkmaktadır.
MÖ. 9. yüzyılda taş ve kemiğin oyularak çeşitli malzemeler yapılması, renkli boyalar kullanılarak duvarlara resimler çizilmesi bu dönemde hiç de evrimcilerin iddia ettikleri gibi ilkel bir hayatın yaşanmadığını gözler önüne sermektedir.
Avlanmak İçin Sünger Kullanan Yunuslar
Yaklaşık 30 yıl boyunca devam eden bilimsel araştırmalar yunusların çok zeki hayvanlar olduğunu ortaya koymuştur. Örneğin Avustralyalı balıkçılar, Shark Bay’deki Bottlenose (şişeburunlu) cinsi yunusların ilginç bir alışkanlıklarının olduğunu fark etmişler.
Yunuslar burunlarının üzerinde denizden topladıkları süngerleri taşıyorlardı. Bu sıra dışı davranışı inceleyen bilim adamlarının vardıkları sonuç yunusların zekice bir avlanma tekniği geliştirdiklerini ortaya koymuştur. Zürih Üniversitesi Antropoloji Enstitüsü’nden Michael Krützen yunusların bu davranışlarıyla ilgili şu açıklamayı yapmıştır:
“Yunusların, süngerleri deniz tabanında balık avlarken kullandıklarına inanıyoruz. Süngerler büyük ihtimalle koruyucu bir eldiven görevi görerek yunusları, taşbalıklarının tehlikeli dikenlerinden koruyor. Sünger aynı zamanda deniz tabanında saklanan balıkları da rahatsız ederek harekete geçirir. Böylece yunuslar saklanan bu balıkları da daha kolay avlayabilirler.” (http://news.bbc.co.uk/2/hi/science/nature/4613709.stm)
Kesinlikle bilinci ve aklı olmayan canlılar olan yunusların ince farkları ayırt edebilme, olaylar arasında bağlantı kurabilme, doğru kararlar verebilme, plan yapabilme, birkaç aşama sonrasını hesaplayabilme, koruma, mesaj verme gibi akıl ve bilinç gerektiren davranışlar sergilemeleri kendilerinden kaynaklanmaz. Bu canlıların davranışlarının sebebinin art arda gelen tesadüflerin eseri olamayacağı da açıkça görülebilir. Yunusların sahip oldukları davranışların gerçek sahibi, her canlıyı yoktan var eden, denetleyen, her an gözleyen ve her canlıya davranışını emreden, yerlerin, göklerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi olan Allah’tır. Kuran’da bu gerçek şöyle haber verilmektedir:
“Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. O’nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir. (dosdoğru yolda olanı korumaktadır.)” (Hud Suresi, 56)