Demokrasi insanlara hayatlarını ve milletlerini etkileyen konularda düşüncelerini ifade etme ve protesto hakkı verir. Protesto, modern dünyaya özgü evrensel olarak kabul edilmiş bir gerçektir. Hükümetlerin hatalı politikaları ve ihmallerinden rahatsız olan ve bu konularda toplumsal farkındalığı artırmak isteyenlerin seslerini duyurmasına hizmet eder. Gösteriler, mitingler, grevler, grev gözcülüğü, boykotlar hep protesto yollarıdır. “Yasalar” tarafından tanımlanan sınırlar dahilinde olduğu sürece protestolar ve benzer nitelikte eylemler gerçekte demokrasinin, düşünce ve ifade özgürlüğünün tartışmaz bir parçasıdır.
Bununla birlikte, bazı durumlarda protesto suiistimal edilir ve demokrasiye karşı bir araç olarak kullanılır. Ayaklanmalara yol açan protestolar bugün yönetimleri susturmak ve demokratik yollarla seçilen hükümetleri devirmek için darbe hazırlama yöntemleridir.
Protestoların Meşruiyeti ve Taleplerin Uygulanabilirliği
Demokratik protestolar, talepler somut, haklı ve uygulanabilir olduğu sürece toplumlar tarafından memnuniyetle karşılanır ve hükümetlerce ele alınır. Bu niteliklerden yoksun protestolar taleplerin karşılanması konusunda büyük olasılıkla başarısız olacaktır.
2013-2014 yıllarında Bulgaristan’daki hükümet karşıtı hareketler bu niteliklerin geçerliliğini kanıtladı. Protestolar üç ayrı döngüde gerçekleşti. Ocak ve Şubat ayları yüksek elektrik fiyatlarına itiraz eden ve hükümetin istifa etmesini talep eden gösterilere tanık oldu. Talepleri mantıklı olduğu için başarılı oldular. Bir sonraki gösteri bir hükümet görevlisine karşı yapıldı ve istifasıyla neticelendi. Ancak diğer bir protesto döngüsü bir takım yasa dışı talepler beraberinde sistem değişikliği çağrısında bulundu ve tüm toplum tarafından desteklenmeyen ayaklanmalara dönüştükten sonra yenilgiye uğradı.
Aynı yıl Türkiye’deki Gezi Parkı protestoları aynı modeli takip etti. İyi niyetli ve çevreci bir yaklaşımla başlayan protestolar başlangıçta somut ve uygulanabilir çağrılara sahne oluyordu. Eğer bu şekilde devam etseydi muhtemelen başarıyla neticelenecekti. Hükümet doğaseverlerin seslerini işitti ve Gezi Parkı’nın tahribine yol açacak bir inşaat projesini erteleyerek pozitif bir adım attı. Ancak gençlerin hümanist yaklaşımı ayrılıkçı ve terörist çetelerin provokasyonlarıyla yön değiştirdi ve tamamen başka bir niteliğe büründü. İstanbul’da Gezi Park’ta başlayan ve Gezi Parkı’nın bir dinlenme alanı olarak korunmasını talep eden gösteriler ülkenin diğer şehirlerine yayıldı ve hükümetin düşmesini isteyen silahlı ve kanlı bir ayaklanmaya dönüştü. Bu, taleplerinin yerine getirilmesi için şiddete başvuran ve demokratik yollarla seçilen hükümetin geçerliliğini açıkça reddeden açık bir darbe teşebbüsüydü. İnsanların demokratik haklarını kullanarak sokağa çıktıkları ancak daha sonra ulusun iradesini göz ardı ederek hak iddiasında bulunmak için demokratik olmayan yöntemlere başvurdukları için bu protestolar kendi içinde çelişkili hale gelmişti.
Başta haklı olsa da bu iki protesto vakası kötü niyetli insanların eline bırakıldıklarında düşmanca manipülasyonlara açık olduklarını ve meşruiyetlerini kaybedebileceklerini ortaya koymaktadır. Son zamanlarda bazı karanlık güçler ülkelerin iç meselelerini uygun gördükleri şekilde idare etmek ve hükümetleri devirmek için darbe yapmak için bu tekniği kullanmaktadırlar. Barışçı protestoların ortasına acımasız katillerden oluşan profesyonel ekipler getirirler ve bu protestolar şiddet dolu anti-demokratik çatışmalara dönüşür. Bu protestolar bazen aynı milletin insanlarının birbirlerini öldürdükleri sivil savaşlarla sonuçlanır. Bunların tümü bir hükümetin bazı karanlık güçlerin taleplerine boyun eğmemesi sonrasında olur ve demokratik yollarla seçilen hükümet anti-demokratik girişimlerle karşı karşıya kalır.
Provokasyon Yöntemleri ve OTPOR
Bu tür dramatik sonuçlar sosyal medya kullanımıyla gerçekleşir. Sosyal medya gösterilere katılması öngörülen kitleleri organize etmek, karıştırmak ve ajite etmek için bir haraç haline gelir. Çeşitli provokatör örgütler şiddet uygulamaya teşvik ederek gösterilerde yer almak isteyen bazı ajanları ve provokatörleri örgütleme görevini üstlenir. Bu gayrimeşru “alt yükleniciler” ayaklanmaların halkla ilişkiler ayağını organize ederler ve yazarlar, akademisyenler, gazeteciler ve sivil toplum kuruluşlarının üyeleri gibi ülkenin entelektüel çevrelerini demokrasi adı altında demokratik yollarla seçilen hükümetlere karşı gelmeye ve kamuyu yönlendirmeye teşvik ederler.
Bu “profesyonel devrimci örgütler” arasında en yaygın gruplardan biri Sırbistan merkezli direniş örgütü OTPOR’dur. Bağımsız gözlemciler OTPOR’un eski Yugoslavya, Sırbistan, Gürcistan, Bulgaristan, Ukrayna, Mısır, Brezilya ve Türkiye gibi birçok ülkede ABD destekli muhalif örgütlere eğitim ve lojistik destek sağlayarak darbe girişimlerini ve iç karışıklıkları organize ettiğini belirtmektedir. CIA’nin elli ülkede OTPOR’un şubesi CANVAS ile birlikte ayaklanmalar ve toplumsal karışıklıklar meydana getirdiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır…
Bir kaynak OTPOR ile ilgili aşağıdaki ilginç bulguları ortaya koymaktadır:
Mısır ayaklanmalarının akıl almaz, yabancı destekli yapısını betimleyen (OTPOR'un) yumruk logosu Kahire sokaklarında 11 yıl sonra görünecekti... Sırbistan OTPOR’u Batı’dan para yardımı almaya devam edecek ve CANVAS (Uygulamalı Şiddetsiz Eylem ve Stratejiler Merkezi) adı altında bir tür “CIA-darbe okulu” haline gelecekti.
Carl Gibson ve Steve Horn tarafından kaleme alınan ve "Occupy.com" da yayınlanan araştırma makalesi, OTPOR'un uluslararası finansal, istihbarat ve politik bağlantılarını konu almakta ve WikiLeaks belgelerine dayalı aşağıdaki bilgileri içermektedir:
Sırbistan'ın Srdja Popovicis’i, birçokları tarafından 1990'lı yıllardan bu yana Doğu Avrupa’da ve başka yerlerde rejim değişikliklerinin öncü mimarı ve OTPOR'un kurucu üyelerinden biri olarak biliniyordu... Popovic ve OTPOR'un şubesi CANVAS aynı zamanda ABD hükümeti yanı sıra Goldman Sachs yönetimiyle ve özel istihbarat şirketi Stratforas ile yakın bağlantılar içindeydi...
Bu gibi örnekleri bulmak son derece kolay. ABD yönetimi adına hareket eden bazı medya kuruluşlarının her fırsatta OTPOR'dan methederek söz etmesi de son derece doğal. Dahası, İngiliz medyası OTPOR yöneticilerinin darbe örgütlemeyle hiçbir ilgisi olmadığını şiddetle savunmaktadırlar.
Aynı şekilde, bazı Türk medya kuruluşları 2013 Gezi Parkı gösterileri sırasında benzer ifadeleri yaydılar. Rapora göre, devlete karşı bir ayaklanma ve Başbakan'ın ikametgahının silahlı gruplar tarafından ele geçirilmesi girişimi OTPOR tarafından düzenlendi. Ne var ki medya bunu kasıtlı olarak "halkın meşru, demokratik haklarını ve ifade özgürlüğünü kullanması" olarak tanımladı ve böylece halkın en ufak bir kısmını bile temsil etmekten uzak Marksist ve ayrılıkçı terör örgütlerinin üyelerini halkın temsilcileri olarak göstermek gibi bir hataya düştü. Bu medya organları, halkın düzenini ve insan hayatını korumak için kendi hayatlarını tehlikeye atan milletin güvenlik güçlerini sözde 'özgürlük ve demokrasi düşmanı” olarak adlandırdı.
Gerçekte, hükümetleri devirmeyi, ülkeleri bölmeyi ve kanlı çatışmaları hatta iç savaşları örgütlemeyi amaçlayan bu kitle gösterileri masum mitingler değil derin devletlerin ve gölge örgütlerinin ülkeleri içeriden ele geçirmeye yönelik ince projeleri olabilir.
Adnan Oktar'ın American Herald Tribune'de yayınlanan makalesi: