Her sabah uyandığımız andan itibaren kendimize ait bilgileri yeniden hatırlarız. Nerede oturduğumuz, kaç yaşında olduğumuz, işimiz, çevremiz, ailemiz ve o güne ait yapacağımız işler hemen zihnimizde belirir. Aynaya baktığımızda gördüğümüz yüz ve bedenimiz hep aynıdır. Doğduğumuz andan itibaren kesintisiz olarak devam eden olaylar, kendimize ait bilgiler ve aynada değişmeyen görüntümüz sebebiyle “ben” diyebileceğimiz bir varlığa dönüşürüz.
Oysa eğer Allah dilemiş olsaydı her sabah farklı bir bedende, farklı bir hayat içinde ve dünyanın değişik bir yerinde uyanabilirdik. Her gece uyuduğumuzda bizi öldüren ve uyandığımızda tekrar dirilten Rabbimiz için bu elbette çok kolaydır. Nitekim rüyalarımızda kendimizi, çoğu zaman hiç alışık olmadığımız bir ortamda ve olaylar içinde buluruz. Üstelik rüyalarda ben diyebileceğimiz bir bedenimiz olmadan bulunduğumuz ortamı algılarız. Benzer bir durum Allah’ın izniyle cennette yaşanacaktır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Şüphesiz ki cennette bir çarşı vardır. Fakat orada hiçbir şeyi satın almak ve hiçbir şeyi satmak yoktur. Ancak erkekler ve kadınlar suret ve şekilleri vardır. Binaenaleyh orada hangi kılığı istediğinde ona girecektir.” [Tezkireti'l Kurtubi, s. 326/564] hadis-i şerifi ile cennette suret değiştirmenin mümkün olduğunu bildirmektedir. Bu hadis-i şeriften ahirette, dünyada anladığımız anlamda sahiplenebileceğimiz ve ben diyebileceğimiz bir bedenimizin olmadığını anlayabiliyoruz (Doğrusunu Yüce Allah bilir).
O halde “ben” dediğimiz beden ve her uyandığımızda hafızamızda yeniden canlanarak süreklilik gösteren hayatımız, dünyaya özgüdür ve Rabbimiz’in imtihanının bir gereğidir. İşte bize bahşedilen özellikleri sahiplenmek ve onlara kendi irademizle sahip olduğumuzu düşünmek birçok insanı büyük yanılgıya götüren bir sebeptir.
İnsanların en çok “benlik” yükledikleri varlık kendi bedenleridir. Nitekim güzel olan kişi bu güzelliği ile övünür. Bedenindeki bazı kısımları beğenmeyen bir kişi ise beğenmediği bu özelliklerinden dolayı aşağılık kompleksine kapılır. Oysa Yüce Allah her kişiyi bu özellikleri ile imtihan eder. Eğer söz konusu kişiler "... ve size düzenli bir biçim (suret) verdi; suretlerinizi de güzel yaptı...” (Tegabün Suresi, 3) ayetinde haber verildiği gibi onları bu şekilde yaratanın Yüce Allah olduğunu unuturlarsa kendilerine benlik vermiş olurlar.
Rabbimiz dilerse güzel olan kişinin güzelliğini bir hastalık veya kaza ile bir anda elinden alabilir. Kendisini beğenmeyen kişiye de bir hastalık verebilir veya uzuvlarından birini kaybettirerek beğenmediği kısımlarının aslında ihtiyaçlarını karşılamak için ne kadar önemli birer nimet olduklarını hatırlatabilir.
Beden bu dünyada geçici bir süre için kullandığımız bir araçtır. Ölümle birlikte toprağın altında çürüyüp yok olacaktır. Bu nedenle kişilere düşen Yüce Allah’ın kendilerini yoktan yarattığını düşünüp O’na şükretmek olmalıdır. Dünya hayatı boyunca kullandığımız bedeninin kibirine veya kompleksine kapılmak yerine, ona çok iyi bakmak ve onu İslam’a hizmet etmek için en faydalı şekilde kullanmak Yüce Allah’ın rızasını kazandıracak tek yöntemdir.
İnsanların bir kısmı da çocukluktan itibaren Yüce Allah’ın bahşettiği birtakım güzel karakter özelliklerini sahiplenir. Bu özellikleri dolayısıyla övünür ve kendini ön plana çıkararak benlik verir. Oysa bu insanların kendilerine benlik vermelerine neden olan güzel özellikler, aslında Yüce Rabbimiz’in isimlerinin insanlar üzerinde tecelli etmesidir. Örneğin bir kişinin merhametli olması Yüce Allah’ın Erhamurrahimin isminin, şefkatli olması Rauf isminin, bağışlayıcı olması Gaffur isminin, adil olması Adl isminin o kişide tecelli etmesinden kaynaklanır.
"Oysa O, sizi gerçekten tavır tavır yaratmıştır." (Nuh Suresi,14) ayetinde haber verildiği gibi Yüce Allah her insanı farklı karakter özellikleri ile yaratmıştır. Kişinin mülayim, sinirli, heyecanlı, neşeli veya sakin yapılı olması kendinden kaynaklanan özellikler değildir. Bu nedenle bu karakter özelliklerini sahiplenmesi, kötü olanları değiştirmekten kaçınması, iyi olanlar ile övünmesi kendine benlik vermesi anlamına gelir.
Her insan, Allah’ın beğenmediği karakter özelliklerinden kurtulmak ve Kuran ahlakına uygun yaşamakla yükümlüdür. Bunun için yapması gereken; niyet etmek, Allah’a sığınmak ve şiddetle dua ederek O’ndan, razı olmayacağı bu karakter özelliklerinden kurtulmak için yardım istemektir.
Kişinin başarılarını ya da hatalarını kendi eseri zannetmesi de benlik duygusu, dolayısı ile gizli şirke neden olan durumlar arasındadır. Örneğin bir kişi başarılı bir konuşma yaptığında o konuşmayı kendi aklıyla kendisinin yaptığını zannedebilir. Oysa Kuran’da dikkat çekildiği gibi “nutku verip konuşturan” Rabbimiz’dir. O dilemedikçe insanın konuşması, üstelik hikmetli bir şekilde konuşması mümkün değildir. Aynı şekilde mesleğinde başarı elde eden veya bilimsel keşiflerde bulunan bir kişi de bunların tümünü Yüce Allah’ın yardımıyla gerçekleştirir. İnsanın Allah’ın dilemesi dışında bir başarı elde etmesi mümkün değildir. Nitekim bir Kuran ayetinde Rabbimiz insanın hiçbir şey yapmaya kudreti olmadığını şöyle bildirir:
“Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İnsan Suresi, 30)
Yine aynı şekilde insanın yaptığı hataları sahiplenmesi de yanlıştır. Hatayı yaptıran Yüce Allah’tır. Rabbimiz kullarına hata yaptırarak onların kendi acizliklerini görmelerini ve her türlü kusur ve hatadan bir tek Zatı’nın münezzeh olduğunu hatırlatarak Kendisi’ne tevbe etmelerini istemektedir. Zaten başarı da hata da Yüce Allah kaderde o şekilde takdir ettiği için yaşanır. Bu nedenle insana düşen sadece yaptığı hatalar için tevbe etmek, başarılı olduğu durumlarda da şükredip Yüce Allah’ın rızasını kazanma yolundaki mücadelesine devam etmektir.
Bir kişinin mezun olduğu okul, eğitim düzeyi, bildiği yabancı diller, zenginliği, makamı, soyu, çocuklarının zeki ve güzel olması o kişinin kendisinde var olan bir üstünlükten dolayı ona verilmemiştir. Kişilerin kendilerindeki bir bilgi dolayısıyla sahip olduklarını zannettikleri bu özellikler gerçekte Allah dilediği için vardır. Yüce Allah bu özellikler ile onları imtihan etmektedir. Nitekim Rabbimiz bu gerçeğe bir Kuran ayetinde şöyle dikkat çeker:
“Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir fitne (bir deneme)dir. Allah ise, büyük ecir (en güzel karşılık) O'nun Katında olandır.” (Teğabün Suresi, 15)
İnsanın sahip olduğu maddi ve manevi özellikler karşısında şımarmak yerine Allah’a şükretmesi ve kendisine bu imkanları verenin Allah olduğunu hep hatırında tutması gerekir.
İnsanın kendisine yüklediği benlik duygusundan kurtulmasının mutlak çözümü Allah’ın gücünü, büyüklüğünü ve yarattığı kaderin kusursuzluğunu tam olarak kavramasına bağlıdır. Yüce Allah’ın sonsuz büyüklüğünü kavrayan bir insan, artık O’nunla kesintisiz bir bağlantı kurar. Sahip olduğu, gördüğü ve yaşadığı her şeyi yaratanın Allah olduğunu bilerek O’na yaklaşır, kendisinin aciz bir kul olduğunu, tek sığınılacak, yardım istenecek gücün Zatı olduğunu Kuran’da tarif edildiği biçimde için için ve yalvara yalvara dile getirir. Sabah kalktığı andan itibaren hemen dikkatini toplayarak Allah’ı zikreder. O’na kaderindeki görüntüde en hayırlı olanı yaratması, başka insanları vesile kılarak kendisine yardım etmesi için dua eder.
Dikkati ve şuuru açık olan daima Allah’a yönelip dönen bir mümin, hiçbir zaman kendisine benlik veremez. Çünkü Allah’ın karşısındaki aczini, herşeyin asıl sahibinin O olduğunu bilir ve Rabbimiz’e karşı bunun tevazusunu yaşar. Nitekim Kuran’da peygamberlerin tamamı Allah’a karşı acz içinde olan tavırları dolayısı ile övülmüşlerdir. Hz. Zülkarneyn (a.s.) da Kuran’da örnek verilen peygamberler arasındadır. Bilindiği gibi Hz. Zülkarneyn (a.s.)’a Yüce Allah güç, imkan ve nimet vermiştir. Hz. Zülkarneyn (a.s.) da Ye’cuc ve Me’cuc tehlikesine karşı kendisinden bir kavim yardım istediğinde hemen onlara yardım etmiştir. Hz. Zülkarneyn (a.s.) da güç ortama rağmen bozgunculuğu önlediği halde bu büyük başarısından kendisine pay çıkarmamış tam tersine hemen Rabbimiz’i yüceltmiştir. Onun bu üstün ahlakı ve tevazusu ayette şöyle haber verilir:
“Dedi ki: “Bu benim Rabbimden bir rahmettir. Rabbimin va’di geldiği zaman, O, bunu dümdüz eder; Rabbimin va’di haktır.”” (Kehf Suresi, 98)
Derin düşünmek, insanın kendine benlik vermesini engelleyen unsunlardan bir diğeridir. Bunun için öncelikle kişinin kendisinin bir tecelli olduğunu düşünmesi gerekir. Unutmamak gerekir ki Allah’ın dışındaki varlıklar yalnızca O’nun tecellileridir. O’nun dilemesiyle var olmuşlardır, O’nun dilemesiyle varlıklarını devam ettirirler. Bu nedenle göz rengimizi, boyumuzu, yaşadığımız yeri, arkadaşlarımızı kısacası ben ve hayatım dediğimiz herşeyi bir kader doğrultusunda yaratan ve belirleyen Yüce Allah’tır. Rabbimiz’den başka herşey ve herkes gibi kendimiz de sonsuz aciz, sonsuz fakir, sonsuz muhtaç birer varlığız. Bizim kendimize ait bir gücümüz, kabiliyetimiz olamaz. Çünkü kainattaki herkes ve herşey gibi yokluktan Rabbimiz’in dilediği özelliklerde ve ”Ol” emri ile yaratıldık. Doğumumuzu biz belirlemediğimiz gibi hayatımıza ve kendimize dair hiçbir şeyi de belirleyemeyiz. Sahip olduğumuz hiçbir özellik kendimizden kaynaklanmaz. Biz Allah’ın Bari (yaratan kusursuzca var eden) isminin birer tecellisiyiz. Mutlak güç olan sonsuz büyük olan Yüce Allah’tır. Bizler ve tüm kainat Rabbimiz’in gölgesiyiz. Aslı olmadan gölgenin kendisine bir benlik vermesi ve var olması ne kadar imkansızsa, bizim de kendimize benlik vermemiz o kadar imkansızdır. Bize düşen bizi yoktan yaratan, bir düzen içinde biçim veren, yaşatan, rızıklandıran Rabbimiz’e kulluk etmek ve şükretmektir. Müminlerin cennetteki şükürleri bu bakımdan dünyada da bize örnek olmalıdır. Rabbimiz ayette şöyle buyurmuştur:
“Oradaki duaları: "Allah'ım, Sen ne Yücesin"dir ve oradaki dirlik temennileri: "Selam"dır; dualarının sonu da: "Gerçekten, hamd alemlerin Rabbi olan Allah’ındır."” (Yunus Suresi, 10)
Şirki yalnızca, elle yontulmuş birtakım heykelciklere secde etmek şeklinde algılamak çok dar ve basit bir bakış açısıdır. Bu tür kişiler şirk kavramının İslam’ın hakim olmasından sonra Kabe’deki putların kırılmalarıyla ortadan ebediyen kalktığını zannederler. Oysa Kuran’da şirki ayrıntılarıyla tarif eden ve müminleri şirkten şiddetle sakındıran çok sayıda ayet vardır. İnsanın kendisine benlik vermesi de çok açık bir şirktir. Bu konumda olan insanların vicdanlarının ve şuurlarının kapandığı bir ayette şöyle bildirilir: “Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah’ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah’tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?” (Casiye Suresi, 23)