Astana barış sürecinin üç garantör ülkesi Rusya, Türkiye ve İran liderleri Sayın Putin, Sayın Erdoğan ve Sayın Ruhani geçtiğimiz hafta Ankara'daki zirvede biraraya geldi. Toplantı, önceden takvime bağlanmış olmakla birlikte Sayın Putin'in seçim zaferi sonrası ilk dış gezisini Türkiye'ye yapması bakımından da ayrıca anlamlıydı.
Rusya, Türkiye ve İran basınında kapsamlı yer alan üçlü zirve aynı zamanda tüm dünyanın dikkatlerini de üzerine topladı. Suriye'nin geleceğinde çok önemli belirleyici rol oynayan Astana sürecinin son oturumunda liderlerin en önemli vurgusu ülkenin egemenliği ve toprak bütünlüğünün sağlanması, bölgedeki terörist unsurların etkisiz hale getirilerek krizin siyasi yöntemlerle çözüme kavuşturulması yönündeydi. Üç ülkenin bu konudaki işbirliğinde kararlı olduklarının, ilerde de geri adım atmayacaklarının altı çizildi.
Gerçekten de Suriye'de yıllardır dökülen kanın durdurulması yönünde bugüne kadar en somut barışçıl adımlar, ancak bölgenin en güçlü üç aktörü Rusya, Türkiye ve İran'ın devreye girmesiyle atılabildi. Ateşkeslerin, çatışmasızlık bölgelerinin hızla gerçekleşmesini, terörist unsurların büyük ölçüde ve "gerçek anlamda" etkisiz hale getirilmesini sağladı. Buna karşın, yıllardır sürünceme, oyalanma ve çözümsüzlüğün diğer adı 'Cenevre Suriye Görüşmeleri'nin başarısızlığı ortada.
Tüm bunlar barış ve çözümün, Türkiye, Rusya ve İran öncülüğündeki bölgesel güçlerin insiyatifi ele almasıyla sağlanabileceğinin açık bir göstergesi. Suni gerekçelerle son 30 yıldır bölgede haksız işgal ve çıkar politikaları güden, ekonomik ve siyasi sömürü projeleri uğruna yıkım, katliam, bölünmüşlük ve parçalanmışlıktan başka bir şey getirmeyen güçlerin değil...
Rusya devlet televizyonu Rusya 1 TV'nin, "tarihi", "iki ülkenin en büyük yakınlaşması" şeklindeki ifadelerle aktardığı Sn. Putin’in Ankara ziyareti her fırsatta iki ülkeyi birbirine düşman yapmaya çalışan, başta İngiliz derin devleti olmak üzere bir kısım derin odaklara da önemli bir mesaj taşıyordu.
Zira, yakın geçmişte Türkiye-Rusya yakınlaşma girişimlerinin sonuçlarının ağır olduğunu unutmamak gerek: Örneğin, eski Başbakan Adnan Menderes'in, Rusya ziyaretinin hemen öncesinde 27 Mayıs 1960'ta devrildiğini... Yine eski Başbakanlardan Süleyman Demirel'in, Türkiye üzerinden kalkan U-2 casus uçaklarının Rusya’yı dinlemesini yasakladığı ve Seydişehir Alüminyum Tesisleri ve İskenderun Demir Çelik ile Aliağa Rafinerisi’ni Ruslara yaptırdığı için 12 Mart’ta devrildiğini...
Ancak Sayın Erdoğan ve Sayın Putin’in güçlü liderlikleri ve aralarındaki sağlam dostluk sayesinde söz konusu derin odaklar bu kez liderleri devirmeyi başaramadılar. İki ülkenin büyük bir ivmeyle tırmanan dostluk ve işbirliğinde gelinen son nokta, yaklaşık iki asırdır bölgenin gizli eli İngiliz derin devleti öncülüğünde sürdürülen sinsi provokasyon ve düşmanlaştırma politikalarının iflas ettiğinin bir ilanıydı.
Son dönemde aynı çevrelerin, gerek Rusya ve Sayın Putin'e gerekse Türkiye ve Sayın Erdoğan'a yönelik sürdürdükleri kara propaganda da bu kirli politikaların can çekiştiğinin bir göstergesi. Bundan böyle, uluslararası kamuoyu Türkiye, Rusya ve İran arasında olması gereken en doğal ve meşru komşuluk ilişkilerini, dostluk ve yakınlaşmaları, işbirliği ve ittifakları engelleme girişimlerini bir yana bırakarak bu gerçekle yaşamasını öğrenmelidir. Nasıl ki ABD'nin Kanada'yla olan sıcak komşuluk ilişkilerinden, İngiltere'yle olan ittifak ve işbirliğinden rahatsızlık duymuyorsa...
Türkiye'nin bir NATO ülkesi olması, coğrafi ve stratejik bağları olduğu kadim komşuları Rusya'yla veya İran'la iyi ilişkiler içinde olmasına hiçbir biçimde bir engel değildir. Nitekim Türkiye, son dönemde İngiltere'nin başı çektiği ve NATO ülkelerinin destek verdiği Rusya'ya yönelik baskı ve yaptırım kampanyalarına hiçbir zaman katılmadı. NATO'lu müttefiklerinin yaptığı gibi Rus diplomatları ülkesinden gönderme kararları almadı.
Yine, geçtiğimiz hafta Sayın Erdoğan ve Sayın Putin'in temel atma törenine Ankara'dan telekonferansla katldıkları Akkuyu Nükleer Güç Santrali projesini Rusya üstlendi. Dahası, Türkiye'nin bir NATO üyesi olarak Rusya'yla yaptığı ezber bozan S-400 hava savunma sistemi anlaşması, NATO ülkelerinin şaşkınlık dolu bakışları altında gerçekleşti.
Buna karşın, 15 Temmuz darbe girişiminde birçok NATO ülkesi sessizlik içinde sonucu beklerken, hatta bir kısmı darbecileri destekleyen doğrudan ya da imalı demeçler, mesajlar verirken Sayın Erdoğan'a en net ve kararlı destek ifadesi Sayın Putin'den geldi. Türkiye'nin, güney sınırında İngiltere-ABD işbirliğiyle konuşlandırılmış YPG/PKK terör yapılanmasını temizlemeye yönelik operasyonlarında yine en büyük destek Rusya'dan geldi. Sayın Putin, Türk savaş uçaklarına Suriye hava sahasının açılması talimatını vererek Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarında bölgeyi teröristlerden temizlemesine yardımcı oldu.
Elbette tüm bunlar Türkiye'nin Batı'ya, NATO'ya sırtını döndüğü anlamına gelmiyor. Yalnızca, Türkiye'nin şahsiyetli, bölgesel hak ve sorumluluklarının bilincinde, sorunların çözümünde komşularıyla sıkı ittifak ve dayanışma içinde etkin rol almada, bölge çıkarlarını gözeten akılcı ve barışçıl politikalar geliştirmede kararlı olduğunun bir göstergesi. Bu anlamda Türkiye-Rusya dostluk ve işbirliği sağlıklı uluslararası ve komşuluk ilişkileri bakımından da güzel bir örnek teşkil ediyor.
Her iki ülkenin birbirlerinin çıkar ve hassasiyetlerine saygı gösteren akılcı ve sağduyulu politikaları da bu dostluk ve yakınlaşmayı pekiştiren önemli bir faktördür. Bu açıdan Türk-Rus ilişkileri, farklı ittifak veya birliklere bağlı komşu ülkelerin karşılıklı saygı, dostluk ve anlayış çerçevesinde son derece başarılı ilişkiler geliştirebileceği, ortak politikalar yürütebileceğini gösteren güzel bir modeldir.
Türk-Rus ilişkilerinin sürekli gelişerek özlenen düzeye gelmesinde Sayın Putin ve Sayın Erdoğan arasındaki samimi diyalog ve dostluğun belirleyici rolünü de akıldan kesinlikle çıkarmamak gerekir. İki lider arasındaki bu sıcak dostluk Rusya ve Türkiye dostluğunun da önemli bir sembolü haline gelmiştir.
Elbette, bu durumun emperyalist derin devlet mekanizmasının hiç işine gelmediğini, yüzyıllardır aşama aşama tesis ettiği küresel sömürü düzenine tehdit olarak gördüğünü söylemeye bile gerek yok. Ve bu düzeni koruyabilmek için de tehdit olarak gördüğü unsurlara karşı gerekli gördüğünde maddi, manevi her türlü akıl almaz insanlık dışı yöntemleri izleyebileceği de tarihi bir gerçek.
Bu açıdan, bu iki değerli ve tarihi liderin büyük bir titizlikle koruyup kollanmaları, sağlıkları, güvenlikleri için her türlü tedbirin alınması, Türk ve Rus halklarının bu önemli şahsiyetlere her yönden sahip çıkmaları, her fırsatta kendilerine destek verdiklerini, yanlarında olduklarını hissettirmeleri, vurgulamaları son derece hayati bir konu.
Adnan Oktar'ın Pravda'da (Rusya) yayınlanan makalesi:
http://www.pravdareport.com/opinion/columnists/13-04-2018/140734-russia_turkey-0/