Türkiye ve Rusya arasında jet uçağının düşmesiyle çıkan kriz son zamanlarda uluslararası gündemi oldukça meşgul etti. Birçok gazeteci bu krizin daha da kızışacağını ve Rusya’yla Türkiye arasındaki ilişkilerin artık normale dönemeyeceğini açıkça belirttiler. Daha iyimser düşünenler ise bunun geçici bir dönem olduğunu ve yeniden her şeyin yoluna gireceğini yazdılar. Ben de aynı iyimserlikte bakıyorum. Rusya ve Türkiye tüm ortak tarihleri boyunca zorlukları aşmayı bilmişler ve böyle can sıkıcı olaylarda hasar almadan yaşamayı başarmışlardır.
Aksini beklemek pek de adil olmaz; ortak geçmişe ve kültüre sahip iki ulusun birbirleriyle kurdukları yakın dostluk uzun süredir devam ediyor. Neredeyse on yıldan fazla bir zamandır bölgede stratejik ortak olan iki millet birbirlerini asla incitmek istemeyen kardeşler gibiler. Yaşanan bu vahim kriz bölgedeki çatışmaların da etkisiyle aniden ve beklenmedik şekilde gelişen bir olaydır. Böyle bir felaketi tecrübe etmeyi elbette iki taraf da istemezdi. Ancak olan oldu ve şimdi ne kadar çok istesek de zamanı geriye sarıp her şeyi farklı yaşamak mümkün değil! Bana göre de bu olayın müdafaa edilebilir bir tarafı yok ancak artık yapılması gereken geleceğe odaklanarak raydan çıkan ilişkilerimizi düzeltmektir.
İnsan hayatını tehlikeye atmak asla kabul edilemez
Koşullar ne olursa olsun insan ölümüne yol açacağını bile bile bir uçağı düşürmenin haklı bir tarafı bulunmamaktadır. Olaylar karşısında tehlikeli metotlara başvurmadan, insan hayatını korumayı hedefleyen bir yaklaşım benimsendiği sürece çözüm bulmak hiç de zor olmayacaktır. Sınır ihlali yaptığı düşünülen uçağa başka bir uçak ile eşlik ederek yolu değiştirilebilir, uçağın ait olduğu ülkenin askeri birimiyle bağlantıya geçilebilir veya pilot uyarıldıktan sonra en azından uyarıyı duyup anladığına dair kendisinden sözlü bir teyit alınabilirdi. Bunlar uçağı düşürmek yerine yapılabilecek en sağlıklı eylemler olurdu. Uluslararası hukukun ihlal karşısında uçak düşürmeye izin veriyor olması, vicdanlara başvurmayı engellememeli ve insan hayatını bu denli kolay almanın gerekçesi olmamalıdır.
Geçen hafta yine buna benzer bir olayla karşılaştık. Rus savaş gemisi Türk Boğazlarından geçerken güvertedeki Rus askeri adeta tüm şehri hedef alır gibi füze taşıyordu. Öncelikle bu hareket kesinlikle Montrö Boğazlar Sözleşmesine aykırıdır. Dostane bir tavır da değildir. Türkiye’nin Montrö Sözleşmesine göre bu tavır karşısında Rusya’ya Boğazları kapatması gerekirdi ancak bunu yapmadı. Elbette ki bu yapılsa halihazırda yüksek olan tansiyon daha da tırmanacak ve taze açılmış yaranın kapanması çok daha zor olacaktı. Bu örnekte de açıkça görüldüğü gibi kışkırtıcı gibi görünen herhangi bir olayla karşılaşılsa bile hep sakin, olgun ve insancıl bir yaklaşım içinde olmak önemlidir.
Kriz zamanlarında komşu ülkelerin rolü de yadsınamaz. Nitekim hem Rusya hem de Türkiye’nin komşusu konumundaki İran, tarafsız bir üslupla ılımlı açıklamalar yaparak iki tarafı da yatıştırmaya çalıştı. İran Devlet Uzlaştırma Konseyi’ne bağlı Stratejik Araştırma Merkezi’nin başkanlığını yürüten Ali Akbar Velayati katıldığı bir televizyon programında tansiyonu yükseltmenin her iki ülkeye de zarar vereceğini söyleyerek civardaki komşu ülkelere bölgenin daha fazla gerilime ihtiyacı olmadığını hatırlatmış, ileri görüşlü bir bakış açısıyla, yatıştırıcı rol üstlenmelerini salık vermişti.
Yaptırımlar her zaman insanlara acı verir
Şu anda iki ülke arasında oluşan gergin ortam Rus ve Türk ulusları tarafından pek de hoş karşılanmıyor. Rus ekonomisi Batı’nın uyguladığı bir takım yaptırımlar ve petrol fiyatındaki düşüş yüzünden halihazırda zor zamanlar geçiriyor. Diğer taraftan Türkiye de doğal gaz ihtiyacının %55’ini ve petrol ihtiyacının %30’unu Rusya’dan karşılıyor. Dolayısıyla yaşanan bu gerilim iki ülkenin ekonomik bağlarını tehlikeye düşürerek her ikisini de bölgede izole konuma düşürebilir. Halihazırda ateş altında olan bölgede daha fazla ekonomik yaptırımı empoze etmek pek de mantıklı bir politika değildir. Bölgede çıkan her türlü anlaşmazlıkta Rusya ve Türkiye yatıştırıcı roller üstlenen önemli devletler olarak masum insanların hayatlarını kurtarmak ve bölgede barışı sağlamak sorumluluğuna sahiptirler.
Bunlara ek olarak Rus halkı son iki yıldır kendilerine uygulanan ekonomik yaptırımlar yüzünden büyük ölçüde mağdur oldu. Yaptırımlar hem ekonomik felaket getirdi hem de insanların sosyal hayatları üzerinde muazzam tahribat yaptı. İzole bir hayat yaşamak onları psikolojik anlamda sıkıntıya soktu. Durum böyleyken Rusya’nın kendine yapılanın aynısını Türkiye’ye uygulamaya başladığını görüyoruz. Oysa Türkiye Rusya’ya yönelik yaptırımlarda hiç bir zaman rol almadı. Ürünlerin satışının engellenmesi, ithalatın düşürülmesi, bazı ekonomik sektörlerdeki ilişkilerin sona erdirilmesi gibi kavramların yanında iki ulusun sahip olduğu köklü dostluğun bozulması, sevginin, kardeşliğin yara alması söz konusudur.
Unutulmamalıdır ki, ekonomik sıkıntıların belki bir şekilde üstesinden gelinebilir, alternatif kaynaklar bulunabilir ancak burada ön planda tutulması gereken asıl ihtiyaç bir zamanlar kurulmuş olan güçlü dostluğun yeniden kazanılmasıdır. Böyle zor zamanlarda komşu ülkelerin de her iki ülke halkını rahatlatmak için çaba harcaması, ellerinden gelen yardımı esirgememesi önemlidir. Türkiye, Rusya ve İran için zamanında bu şekilde davranmıştır.
Bölgede işbirliğinin önemi
Tüm dünya, içinde bulunduğumuz bölgeye barışın gelmesi için çalışırken gerilim oluşturmak Rusya ve Türkiye’ye hiçbir yarar sağlamayacaktır. Kuvvetli yapısı ve jeopolitik konumu nedeniyle Rusya için Avrasya bölgesinde güçlü bir rol üstlenmek ve barışa daha çok katkıda bulunmak mümkündür. Böyle bir yapı içinde olursa Rusya ekonomik açıdan güçlü olacak ve siyasi anlamda daha fazla istikrar kazanacaktır. Rusya bu rolü daha önce olduğu gibi Türkiye ile güçlü bağlar kurarak başarabilir. Güçlü bir Müslüman ülke olarak Türkiye son derece stratejik coğrafi bir konumda bulunduğundan Rusya’ya hedeflerine ulaşması için yardımcı olacaktır. Karşılığında da Türkiye dünyanın en değişken bölgelerinden birinde konuşlandığından dengeleyici bir aktör olarak önemli bir rol üstlenebilecektir.
Adnan Oktar'ın Tehran Times'da yayınlanan makalesi: