648'de İslam'la şereflenen ve ortalama 300 yıl Osmanlı idaresinde kalan Tunus'ta son bir kaç haftadır ayaklanmalar ve çatışmalar yaşanıyor. Vicdan ve iman sahibi hiç kimsenin, özellikle de Türkiye gibi Osmanlı'nın varisi olan güçlü bir ülkenin bu yaşananlara kayıtsız kalması mümkün değildir.
Sebze satıcısı bir gencin kendisini yakmasıyla başlayan ayaklanmalar, ülkeyi anti demokratik yöntemlerle yöneten idarenin ülkeden kaçmasına sebep oldu. Benzer olayların Mısır, Fas, Cezayir, Ürdün gibi ülkelerde de yaşanabileceği ifade ediliyor. Hatta şimdiden bu ülkelerin bir kısmında gösteriler, protestolar başlamış durumda. Pek çok tarihçi, siyaset bilimci, köşe yazarı olaylar hakkında yazıyor, konuşuyor, bundan sonraki gelişmelerin neler olabileceğini değerlendiriyorlar. Bu kişilerin büyük çoğunluğunun söz konusu değerlendirmeleri yaparken göz ardı ettikleri önemli bir gerçek var. O da Tunus halkına ve diğer çevre ülkelere gerçek ve kalıcı huzuru getirecek kesin çözümün ne olduğu.
Yıllardır ağır baskılar altında ezilen, düşünceleri nedeniyle hapsedilen, inancını yaşamak istediği için işkenceye maruz kalan, büyük çoğunluğu yoksulluk ve fakirlik içinde yaşayan Tunus halkı, birinci sınıf insan muamelesi görecekleri, diledikleri gibi düşüncelerini ifade edebilecekleri, refah içinde olacakları bir ortam istiyor. Ekonomik yönden güçlü, sanatta ve bilimde gelişmiş, huzurun hakim olduğu, insana değer verildiği, neşenin ve sevincin yaşandığı, demokrasinin ve insan haklarının tam uygulandığı bir ortam istiyor. Tunus halkının bu ortama, hatta hayal ettiklerinin çok daha üstününe ve iyisine, kavuşmasının yolu ise Türk İslam Birliği'nden geçiyor.
Tunus, Devlet-i Ali'nin yıkılışından bu yana huzur bulmadı
Tunus'un İslam ile tanışması, Abdullah bin Ebi Sarh komutasındaki İslam ordularının 648 yılındaki fethi ile gerçekleşmişti. Kısa süre içinde Tunus bir İslam vatanı haline geldi ve 7. yüzyıla gelindiğinde tüm Tunus halkı Müslüman oldu. Daha sonra pek çok kez yönetim değişikliği yaşayan Tunus'da gerçek huzur ve istikrar, 1574 yılındaki Osmanlı yönetimiyle başladı. Tunus, Osmanlı Devleti'ne bağlı bir eyalet haline getirildi ve bu statüsü 1881'e kadar sürdü. Avrupa medeniyetindeki zorba yönetim anlayışının aksine, Osmanlı ülkesinde İslam dininin bir özelliği olarak barış ve şefkat temeline dayalı bir yönetim anlayışı hakim olmuştu. Ülke nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan Müslüman Arapların yanı sıra, Berberiler ve Museviler gibi farklı etnik ve dini toplulukların huzur içinde ve kardeşçe yaşadığı Tunus'taki bu barış dönemi, Fransa'nın 1881'deki işgaline kadar sürdü.
Fransa, Tunus'u "yüksek komiser" denilen valiler kanalıyla yönetti. Aynı Cezayir'de olduğu gibi burada da çok büyük bir zulüm politikası böylece başlamış oldu. Her türlü muhalefet hareketi ve bağımsızlık yanlısı faaliyetler kanlı bir şekilde bastırıldı. Bağımsızlık yanlısı İslami hareketlerin liderleri ve onları destekleyenler çok şiddetli baskı gördüler, büyük bir bölümü tutuklandı, işkencelere maruz kaldı. Fransa, güçlü bir İslami bilince sahip olan Tunus halkında oluşan tepkiyi durdurmakta, ayaklanmaları bastırmakta zorlanıyordu. Bunun için her sömürgeci ülkenin yaptığı gibi o da kukla yönetimlere başvurdu. Bunun için bağımsızlık mücadelesi amacıyla kurulan Düstur Partisi'ni kendi tarafına çekti. Başına ise çok güvendiği bir "adamı"nı yerleştirdi: Habib Burgiba.
1959'da ülkeyi süresiz olarak yürütme yetkisini tek başına eline alan Habib Burgiba, bir zaman sonra kendisini "ölümüne kadar cumhurbaşkanı" ilan etti. 7 Kasım 1987'de akli dengesi yerinde olmadığı gerekçesi ile Başbakan Zeynel Abidin tarafından devlet başkanlığı görevinden alınana kadar, yani 31 yıl boyunca, Tunus'u tek başına yönetti.
Burgiba'nın kurduğu sistemin en büyük özelliği ise İslam düşmanlığı ile şekillendirilmesiydi. Burgiba, camileri sıkı denetimi altına aldı, belli vakitlerin dışında namaz kılınmasını yasakladı. İslami toplum amaçlayan tüm Müslümanları, rejim muhalifi sıfatıyla tutuklattırdı ve çok ağır işkenceler uyguladı. Tunus'un sembolü olan Zeytune Üniversitesi başta olmak üzere İslami eğitim kurumlarının hepsini kapattırdı. Oysa Mısır'daki El-Ezher Üniversitesi'ne denk sayılabilecek bir üniversite olan Zeytune Üniversitesi, Kuzey Afrika'daki İslami hayatı canlı tutan, oradaki halkın önünü açan ilim adamlarını yetiştiren önemli bir merkezdi. Burgiba yaptığı baskılarda o kadar ileri gitti ki, Ramazan ayında televizyona çıkıp içki içerek "ülkenin ekonomik kalkınmasını ve çalışma temposunu yavaşlattığı" bahanesiyle Ramazan'da oruç tutmayı yasakladı. Hac için Mekke yolculuğunun pahalı olduğu gerekçesi ile Mekke yerine Magrip'in kutsal kenti kabul edilen Keyrevan'ın ziyaret edilmesini istedi.
Burgiba'nın ardından yönetime gelen Zeynel Abidin bin Ali de Burgiba'dan farklı çıkmadı. İlk başlarda ülkede bir reform hareketi başlatacağını vaat eden Bin Ali, iktidarını sağlama aldıktan sonra aynı Burgiba gibi Müslüman halka karşı zulüm uygulamaya başladı. Hatta icraatlarıyla onu bile geride bırakacak bir konuma geldi.
Yapılması gereken ilimle, bilgiyle, kültürle Kuran ahlakına tam uyan fikri bir mücadeledir
Zeynel Abidin bin Ali son çıkan ayaklanmaların ardından ülkeyi terk etti ve Tunus'ta bundan sonra ne olacağı herkes tarafından merakla takip ediliyor. Sürgündeki siyasi liderlerin ülkeye dönmesi söz konusu. Bir takım siyasi değişiklikler olacağı açıkça görülüyor. Ancak bu değişim sırasında nasıl bir yol izleneceği çok önemli.
Tunus halkının ve özellikle gençlerin bugüne kadar yaşadıkları acılar ve zulüm nedeniyle rahatsızlık duymaları ve duydukları bu rahatsızlığı net olarak ifade etmeleri elbette onların en doğal hakkı. Ancak bu hakkın mutlaka Kuran ahlakına uygun şekilde kullanılması gerektiği de asla göz ardı edilmemesi gereken bir husus. Eğer Tunus halkı maruz kaldığı baskılara ve zulme tepki gösterirken, daha büyük karışıklıklara ve acılara sebep olacak yöntemler kullanırsa, sorunlarına şiddetle çözüm bulmaya yönelirse hiç şüphesiz bu da bir zulüm olacaktır. Masum insanların zarar göreceği, malların yağmalanacağı, insanlara korku ve dehşet verecek yöntemler hem Kuran'a uygun değildir, hem de Tunus'a özlenen ve beklenen huzuru getirmeyecektir. Bu yöntemler çok kısa süre içinde daha çok şiddetin, daha çok baskının gelişmesine sebep olacak, özgürlüğe ve refaha kavuşmayı imkansız kılacaktır.
Tunus'ta yaklaşık 60 yıldır hüküm süren anti demokratik rejim, materyalist ve Darwinist dünya görüşü üzerine bina edilmiştir. Burgiba iktidara ilk geldiği günden itibaren, Fransa'dan ithal ettiği sistemi –demokratik yönleri eleyerek- uygulamaya koymuş ve bunu çok katı ve acımasız bir şekilde uygulamıştır. Bu sistem fikri olarak ortadan kaldırılmadığı müddetçe sebep olduğu tahribatın da tam anlamıyla ortadan kaldırılması mümkün olmayacaktır. İktidarlar el değiştirecek, farklı yönetimler gelecek ancak kast edilen huzur, güven ve demokrasi tam anlamıyla yerleşmeyecektir. Bunun gerçekleşebilmesi içinse mutlaka Kuran ahlakına dayalı, anti Darwinist, anti materyalist düşüncenin hakim olması şarttır.
Bunun için Tunus gençliği mücadelesini mutlaka fikri alanda yapmalı, dinsizliğe, ateizme, materyalizme ve Darwinizme karşı ilimle, bilgiyle ve kültürle karşı koymalıdır. Çok iyi eğitim almış, genel kültürü engin, Kuran'a tam hakim, materyalist ideolojilere karşı ilmen tam yetişmiş bir gençlik, Tunus'un aydınlık ve güzel günlerinin garantisi olacaktır.
Bu yapılmadığı takdirde sokak çatışmalarıyla, protestolarla, şiddete dayalı tepkilerle istenen neticenin elde edilmesi imkansızdır. Bunlar kısa süreli olarak yönetim değişikliklerine vesile olabilir, ama bu yöntemlerin üzerine demokrasinin, insan haklarının ve özgürlüğün bina edilmesi mümkün değildir. Şiddetle temeli atılan bir sistem, insanların mutluluğuna, güzelliğine, sevincine değil, acı çekmesine ve mustarip olmalarına vesile olur.
Türk İslam Birliği kurulmadan bölge huzur bulmayacaktır
Tüm bunların yanı sıra, Tunus'ta başlayan olayların ortaya koyduğu bir gerçek daha vardır. Sıkıntı içinde olan yalnız Tunus halkı değildir. Yıllardır anti demokratik rejimlerin acısını ve sıkıntısını yaşayan bölgenin diğer ülkelerinde de birer birer hareketlenmeler başlamıştır. Bu ülkelerde yaşayan ve yarım asırdan daha uzun bir süredir ezilen insanların demokrasiyi, refahı, huzuru, güveni, özgürlüğü, rahatlığı talep etmeleri çok doğaldır. Ancak bekledikleri kurtuluş için sadece yönetimlerin değişmesi yeterli değildir. Yönetimlerin değişmesi günü birlik çözümler sunacak, yarın öbür gün ortaya çıkabilecek çeşitli unsurlar çok daha acı verici neticeler doğurabilecektir. Bu nedenle çözümün mutlaka Allah'ın ve Peygamberimiz (sav)'in gösterdiği yolda aranması gerekir. Allah'ın ve Resulü'nün (sav) gösterdiği çözüm ise tüm İslam aleminin manevi bir lider etrafında birleşmesi, Türk İslam Birliği'nin tesis edilmesidir.
İslam alemi güçlü bir birlik meydana getirdiğinde, bu birliğin çatısı altında hiç kimsenin zulme ve haksızlığa uğraması, hiç kimsenin vatandaşlarını ezmeye kalkışması mümkün olmaz. Her devlet kendi bağımsız yapısını korur, ancak tüm devletlerin bütün vatandaşlarının güvenliğinin, neşesinin, keyfinin, rahatının garantisi Türk İslam Birliği olur.
Türk İslam devletlerinin birleşmesiyle meydana gelecek bu birlik, sadece Tunus'ta, Mısır'da, Cezayir'de, Ürdün'de değil, Fas'tan Fiji'ye Endonezya'dan Çad'a tüm İslam coğrafyasında birliğe, düzene ve huzura vesile olacaktır. Ancak o zaman gerçek demokrasi yaşanacak, ancak o zaman tüm insanlar eşit olacak, ancak o zaman fakirlik ortadan kalkacak, ancak o zaman bilimde, sanatta, teknolojide gerçek bir şahlanış yaşanacaktır. Ancak o zaman Tunus'un herhangi bir köyündeki insan da, Endonezya'nın başkentindeki insan da rahatlığı, konforu, güzelliği, bereketi, refahı tam anlamıyla yaşayacaktır.
Türk İslam Birliği bazı kimselerin sandığı gibi yeniden Osmanlı'nın kurulması değildir. Büyük Osmanlı devleti tebaasını en güzel koşullarda yaşatmış, dine, inanca, ırka saygısıyla örnek bir model oluşturmuştur. Ama hatalı uygulamaları, yanlış yöntemleri de olmuştur. Bu hatalardan ders alınmalı, benzerleri tekrar edilmemelidir. Nitekim Türk İslam Birliği'nin hedefi Kuran ahlakına tam uyan ve benzeri bugüne kadar görülmemiş ihtişamda ve güçte bir medeniyet tesis etmektir. Allah'ın izniyle bu medeniyet, zulmün son bulmasına Hakk'ın hakim olmasına vesile olacaktır.