|
Anne babaya karşı gösterilen merhamet
Müminler, Allah'ın emrettiği şekilde anne ve babalarına karşı son derece şefkatli ve merhametli bir tavır sergilerler.
Anne babaya karşı, iyi davranmak, onlara merhamet göstermek Allah'ın Kuran'da bildirdiği bir hükümdür. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
"Biz insana, anne ve babasına (karşı) güzelliği (ilke edinmesini) tavsiye ettik..." (Ankebut Suresi, 8)
"Rabbin, O'ndan başkasına kulluk etmemenizi ve anne-babaya iyilikle davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: "Öf" bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle. Onlara acıyarak alçakgönüllülük kanadını ger ve de ki: "Rabbim, onlar beni küçükken nasıl terbiye ettilerse Sen de onları esirge." (İsra Suresi, 23-24)
Müminler, Allah'ın ayetlerindeki emirleri dolayısıyla, özellikle yaşlılığa erişerek bakıma muhtaç duruma gelmiş olan anne ve babalarına karşı son derece şefkatli bir tavır sergilerler.
Kuran'daki ayetler bize aynı zamanda anne ve babaya karşı gösterilecek merhametin ölçüsünü de vermektedir. Allah, "... onlara: "Öf" bile deme, onları azarlama, güzel söz söyle." (İsra Suresi, 23) ifadesiyle müminlere, bu konuda yapılabilecek en ufak bir saygısızlığı ya da merhametsizliği yasaklamıştır. Bu nedenle müminler kendi yanlarında yaşlanarak, kuvvetten düşmüş anne ve babalarına karşı son derece hürmetkar, ince düşünceli, hoşgörülü ve itinalı bir tavır içinde olurlar. Onları rahat ettirmek için ellerinden geleni yaparlar. Saygıda ve merhamette kusur etmemeye çalışırlar. Yaşlılığın getirdiği zorluk ve sıkıntıları göz önünde bulundurur ve onlar dile getirmeden tüm ihtiyaçlarını anlayışla ve şefkatle gidermeye gayret ederler. Hem maddi hem de manevi açıdan bir eksiklik ve sıkıntı çekmemeleri ve rahatlarının sağlanması için tüm imkanlarını seferber ederler. Ayrıca her ne olursa olsun gönül alıcı ve hürmetkar üsluplarından taviz vermezler. (Harun Yahya, Kuran Ahlakı)
Ancak tüm bunların yanında müminlerin anne babalarıyla ilgili olarak karşılaşabilecekleri bir başka durum daha söz konusudur. İman eden kimselerin anne babaları kimi zaman inkar yolunu benimsemiş olabilirler. Böyle bir inanç farklılığında müminin göstereceği tavır ise, yine güzel sözle ve gönül alıcı bir üslupla onları doğru yola davet etmek olacaktır. Hz. İbrahim'in bu konuda babasıyla yaptığı konuşmalar bize böyle bir durumda kullanılacak üslup ve gösterilecek tavır konusunda yol göstermektedir. Hz. İbrahim, putlara tapan babasını şu sözlerle hak dine davet etmiştir:
"Kitap'ta İbrahim'i de zikret. Gerçekten o, doğruyu-söyleyen bir peygamberdi. Hani babasına demişti: "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve seni herhangi bir şeyden bağımsızlaştırmayan şeylere niye tapıyorsun? Babacığım, gerçek şu ki, bana, sana gelmeyen bir ilim geldi. Artık bana tabi ol, seni düzgün bir yola ulaştırayım. Babacığım, şeytana kulluk etme, kuşkusuz şeytan, Rahman (olan Allah)a başkaldırandır. Babacığım, gerçekten ben, sana Rahman tarafından bir azabın dokunacağından korkuyorum, o zaman şeytanın velisi olursun." (Meryem Suresi, 41-45)
KAİM (İdare edip ayakta tutan)
Bazı insanlar kainattaki kusursuz sistemin bir kez var edildiğini ve bundan sonra da kendi kendine işleyişine devam ettiğini düşünürler. Bu, belki sürekli dile getirilmez ama insanların bilinçaltlarında hakim olan genel kanı budur. Yaratıcımız olan Allah'a karşı kendini sorumlu hissetmek istemeyen, O'nun kendisinden istediklerini yerine getirmeyi kabullenmeyen insanlar arasında bu düşünce bir nevi kaçış yoludur.
Ancak bu çok büyük bir yanılgıdır. Evrendeki düzenin ve canlılığın temelinde o kadar hassas detaylara sahip kanunlar ve sebepler vardır ki, bunların her an kusursuzca işlemesi ancak üstün bir gücün kontrolü ile mümkündür. Nitekim Fatır Suresi'nin 41. ayetinde Allah göklerin ve yerin Kendi kontrolünde olduğunu şöyle bildirir:
"Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri zeval bulurlar diye (her an kudreti altında) tutuyor. Andolsun, eğer zeval bulacak olurlarsa, Kendisinden sonra artık kimse onları tutamaz. Doğrusu O, Halim'dir, bağışlayandır." (Fatır Suresi, 41)
Allah'ın dilemesi dışında ise hiçbir şey varlığını sürdüremez. Dolayısıyla Allah'ın yoktan var ettiği evren, yine O'nun 'Kaim' sıfatı ile ayakta durmaktadır. Bir ayette şöyle buyrulur:
"(Artık bütün) Yüzler, diri, kaim olanın önünde eğik durmuştur ve zulüm yüklenen ise yok olup gitmiştir." (Taha Suresi, 111)
Sakın unutma
Alay kötü bir ahlak özelliğidir
Alay, Allah'ın kesinlikle beğenmediği çirkin bir tavırdır. Dinden uzak toplumlarda insanlar pek çok şeyi alay konusu edinirler. Örneğin insanların eksiklikleri veya kusurları ile alay etmek, onlara kötü lakaplar takmak bu konuların başında gelir. Allah bu çirkin ahlaka karşı insanları şöyle uyarmaktadır:
"Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle alay eden her kişinin vay haline; " (Hümeze Suresi, 1)
Allah'ın Kuran'da bildirdiği diğer bir alay şekli ise, inkarcıların inananlarla alay etmesidir. Gaflet içinde olan, iman edenlerin doğru yolda olduğunu kavrayamayan bu insanların, kendilerini inananlardan üstün görerek onlarla şöyle alay ettikleri Kuran'da haber verilmektedir:
"Doğrusu, 'suç ve günah işleyenler,' kimi iman edenlere gülüp-geçerlerdi. Yanlarına vardıkları zaman, birbirlerine kaş-göz ederlerdi. " (Mutaffifin Suresi, 29-30)
Allah, bu kişilerin ne kadar büyük bir yanılgı içinde olduklarını ve uğrayacakları sonun kötülüğünü ise şöyle bildirmiştir:
"Artık bugün, iman edenler, kafir olanlara gülmektedirler. Tahtlar üzerinde bakıp-seyretmek suretiyle. Nasıl, kafir olanlar, işlediklerinin feci karşılığını gördüler mi?" (Mutaffifin Suresi, 34-36)
Fakat bunların hepsinden önemli olarak Allah Kuran'da, din ile, Allah'ın ayetleri ile alay edenlerden bahseder. Bu kişilerin, kendilerine Allah'tan gelen her uyarıyı, onları uyarıp korkutmak için gönderilen elçileri yalanladıklarını bildirir. Kuşkusuz bu insanlar Allah'ın büyüklüğünü, gücünü hakkıyla takdir edemeyen, ahirette hesap vereceklerini göz ardı eden kişilerdir. Ancak bu kişiler dünyada gösterdikleri bu çirkin ahlakın karşılığını ahirette sonsuz bir azapla alacaklardır. Kuran'da bu gerçek şöyle bildirilmiştir:
"İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerdir. Artık onların yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız. İşte, inkar etmeleri, ayetlerimi ve elçilerimi alay konusu edinmelerinden dolayı onların cezası cehennemdir." (Kehf Suresi, 105-106)
Deniz Kuşları: Petreller
Çok küçük canlılar olmalarına rağmen, uzun kanatlı bir çeşit deniz kuşu olan fırtına petrelleri, her sene Antarktika Okyanusu'nun çorak uzak adalarında yavruladıktan sonra ekvatorun kuzeyine doğru uçarak, Gulf Stream akıntısının başladığı bölgeye ulaşırlar. Nisan ayının ortalarına gelindiğinde ise Kuzey Atlantik'teki en uzak kıyıya ulaşmış olurlar. Bu sırada sular da ısınmıştır. Böylece petreller bir yandan Antarktika'nın çetin kışından kaçarken, bir yandan da hem Kuzey hem Güney yarım kürede yılın en sıcak zamanlarından faydalanmış olurlar. Bu, senede iki kez 16.000 km uçmaları demektedir.
Yolculuklarının büyük bir kısmında karayı görmezler. Fırtına petrelleri okyanus yüzeyini hem dinlenme alanı, hem de besin kaynağı olarak kullandıkları için yavrulama zamanı haricinde karaya hemen hemen hiç inmezler. Okyanuslarda bulunan bu tür küçük kuşlar, küçük fakat kuvvetli olan ayaklarını kanat ve kürek gibi kullanarak rüzgara ve suya karşı koyarlar. Deniz kuşlarını bu üstün özellikleriyle birlikte yaratan Yüce Rabbimiz olan Allah'tır.
Birbirine uyumlu canlılar
Bazı canlılar hayatlarını devam ettirebilmek için başka canlılarla, son derece uyumlu bir işbirliği kurarlar. Doğada pek çok örneğini gördüğümüz canlılar arasındaki bu kusursuz uyumu yaratan Allah'tır.
Bazı bitkilerin çiçeklerindeki nektar, çiçeğin derinliklerinde bulunur. Bu durum ilk bakışta böceklerin ve kuşların nektar toplamalarını, dolayısıyla da çiçeğin döllenmesini zorlaştıracak bir dezavantaj gibi görünür. Ancak Allah, nektarı derinlerde bulunan çiçeklerin özelliklerine tıpatıp uygun yapıda canlılar yaratarak, bu bitkilerin de döllenmesini sağlamıştır. Avize ağacı ve yuka güvesi arasındaki uyumlu beraberlik de bunun örneklerindendir.
Avize ağacı bitkisinin üzerinde, büyük yapraklardan oluşan bir rozet şekli, bunun da merkezinde krem renkli çiçekleri taşıyan bir sap bulunur. Avize ağacının özelliği polenlerinin eğimli bir bölgede bulunmasıdır. Bu yüzden bitkinin erkek üreme organlarında bulunan çiçek tozunu, ancak eğimli bir ağız yapısına sahip olan bir güve türü toplayabilir.
Avize ağacı güvesi, topladığı çiçek tozlarını birbirine bastırarak top şekline sokar ve bunu başka bir avize ağacı çiçeğine götürür. Önce çiçeğin dibine iner ve kendi yumurtalarını bırakır. Sonra tepeciğe çıkar ve çiçek tozu topunu buraya çarptırarak polenlerin dökülmesini sağlar. Çünkü bir süre sonra yumurtalardan güve tırtılları çıkacak ve bu polenlerlerle beslenecektir. Ancak bu arada güve önceki bitkiden topladığı çiçek tozu topunu, yeni bitkinin tepeceğine vurarak bitkinin de döllenmesini sağlamış olur. Eğer güveler olmasaydı, avize ağaçlarının da kendi kendilerini döllemeleri mümkün olmazdı.
Güvenin beslenmesi ve ağacın döllenmesi birbirine son derece uyumlu bir şekilde gerçekleşmektedir. Bu uyumu sağlayan ne ağacın kendisi ne de güve değildir. Bir bitkinin ya da böceğin, başka bir canlının ihtiyaçlarından haberdar olması, buna göre taktik belirleyerek kendi ihtiyacına çare bulması mümkün değildir. Çünkü bu canlılar akıl ve bilinçten yoksun canlılar olarak, yöntemler bulup bunları diğer bir canlıya öğretemezler, vücutlarında da gerekli değişiklikleri yapmaya güç yetiremezler. Canlılar arasında pek çok örneğini gördüğümüz bu kusursuz uyumu yaratan Allah'tır. Her iki canlı da alemlerin Rabbi olan Allah'ın eşsiz birer eseridir. Ve Allah'ın büyüklüğünü, yüce kudretini, kusursuz sanatını insanlara tanıtıp anlatmakla görevlidirler. Allah bir ayetinde şöyle buyurmaktadır:
"Yedi gök, yer ve bunların içindekiler O'nu tesbih eder; O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tesbihlerini kavramıyorsunuz. Şüphesiz O, halim olandır, bağışlayandır." (İsra Suresi, 44)