Sokak satıcısı Muhammed Buazizi’nin 17 Aralık 2010’de kendini ateşe vermesiyle başlayan ve kısa sürede birçok İslam ülkesine yayılan Arap Baharı bugün ateşin ilk yakıldığı ülkeye neler getirdi acaba?
Tunus’ta 23 yıllık Zeynel Abidin Bin Ali’nin iktidarının devrilmesiyle başlayan süreç her ne kadar ülkede bir heyecan uyandırsa da sancılı bir dönemi de beraberinde getirdi. Tunus, olayların patlak vermesinden ancak 3 yıl sonra yeni bir anayasaya kavuşabildi. Bu 3 yıl içinde siyasi taraflar uzlaşma konusunda çok keskin sorunlarla karşılaştılar.
Muhalif isimlere yönelik siyasi cinayetler ve Chaambi Dağı’nda bazı Selefi radikal gruplar tarafından pusuya düşürülen sekiz Tunus askerinin öldürülmesiyle doruğa çıkan şiddet, ülke içinde şiddetli ayrışmalara ve anayasa yazım sürecinin uzun süreli kesintilere uğramasına sebep oldu. Ancak buna rağmen süreç iktidardaki En Nahda partisinin ısrarlı uzlaşmacı tavrı sayesinde tamamlanabildi. En Nahda Partisi yüzde 41’lik oy oranı ile meclisteki 217 sandalyenin 89’unu kazanarak 2011’deki seçimlerden birinci parti olarak çıkmayı başarmıştı. Buna rağmen cumhurbaşkanlığı makamında ısrar etmemiş ve bu makamı seçimlerden ikinci olarak çıkan partiye bırakarak uzlaşmacı tavrı konusunda belirgin bir işaret ortaya koymuştu. Aynı tavrı bakanlıklar konusunda da göstermiş Başbakanlık dışında bakanların %40’ına razı olarak hükümetin oluşturulmasında olumlu bir tavır daha sergilemişti.
Tunus ordusunun geleneksel olarak siyaset dışında kalma kararlılığı da anayasa yapım sürecinin ilerlemesine olanak sağlamıştır. Tunus ordusu Bin Ali iktidarının devrilmesi sırasında da halkın karşısında olmamış ve siyasetin dışında kalmıştır. Bugün de ordu ülkede siyasi bir figür olarak görülmemektedir.
Zorlu süreçler sonunda mecliste 200 kabul 16 ret ve çekimser oyla kabul edilen yeni anayasa batıda da geniş kabul gördü. Törene katılan Fransa Cumhurbaşkanı da, aralarında çeşitli Afrika ülkelerinin başbakanları ve cumhurbaşkanlarının da bulunduğu kalabalık salonda gelişmeyi överek şöyle dedi: "Bu anasaya devriminizi onurlandırıyor ve diğer ülkelerin takip edebileceği bir örnek meydana getiriyor. Temmuz’daki ziyaretimde söylediğim gibi İslam’ın demokrasiyle uyumlu olduğunu gösteriyor."
BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, Tunus anayasasının kabulünden sonra ‘Tunusluların reform arzulayan başka halklar için örnek teşkil ettiğini’ ifade etti.
Yeni anayasadan sonra ülkeyi bekleyen yeni süreç ise demokratik erken seçimler. Hükümeti kurmakla görevlendirilen Mehdi Cuma 149 oyla meclisten güvenoyu aldı ve 30 Ocak’ta yemin ederek görevine başladı. 2014 yılının en geç sonuna kadar erken demokratik seçimlerin yapılacağını ve hükümetinin bu süreç tamamlanana kadar ülkeyi yöneteceğini duyuran Cuma’nın hükümeti kurmayı başarması bile ülkede istikrarın devamı için önemliydi.
Peki Tunus’un bu başarısının altında yatan neden ne?
En Nahda’nın uzlaşmacı yaklaşımı
Tunus’taki bu başarının en önemli nedenlerinden biri, En Nahda hareketinin muhalif partilerle ve farklı görüşe sahip gruplarla görüşmelerde izlediği uzlaşmacı tutumdur. İktidarda kalabilmek için taviz verdiği iddialarına karşın En Nahda hareketinin lideri Raşid El Gannuşi, tavrından geri adım atmamış ve iktidarı paylaşmayı siyasi bir yol olarak izlemiştir. İktidarı seküler düşüncelere sahip siyasi gruplarla bölüşme tavrı, ülke içinde zaman zaman yükselen gerilimin düşmesinde önemli rol oynamıştır. Eğer bu yapılmasaydı, yani En Nahda seçimlerden kazandığı zaferle iktidarı diğerlerinin aleyhine olacak şekilde kullanmaya kalksaydı ve onların seslerine kulak vermeseydi, Tunus bugün gelinen noktada olmazdı.
En Nahda ve Kadın Hakları
Tunus’ta başarının diğer bir sırrı da kadın hakları konusunda Anayasa’da yer alan eşitlikçi ve özgürlükçü maddelerdir. Tunus 1950’lerden beri kadın hakları konusunda yasal açıdan diğer Arap ülkelerine göre daha iyi durumdaydı, ancak halk arasındaki uygulama buna paralel değildi. Kadının uğradığı şiddete karşı anayasa ile koruyucu maddelerin getirilmesi önemli bir kazanım oldu. Mecliste kadın-erkek eşitliğinin garanti altına alınacak olması anayasada yer alan bir başka önemli adım. Bir toplumun gelişmişliğini kadınların o ülkede ne kadar özgür ve erkeklerle eşit olduğuna bakarak anlamak mümkündür. Tunus, kadın hakları konusundaki anayasal kazanımlarıyla Arap ülkeleri içinde artık biraz daha önde. Nitekim 8 Mart 2014 tarihinde İstanbul’da A9 Televizyon kanalına konuşan En Nahda lideri Sayın Raşid el-Gannuşi bu konuda şunları söylemiş ve hareketin başarısının da bir sırrını vermiştir:
“İslam her zaman kadına değer veren bir din olmuştur. İnsan haklarında kadına dair yer alan tüm hakları ilk önce İslam getirmiştir ve İslam bunları güçlü bir şekilde savunmuştur. Ve aynı zamanda da İslam kadına yapılan her türlü şiddete ve ayrımcılığa da karşıdır… Kadınlar dünyanın yarısını oluşturuyor, demek ki ancak onunla birlikte var olabilir hayat. O nedenle bu birlikteliği sağlamamız lazım, dünyanın yarısından kopuk olamayız. Kadınsız bir medeniyet, bir toplum olamaz, kadınsız bir toplum yaşayamaz. Artık erkekler kadını savunmamalı, kadınlar kadını savunmalı, kadınlar öne çıkmalı, kadın hareketlerimiz olmalı. Bu anlamda örnek hareketler oluşturmalıyız. En Nahda hareketinin parlamentodaki üyelerinin yarısı kadınlardan oluşuyor. Biz eşitlik konusunda bir örnek ortaya koyduk.”
En Nahda ve İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesi
Tunus’ta başarının burada bahsetmek istediğimiz son dayanağı ise İsrail’e karşı tutumunda gizli. Anayasa yapım sürecinde İsrail ile ilişkilerin normalleşmesinin bile bir suç sayılmasının anayasal bir madde olmasını sağlamaya çalışan kesimlere karşı En Nahda tavrı ile bir engel oluşturdu. Böyle bir maddenin Anayasa içinde yer almasının gerek liberal muhalif kanatta gerekse Batı kamuoyunda ne kadar büyük tepki oluşturabileceği ise aşikardı. a
Anayasayı yapan Tunus Ulusal Kurucu Meclisi bu saydığımız 3 dayanak noktasının herhangi birinde bir hataya düşseydi, bugün Tunus’un içinde bulunduğu durum hiç şüphesiz daha farklı olacaktı.
Sonuç olarak şunu söylemek gerekir ki, Ortodoks din anlayışına sahip olmayan kesimleri, kişi ya da kurumları din dışı ilan ederek bunlara karşı hak tanımaz ve şiddet içeren politikalar üretmekten tüm İslam ülkelerinde vazgeçilmelidir. Kuran’ın ahlakı rehberliğinde, ateistlerin, solcuların, kadınların, gayrimüslimlerin haklarına saygı gösteren ve onları kucaklayan bir politika benimsenmelidir. Bu İslam’dan taviz verme değil, tam tersine gerçek İslam ahlakına uygun hareket etmektir. Bunun sonucunda oluşacak olan barış ortamı ise başta Müslümanların daha sonra diğer kesimlerin dünya üzerine mutlu ve özgür yaşamalarını sağlayacaktır. Uzlaşmacı kültür, Tunus’tan önümüze güzel bir sonuç koymuştur. Ders alıp uygulamakta din ve insanlık adına fayda var.