İskelet, son derece detaylı anatomik yapıların birbiriyle mükemmel uyumu ve işbirliği vesilesiyle insanın hareket sistemine payanda sağlar. Bunu mükemmel bir şekilde yapar çünkü hem son derece esnek hem de bir o kadar sağlam bir yapıdır. Yaklaşık 200 kemikten meydana gelen iskelet, vücudun çok yönlü hareketini en etkin bir şekilde mümkün kılacak noktalarda eklemlerle donatılmıştır. Bu eklemler kendi içlerinde de son derece komplekstirler. Örneğin dizlerde, hem sürtünmeyi önleyen hem de bakterilerin saldırılarını önleyen kayganlaştırıcı sıvılar bulunur. Bunun gibi çok sayıda dengelere dayanan iskelet, her yönüyle Yüce Allah’ın ihtişamlı yaratışını ortaya koymaktadır.
Geo dergisinin Kasım 2005 sayısında “Sistemin Payandası” başlığıyla yayınlanan bir yazı, iskeletteki yaratılış gerçeğini bir kez daha gözler önüne serdi. Henning Engeln tarafından hazırlanan yazıda, kafatasından ayak kemerine kadar çeşitli kemik tiplerinin yapı ve organizasyonu hakkında bilgiler sunuldu, insanı hayrete düşüren ayarlamalar ard arda sıralandı. Yazıda, iskeletteki mükemmel organizasyon şu sözlerle anlatılıyordu:
“Yaklaşık 200 ayrı kemikten oluşan insan iskeletinde, elastiki bir koruyucu doku olan kıkırdak tabakası sayesinde eklemler, kirişler ve kaslar birlikte hareket eder. İslekette yassı kemikler (kafatası kemikleri, kaburgalar, göğüs kemiği veya kürek kemiği gibi), uzun kemikler (kollar ve bacaklar gibi), kısa kemikler (bilek) ve omur gibi düzensiz kemikler bulunur. Köprücük ve kürek kemiklerinden oluşan omuz bölgesi, kas ve kirişlerle iskelet gövdesine bağlandığından fazlasıyla esnektir. Yuvarlak bir eklem olan omuz eklemiyle pazı kemiğine bağlanır. Bu yapı burkulma ve lif kopması gibi yaralanmalara meyilli olan kollara büyük hareket olanağı sağlar. 12 çift kaburgadan oluşan göğüs kafesinin hacmi, nefes alıp verme işlemi sırasında, burada bulunan diyafram gibi kasların da yardımıyla değişir. Omurga, kalça ve diz eklemleri dik durmamızı ve ayaktayken vücut ağırlığını taşımamızı sağladıklarından çok güçlüdür. Ancak yüksek oranda aşınmaya maruz kaldıklarında ilerleyen yaşla birlikte sıkça, özellikle kalça bölgesinde, rahatsızlıklara neden olurlar. Vücudun en büyük eklemi olan diz ekleminin önünde diz kapağı yer alır. Diz kapağı, bacak gerildiğinde uyluktaki kas gücünü kuvvetli kirişler ve bağlar üzerinden baldıra aktararak insanın koşmasına yardımcı olur”.
İnsan iskeletini meydana getiren kemikler, oldukça hafif olmalarına rağmen son derce güçlü yapıda olmalarıyla insanın hareket kabiliyetini ve direncini yüksek seviyede tutan bir rol oynarlar:
“İnsan kemiğinin malzemesinin döküm demirden aşağı kalır yanı yoktur, granitten iki kat serttir. Ancak iskelet toplam vücut ağırlığının sadece yüzde 12’sini teşkil eder. 50 kiloluk bir insanın kemikleri sadece altı kg ağırlığındadır. Dış kemik, Havers adı verilen minik kanallar ile bunları örten yuvarlak uçlardan oluşur. Yuvarlak uçların yoğun dokusuna karşın, kemikler son derece hafif ve esnek yapılardır.
Kemikler sadece vücudu desteklemekle kalmaz, kalsiyum ve fosfat gibi mineraller için depo işlevi de görür. Ortasında, tüm kan hücrelerinin oluşturduğu kırmızı ilik için boşluklar bulunur. İlik dokusu her gün beş milyar kadar yeni kan hücresi üretir. Bu yağlı dokuda hücrelerimize oksijen taşıyan alyuvarlar (eritrosit), birbirine yapışıp pıhtılaşmayı sağlayan trombositler ve bağışıklık sistemini ayakta tutan akyuvarlar (lökosit) oluşur. Kemiğin iç tabakasının yapısı süngeri andırır. Kirişlerden örülmüş bir ağ olan bu tabaka boşluklarla doludur, ancak basınç ve çekme sonucu maruz kaldığı kuvveti en uygun biçimde ileterek yapıya sağlamlık katar.
Kemikler teker teker eklemler, kirişler, bağlar ve kaslar sayesinde birbirine bağlanarak hareket eder. En büyük eklem olan diz eklemi, “gerçek” bir eklemdir. Kemiklerin birleşme yerleri olan uç noktalarının birçok yönde hareket edebilmesi, elastiki bir koruyucu doku olan düz kıkırdak tabakası sayesinde mümkündür. Buna karşılık omurga gibi “gerçek eklem olmayanlar” birbiriyle dokuyla bağlıdır ve hareket kapasiteleri bir hayli sınırlıdır”.
İnsan iskeletinin en mükemmel parçalarından biri de kuşkusuz ayaklardır. Ayaklar, vücudun tüm ağırlığının bindiği seviyede bulunur, dolayısıyla yapıları hareketlerimizi kolaylaştırma veya zorlaştırma açısından kritik önem teşkil eder. Ayaklar, mühendislerin otomobillerde tasarladığı amortisörler gibi görev gören kemere sahiptir. Böylece ağırlığımızı mükemmel bir şekilde taşıyabilirler:
“İnsan ayağı yürüyüş sırasında topuktan başlayarak, ayak tabanının dış kısmının üzerinden ayak parmaklarına uzanan bir rota izler. İnsanda tipik olarak kubbemsi bir şekle sahip ayak kemeri, ender olarak iki ayak üzerinde yürüyen şempanzelerde daha basıktır. Kemer, yürüyüş sırasında esneyerek, engebeli yüzeylerde amortisör vazifesi görür. Kemeri destekleyerek koruyan küçük kaslar, büyük ölçüde kaslara bağlanan kirişlerin kontrolü altındadır. Kirişler ve kasların zayıflaması halinde çökme hatta düztaban olma riski başgösterir”.
Yazı, insan vücudundaki mükemmel yaratılışın kanıtlarını sergilemenin yanı sıra evrimcilerin karakterinde gizlemeye çalıştıkları bir özelliklerini de yüzeye çıkarmaktadır. Bu özellik, hiçbir bilimsel kanıtla desteklenmeyen evrim teorisine pozitif anlamda inanmamaları, evrimi sadece vicdanlarında bildikleri yaratılış gerçeğini örtmede bir örtü olarak kullandıkları için tercih etmeleridir.
Nitekim makalenin yazarı Eigen’in anlatımına bakıldığında Allah’ın yaratmasını açıkça gördüğü kolayca anlaşılmaktadır. İnsandaki mükemmelliklerin kendisine “bahşedildiğini” açıkça dile getirmiştir:
“Oynak olmasına karşın statik açıdan mükemmel bir ahenge sahip olan iskelet, insan organizmasına destek olarak bahşedilmiştir.”
Zaten biraz akıl sahibi bir insanın, insan vücudundaki mükemmellikleri yazıya döküp de tüm bu ayarlamaların ona bahşedildiği sonucuna varmaması olası değildir. Evrimciler, Allah’ın yaratmasını vicdanlarında açıkça bilmektedirler. Allah bu gerçeği bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir:
“Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler...”( Neml Suresi, 14)
Ancak evrimciler bilimsel kanıtlarıyla açıkça gördükleri, vicdanlarında bildikleri, kabul ettikleri bu gerçeği bir türlü dile getirmemektedirler. Eigen de insan iskeletindeki hassas ayarlamaları, mükemmellikleri çok çarpıcı bir şekilde anlatmakta, bunların insana “bahşedildiğini” vurgulamakta, ancak Allah’ın adını yine anmamakta, insan iskeletinin evrim sürecinde maymunsu formdan geliştiği masalına başvurmaktadır.
Ortada evrimciler adına çok ilginç bir durum söz konusudur. İnsandaki bu mükemmel vücut yapısının evrimle ortaya çıktığı inancı hiçbir şekilde bilimsel kanıtlarla desteklenmemektedir. Evrimciler bu iddialarının bilimsel kanıtı olmadığını defalarca itiraf etmişlerdir. Örneğin evrimci paleoantropolog Elaine Morgan şu itirafta bulunur:
İnsanlarla (insanın evrimiyle) ilgili en önemli dört sır şunlardır: 1) Neden iki ayak üzerinde yürüdüler? 2) Neden vücutlarındaki yoğun kılları kaybettiler? 3) Neden bu denli büyük beyinler geliştirdiler? 4) Neden konuşmayı öğrendiler?
Bu sorulara verilecek standart cevaplar şöyledir: 1) Henüz bilmiyoruz. 2) Henüz bilmiyoruz. 3) Henüz bilmiyoruz. 4) Henüz bilmiyoruz. Sorular çok daha artırılabilir, ama cevapların tekdüzeliği hiç değişmeyecektir. 1
Tüm bunların insana bahşedilmiş mükemmellikler olduğunu yazan Eigen’in kendisi de paralel bir itiraf yapmaktadır:
Dik bir yürüyüş yolunda atılan ilk ve ayırt edici adımların, insanları maymunsu akrabalarından ayıran silsilenin miladı olduğu giderek daha iyi anlaşılıyor. Gerçi araştırmacılar bu yeni hareket şeklinin hangi çevresel etkenlerden kaynaklandığı (yoğun ormanlık bölgelerin kıyısında yaşadıklarından mı?), tam olarak nasıl gerçekleştiği (dik vaziyette bir ağaç grubundan diğerine koşarak mı?) ve neden (ellerinde bir şeyleri taşımak için mi?) konusundaki tartışmalarını hala sürdürüyor. 2
Açıktır ki, “henüz bilmiyoruz”lar, insanın sözde evrimsel kökeni konusunda bir açıklama oluşturmamaktadır. Dolayısıyla evrimciler adına, inançlarını destekleyecek bilimsel bir açıklama yoktur. Bu yüzden Eigen’in, yazısının çeşitli yerlerine serpiştirdiği evrim kavramı, bilimsel olarak içi boş bir kavramdır. Hiçbir bilimsel içerik taşımayan bu terimi sıkça tekrarlamalarının tek sebebi, yaratılışı görüp kabul ettikleri halde Allah’ın adını anmaktan kaçınıyor olmalarıdır.
Tüm yaratılış ancak Allah’a aittir ve bunda O’na hiçbir ortak yoktur. Allah bu gerçeği bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir:
""O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, "şekil ve suret" verendir. En güzel isimler O"nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O"nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir."" (Haşr Suresi, 24)
Geo yazısının da bir kez daha gösterdiği gibi, evrimciler de insanı ve tüm evreni Allah’ın yarattığını vicdanlarında çok iyi bilmektedirler.
1. Elaine Morgan, The Scars of Evolution, New York: Oxford University Press, 1994, s. 5
2. Henning Engeln, Sistemin Payandası, Geo, Kasım 2005, s. 72