Demokratikleşme özleminin Arap ülkeleri arasında Tunus ile başladığı artık herkes için aşikar bir gerçek. Bu hareketi izleyen ve oldukça hevesli şekilde Kahire sokaklarını dolduran Mısır halkı, hırsla çağırdıkları değişim rüzgarının peşini ilk yılın sonunda bıraktı. Libya’da da durum çok farklı olmadı. Ülkelerindeki despottan kurtulmak için Amerika’dan yardım alan Libya, kısa zaman içinde demokrasiyi değil iç savaşı çağıran bir çizgiye girdi. Her iki ülkede de askeri darbe yönetimi altında alınan tek sonuç, eski despotların yenileri ile değiştirilmesi oldu. Yemen bu süreçten bölünerek çıktı ve iç karışıklıkları hala devam ediyor. Suriye ise hala özgürlük mücadelesi veriyor.
Tunus, şu an için Arap baharı olarak anılan bu süreçten başarı ile çıkmış gibi görünen tek Arap ülkesi. Elbette bunda Rachid Gannushi’nin tarafların tümünü uzlaştırmak, Batı’nın gözünü korkutacak adımlardan kaçınmak ve hem seküler hem de gelenekçi halkın isteklerini yerine getirme çabasının etkisi çok büyük. Tunus demokrasi yolunda daha büyük adımlar atıp daha sağlam bir tabana sahip olmak için diğer ülkelerin hatalarından ve başarılarından faydalanabilir.
Öncelikle halk ve politikacılar, Arap ülkelerinde artık neredeyse yerleşik bir sistem haline gelmiş olan askeri vesaite her şart altında “hayır” demeye şartlanmalılar. Askeri cunta hiç bir zaman özgürlük ve eşitlik sunan bir yönetim şekline dönüştürülemez ve bunları arayan halklar için kabul edilemez. Özellikle Arap topraklarında yükselen Baas Partisi trendi nedeniyle hatırlayamayacakları kadar uzun süre askeri vesaite teslim olmuş olan halklar için ordu belki ailelerinden bir ferdin mensup olduğu kuruluş, ülkelerinde yolları ve köprüleri yapan grup, irade sahiplerinin mekanı gibi bir his uyandırıyor olabilir. Onlarca yıl boyunca ordu mensuplarının maaş çeklerinin en yüksek seviyede olması, yönetimi bırakmayan cuntaların endüstriyi kontrol altında bulunduruyor olmaları halk üzerinde imrendirici bir etki bırakmış olabilir. Buna direnmek için hem hükümet hem de muhalefet ortak bir tavır ortaya koymaya mecburdur.
Diğer dikkat edilmesi gereken nokta ise, halkın tamamının yönetimle barışık olduğu bir katılımın sağlanmasıdır. Demokrasi sadece kurallar ve yönetmelikler demek değildir. Demokrasi özgürlük ve katılım demektir. Bir ülkede hükümet oyların belirli bir yüzdesini almış olabilir fakat halkın tamamının mutluluğundan ve huzurundan sorumludur. Tunus’ta geleneksel İslami yaşantı sürmek isteyenler olduğu gibi, Batı medeniyetine uygun yaşam sürmek isteyenler de oldukça fazladır. Bunun için Tunus’ta hem camiler hem de plajlar açık kalmalıdır. Türk hükümetinin geçtiğimiz 10 yıldaki en büyük başarılarından biri, kendileri geleneksel İslam modelini benimsemiş bireylerden oluşmalarına rağmen, Kürt meselesi Ermesi sorunu, Kıbrıs sorunu, İsrail ile normalleşme süreci gibi kilit konularda ultra sekülaristlerle de uzlaşarak beraber çalışabildiklerini göstermiş, bu konularda ciddi adımlar atmışlardır. Erdoğan döneminde İsrail, Amerika, Avrupa Birliği ile hem askeri hem de ticari anlamda yeni anlaşmalar yaparak ilişkilerini güçlendirmekle beraber, Çin, Rusya ve İran ile de son derece iyi anlaşan, ticari ilişkileri içinde olan bir ülke olmayı başardı. Bütün bunları yaparken Filistin’i de küstürmedi, Arap komşuları ile iyi ilişkiler için elinden geleni yaptı (iç savaşlar, cuntalar ve iç karışıklıklar el verdiğince bunu başardığı da söylenebilir) ve hem İsrail hem İran vatandaşlarının vizesiz girebilip yan yana aynı plajlarda tatil yaptığı, aynı restoranlarda yemek yediği ve aynı sokaklarda gezdiği bir ülke olarak kalmayı da başardı.
İşte bu herkesi kapsayan sosyal doku, Tunus’un en önemli şekilde üzerinde durması gereken noktadır. Mısır’da İhvan’in yaptıı hataya düşmeyip, Tunus yönetiminin başı açık hanımları, sanatı, müziği destekleyen bir imaj oluşturması hayati önem taşımaktadır. Unutulmamalıdır ki kadınların ezildiği bir ülkede kimse mutlu olamaz. Arap ülkelerinde güvenilir bir demokrasi hareketinin olabilmesi için muhafazakar kitlelere demokrasinin İslam’a aykırı olmadığı, aksine samimi inancı destekleyen bir sistem olduğu makul şekilde anlatılmalıdır.
Tunus’un demokratikleşme yolunda atacağı adımları tek başına atmaya çalışması da gereksiz ve yorucu bir yolculuk olur. Türkçe’de bunu açıklayan çok hoş bir atasözü vardır: “bir elin nesi var iki elin sesi var” denir. Tunus’un çevresindeki ülkelerle ve diğer Müslüman ülkelerle birlikte hareket etmesi hatta açıkça direk birleşmesi Tunus’un omuzlarından büyük bir yükü kaldıracaktır. Bugün Tunus’un finansal sorunlarını çözmek için başvurduğu IMF, neticede birleşmiş ülkelerin bir fonundan başka bir şey değildir. Bunun benzeri hatta daha insani ve daha iyisini oluşturmak Müslüman ülkelerin elindedir. Yüzyıllarca mezhep savaşları ile birbirlerine derin yaralar vermiş olan Avrupa halkları nasıl Avrupa Birliği altında birleşebildilerse, Müslüman ülkeler aralarındaki kardeşlik bağına tutunarak birleşebilir ve birlikte hareket edebilirler. Her birleşme ile daha büyük bir güç halini alacak olan Müslüman ülkeler, kendi coğrafyaları dışından desteğe ihtiyacı olan değil, oralara da destek verecek durumda olan bir medeniyet seviyesine ulaşacaktır.
Adnan Oktar'ın Dhamir'de yayınlanan makalesi