Hz. Muhammed (sav)'in kutlu soyu: Seyyidler -1-
ucgen

Hz. Muhammed (sav)'in kutlu soyu: Seyyidler -1-

15544

Peygamber Efendimiz (sav)'in kızı Hz. Fatma (ra)'dan olan torunu Hz. Hasan (ra) soyundan gelen kişilere İslam kültüründe "seyyid" adı verilmektedir. Hz. Muhammed (sav)'in diğer torunu olan Hz. Hüseyin (ra)'ın soyundan olan şahıslar da "şerif" olarak adlandırılmaktadır.

Arapça olan seyyid kelimesi Türkçe’de ‘efendi, bey, ileri gelen baş, reis’ gibi anlamlara gelmektedir. Hadis-i şeriflerde bu ifade, ‘kabile başkanı, topluluğun ileri gelen seçkin kimseleri’ gibi manalarda kullanılmıştır. Seyyidler, bazı İslam coğrafyalarında habib, emir ya da mir olarak da adlandırılmaktadır.

Büyük hadis alimleri İmam Buhari ve Tirmizi, seyyid kelimesini ilk olarak Resulullah (sav)’ın Hz. Hasan (ra) için kullandığını söylemektedirler. Resul-ü Ekrem (sas), bir gün minberde bulunduğu bir sırada yanındaki Hasan (ra)'ı işaret ederek, "Bu oğlum seyyiddir. Umulur ki Allah onun vasıtasıyla iki Müslüman fırkanın barışmasını sağlar" demiştir. (Buhari, Sulh, 9; Fedailul-Ashab, 22; Tirmizi, Menakıp, 31). Peygamberimiz (sav) başka bir hadis-i şerifinde de; "Hasan ve Hüseyin cennet ehlinin gençlerinin iki seyyididirler" (Tirmizi, Menâsık, 31) buyurmuştur.

Hz. Muhammed (sas), tüm Müslüman aleminin şevk ve heyecanla beklediği, Ahir Zaman’da zuhur edecek olan Hz. Mehdi (as)’nin da kendi soyundan olacağını şöyle müjdelemiştir:

"Biz, Abdulmuttalib'in çocukları cennet ehlinin seyyidleriyiz. Ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdi" (İbn Mace, Fiten, 34)

Müslümanlar Seyyidlere Daima Büyük Bir Sevgi ve Saygıyla Yaklaşmışlardır

Müslümanlar Resulullah’a duydukları sevgiyi ve muhabbeti, onun kutlu soyundan gelen seyyidlere karşı da daima göstermişlerdir. Müslümanların kalplerindeki coşkun Ehl-i Beyt sevgisinden dolayı, Hz. Muhammed (sas)'in torunlarının soyundan gelenler Müslümanlarca her zaman için büyük bir itibar görmüştür. Hemen hemen bütün İslam ülkelerinde seyyidler dünyevi muamelelerde farklı bir konumda tutulmuş, onlara çeşitli kolaylıklar sağlanmaya çalışılmıştır.

Tarihteki her İslam devletinde, seyyidler zümresinin işleriyle ilgilenen özel bir kurumun bulunmuş olması ve bu müessesenin başında bulunan kimsenin (Nakîbul-Eşrâf efendi) de makamca en yüksek olan kişilerden biri olarak değerlendirilmesi, bu durumun en açık delilidir.

Seyyidler Farklı Coğrafyalara Nasıl Yayılmışlardır?

Dört halife döneminde İslam ahlakını tebliğ etmek için Asya ve Afrika’nın pek çok bölgesine giden Müslümanlar olmuştur. Bu tebliğ yolculukları bilhassa Hz. Ömer (ra) ve Hz. Osman (ra) zamanında iyice yoğunlaşmıştır. Kuran ahlakını tüm insanlara anlatmak için yola çıkanların arasında pek çok seyyid de olmuştur. Bu seyyidler çoğunlukla gittikleri bölgelere yerleşmişler ve o bölgenin yerli halkıyla kaynaşmışlardır.

Ancak göç eden seyyidlerin büyük çoğunluğu, göç eden diğer Müslümanlar gibi, Dört Halife Dönemi’nden sonra başa gelen Emevilerin katı tutumu nedeniyle Arabistan’dan ayrılmışlardır.

Hz. Hasan (ra)’nın ve Hz. Hüseyin (ra)’in şehit edilmelerinden sonra, seyyidlerin göç hareketleri iyice hız kazanmıştır.

Göçler, o zamanki İslam Devleti’nin sınır bölgeleri olan Mağrib (Fas), Kafkasya, Maveraünnehir, Horasan, Taberistan, Yemen gibi yerlere olmuştur. Bu seyyid göçleri neticesinde Fas’ta İdrisiler, Yemen’de Süleymaniler, İran’da Zeydiler gibi pek çok hanedanlık kurulmuştur.

Pek çok seyyid, Moğol ve Türk devletlerine sığınmış, buralardaki yerel halk ile kaynaşmıştır. Hatta kimi zaman, Kafkasya’da kurulan Nogay Hanlığı’nda olduğu gibi devletin kurucuları arasında dahi yer almışlardır.

Türkiye’ye de Farklı Dönemlerde Seyyid Göçleri Olmuştur

Türkiye, en uzun ömürlü ve en geniş topraklara sahip Türk-İslam Devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nun tek varisi olması itibariyle seyyidlerin yoğun olarak yerleştiği ülkelerden biridir. Günümüzde yurdumuzun pek çok yerine dağılmış olmakla beraber daha ziyade Ankara, Siirt, Şanlıurfa, Erzurum, Elazığ, Erzincan, Adana, Iğdır gibi şehirlerde daha yoğun olarak yaşamaktadırlar. Bu seyyidlerin çoğu, ilk seyyid göçleriyle beraber Anadolu’ya gelip yerleşmişlerdir. Ancak daha sonra da çeşitli vesilelerle Türkiye topraklarına olan göç hareketi devam etmiştir. Özellikle Osmanlı-Rus Savaşları ve Rus-Kafkas Savaşları sırasında Anadolu’ya göç eden çok sayıda Kafkasyalı’nın arasında bir çok seyyid de bulunmaktadır. Bu seyyidler daha ziyade İç Anadolu Bölgesi’ne yerleştirilmişlerdir. O dönemde Türkiye’ye yerleşen seyyid aileleri arasında, dergimizde yayınlanan konuların hazırlanmasında eserlerinden faydalanılan Sayın Adnan Oktar’ın dedesi Ömer Bey ve ailesi de bulunmaktadır.

Ömer Bey’in dedesi olan Beslen Arslan Kasayev’in kökeni ise Nogay Hanlığı’na dayanmaktadır. Beslen Arslan Kasayev’in ailesi Arslanoğulları olarak tanınmaktadır. Arslanoğulları, 1827 yılında Kafkas Valiliği için hazırlanan bir belgede adı geçen 21 seyyid ailesinden biridir ve aile 1902 yılında Kafkas topraklarından ayrılıp Ankara’nın Bala kasabasına yerleşmiştir. (Rusya Federasyonu Stavropol Federal Arşivi'nde yer alan, 17 Temmuz 1827 tarihli orjinal belgenin fotokopisi. Arşiv No: 48, Cilt 2, Dosya No: 853)

Seyyid aileleri, yaşadıkları bölgelerdeki halk tarafından da tanınan ve bilinen kimselerdir. Bu aileler birbirlerine tanık ve kefil olan bir topluluk oluşturmuşlardır.

Kara Nogay ve Yediskul bölgesinde yaşayan Nugay Seyyidleri hakkında isim soyadlarıyla ve aile mensuplarıyla ilgili bilgiler:

Kişi ve Ailesi

    1. Nugay Kaplanov ve ailesi (4 erkek, 3 kadın)

    2. Yusuf Ali Aysoltanov ve ailesi (2 erkek, 5 kadın)

    3. Beslen Arslan Kasayev ve ailesi (2 erkek, 4 kadın)

    4. Han Muhambet İsmailov ve ailesi (3 erkek, - kadın)

    5. Muhambet Kantemirov ve ailesi (8 erkek, 9 kadın)

    6. Mengligirey Tilenchiyev ve ailesi (3 erkek, - kadın)

    7. Yanseyit Abdullayev ve ailesi (2 erkek, 4 kadın)

    8. Gazı İnal Batırburzayev ve ailesi (5 erkek, 7 kadın)

    9. Hayati Ahmetov ve ailesi (3 erkek, 3 kadın)

    10. Nemin Yasenbi Adjiyev ve ailesi (8 erkek, 5 kadın)

    11. Alibey Mamayev ve ailesi (3 erkek, 3 kadın)

    12. Musousov ve ailesi (2 erkek, 3 kadın)

    13. Alibek Soltanaliyev ve ailesi (4 erkek, - kadın)

    14. Bekmurza Karamurzayev ve ailesi (3 erkek, 2 kadın)

    15. Aslangirey Temirhanov ve ailesi (3 erkek, 3 kadın)

    16. Alibey Temirov ve ailesi (2 erkek, 3 kadın)

    17. Ali Mamayev ve ailesi (3 erkek, 1 kadın)

    18. Beymurza İsterekov ve ailesi (4 erkek, 3 kadın)

    19. Tausultan Temirhanov ve ailesi (7 erkek, - kadın)

    20. Mamay Arslanov ve ailesi (1 erkek, - kadın)

    21. Magomet Utepov ve ailesi (3 erkek, 3 kadın)

    Toplam Kişi Sayısı (75 erkek, 61 kadın)


Rusya Federasyonu Stavropol Federal Arşivi'nde yer alan, 17 Temmuz 1827 tarihli orjinal belgenin fotokopisi. Arşiv No: 48, Cilt 2, Dosya No: 853

Bu tarihi belgede, Kara Nogay ve Yediskul bölgesinde yaşayan Nugay Seyyidlerinin kimlikleri ve aileleri hakkında bilgiler mevcuttur.

Bu bilgiler bir liste halinde düzenlenmiş olup listelerde 3. sırada Adnan Oktar (Harun Yahya)’nın dedesinin dedesi olan Beslen Arslan ve ailesinin kaydı bulunmaktadır. Adnan Oktar’ın dedesi Ömer bey Kafkasya’da doğmuş, 1902’de Ankara Bala kasabasına yerleşmiştir. Ömer Bey’in babası Hacı Yusuf, Hacı Yusuf’un babası ise Rus arşivlerinde seyyid olarak kaydı bulunan Beslen Arslan (Kasayev)’dır.

Adnan Oktar’ın babasının ismi resmi kayıtlarda Yusuf Oktar Arslan olarak geçmektedir. Arslan soyadı, Rus kaynaklarında da yer almaktadır.

Türk-İslam Kültüründe Seyyidlere Verilen Değer

Türk-İslam devletlerinde ülkenin en saygın ve önde gelen kişileri askerler olarak kabul edilirdi. İdareciler ve halk, seyyidleri de askeri sınıfa mensupmuş gibi değerlendirmişler ve onlara büyük bir itibar göstermişlerdir. Tüm vergilerden ve harçlardan muaf tutulmuşlardır. Devlet herhangi bir maddi sıkıntı yaşamamaları için kendilerine aylık bağlamıştır.

Kimi zaman yerel yöneticiler usulsüz uygulamalarda bulunup seyyid ve şeriflerden vergi almaya çalışmışlardır. Ancak merkezden yapılan düzenlemelerle bu tür muamelelerin önüne geçilmiştir. Hz. Peygamber (sav) soyundan gelen kişilerin hiçbir şekilde incitilmemesi ve onlara son derece saygılı davranılması yönünde bir çok padişah fermanı bulunmaktadır.

Evliya Çelebi gibi pek çok Osmanlı tarihçisi, seyyidlerin çoğunun oldukça alçakgönüllü ve ince düşünceli olduklarını, seyyidliklerini belli etmekten kaçınan bir ahlaka sahip bulunduklarını ifade etmiştir. Ancak zaman içinde, seyyidlerin sahip oldukları imtiyazlardan faydalanmak isteyen art niyetli kişiler ortaya çıkmıştır.

Müteseyyid (sahte seyyid) olarak adlandırılan bu kişilerin sayıları hızla artınca, Devlet-i Ali Osmaniye’nin vergi kaynaklarında meydana gelen ciddi azalmanın önüne geçmek ve seyyidlik makamının namını korumak için bazı önlemler alınmıştır. Seyyid olduğunu iddia eden herkes hakkında detaylı incelemeler yapılmıştır. Seyyid ve şeriflerin silsilelerini ve secere-i tayyibe denilen soy kütüklerini kaydedip koruyan nakübüleşraf isimli bir müessese kurulmuştur. Bu müessese ilk olarak Sultan Çelebi Mehmet zamanında kurulmuş, Fatih Sultan Mehmet döneminde kaldırılmış, II. Bayezid devrinde yeniden ihya edilmiştir.

Sahte seyyidlerin, gerçek seyyidler arasına karışmasına mani olmak için taşraya naib (İstanbul’da yaşayan ve seyyidlerin başı olarak görülen nakibüleşraf efendinin vekillerine bu isim verilir) denen özel görevliler gönderilmiş ve teftiş defterleri tutulmuştur. Bu defterler, herhangi bir seyyidlik iddiası üzerine merkezden yürütülen inceleme esnasında, söz konusu isimlerin kayıtlı olup olmadığını bulmakta kolaylık sağlaması için, seyyidliği ortaya koyan mevcut delillere dayanılarak hazırlanmıştır. Nakibüleşrafın başındaki kişi, Osmanlı sarayında oldukça önemli bir yere sahipti. Osmanlı padişahlarının tahta çıkışlarında (cülus merasiminde), kendilerine ilk önce nakibüleşraf efendi bağlılık bildirirdi. Osmanlı bayram törenlerinde, hünkar arz odasından çıkıp tahta oturduğunda nakibüleşraf efendi bir dua ile bayram merasimini açardı.

Hem cülus merasimlerinde hem de bayram törenlerinde, nakibüleşraf sultanı tebrik ettiği esnada padişah hürmeten ayağa kalkardı. Resmi yazışmalarda nakibüleşraflara özgü muayyen ünvanlar kullanılırdı.

Nakibüleşraftan sonra seyyidlerin en büyük amiri olan ve ‘alemdar’ ünvanı verilen kişiler, sefer sırasında saraydan çıkarak ordu ile beraber gidecek olan ‘sancak-ı şerif’i taşırlardı. Sancak-ı şerifin gidiş ve gelişinde, nakibüleşraf efendi ile seyyid ve şerifler sancak merasimine katılarak tekbir alıp salavat getirirlerdi.

Anadolu topraklarında yaşayan seyyidler daha ziyade ulema (din bilginleri) sınıfına mensupturlar. Genelde imamlık, hatiplik, kadılık, müftülük, medrese hocalığı gibi görevlerde bulunmuşlardır.

Osmanlı’larda seyyid kabul edilmek için baba tarafı soyunun Hz. Muhammed (sav)’e kadar uzanması yeterli görülmüştür. Ancak diğer İslam devletlerinde pek rastlanmayan bir şekilde, yalnızca anne tarafından seyyit olmanın da mümkün olduğu kanaati kabul görmüştür.

Osmanlı İmparatorluğu’nda al-i Abbas soyu (Resulullah (sav)’in amcasının soyu) da seyyidler gibi itibar görmüştür. ( XVI-XVII yüzyıllarında Kabartay-Rusya İlişkileri. Belgeler ve yazışmalar, Cilt 1, Derleyen: Y.N.Kusheva, T.H. Kumikova, Moskova, 1957)

PAYLAŞ
logo
logo
logo
logo
logo
İNDİRMELER