Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaadlerde bulun. Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez. (İsra Suresi, 64)
İnsanları din ahlakından uzaklaştıran, gerçek Rabbimiz olan Allah'a kulluk etmekten alıkoyan, dahası onların başına sayısız acılar ve belalar getiren sinsi bir tehlike vardır. Bu tehlike, yaşamın çok farklı alanlarında, çok farklı uygulamalarla karşımıza çıkabilir. Kimi zaman bir faşistin sıkılmış yumruğu bu tehlikeye işaret eder, kimi zaman bir komünistin söylediği marş aynı tehlikenin izlerini taşır, kimi zaman da sevdiği kıza aşk mektubu yazan bir gencin sözleri bu tehlikeden kaynaklanır.
Bu tehlikenin en önemli yönü ise, insanların ezici bir bölümünün bunu bir tehlike olarak görmemesidir. Bunun, Kuran ahlakına tamamen aykırı ve zıt bir ruh hali olduğunu da yine çok az insan fark eder. Hatta insanların çoğu, bu ruh halini bir tehlike ve hata olarak değil, takdir edilmesi ve yaşanması gereken bir meziyet olarak görürler.
Bu tehlike, insanları akıllarına göre değil de hislerine, yani; tutkularına, öfkelerine, zaaflarına ve inatlarına göre yaşamaya yönelten duygusallıktır.
Duygusallık, dünya üzerinde yüzmilyonlarca insanı etkisi altına almış bir cahiliye kültürüdür. Gerçekte, şeytan tarafından insanlığı Allah'ın yolundan alıkoymak için kullanılan silahlardan biridir. Çünkü duygusallığın pençesine düşmüş her insan, aklını kullanamaz hale gelir. Aklını kullanmadığında ise, ne kendisini yaratmış olan Allah'ı fark edebilir, ne O'nun delilleri ve hikmetleri üzerinde düşünebilir, ne de Kuran ahlakının inceliklerini kavrayıp yaşayabilir. Çünkü din ahlakının yaşanması akılla mümkündür ve Allah Kuran'ı, "ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye" indirmiştir. (Sad Suresi, 29)
Romantizm genellikle insanlar arasındaki duygusal ilişkilerle ilgili bir kavram olarak anlaşılır. Ancak bunun yanında romantizm, siyasi ideolojilerin bazılarıyla da yakından ilgilidir. Bunların başında ise, 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan ve 20. yüzyılın ortalarına dek dünyada büyük bir etki uyandıran "romantik milliyetçilik" gelir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, burada eleştireceğimiz kavram milliyetçilik değil, "romantik milliyetçilik"tir. İkisi arasında çok büyük fark vardır.
Hani o inkâr edenler, kendi kalplerinde, 'öfkeli soy koruyuculuğu'nu, cahiliyenin 'öfkeli soy koruyuculuğunu' kılıp-kışkırttıkları zaman, hemen Allah; elçisinin ve mü'minlerin üzerine 'güven ve yatışma duygusunu' indirdi... (Fetih Suresi, 26)
Milliyetçilik duygusunun gayrımeşru hale gelmesi, sevginin saplantılı bir tutkuya dönüşmesiyle olur. Bir insan milletini severken, diğer milletlere karşı sebepsiz yere husumet beslemeye başlarsa, kendi milletinin çıkarları için diğer milletlerin ve halkların haklarını çiğnemeyi, örneğin onların topraklarını ele geçirmeyi, mallarını yağmalamayı hedeflerse, gayrimeşru bir çizgiye gelmiş demektir. Veya, kendi milletine olan sevgisini bir tür ırkçılığa dönüştürdüğünde, yani kendi milletinin kalıtsal olarak diğerlerinden üstün olduğunu iddia ettiğinde de yine gayrimeşru bir fikir geliştirmiş olur.
Allah bu gayrimeşru milliyetçiliğe Kuran'da dikkat çekmektedir. Ayetlerde "öfkeli soy koruyuculuğu" olarak tarif edilen bu düşünce, cahiliyenin (dinden uzak toplumların) bir özelliği olarak anlatılır:
Hani o inkâr edenler, kendi kalplerinde, 'öfkeli soy koruyuculuğu'nu, cahiliyenin 'öfkeli soy koruyuculuğunu' kılıp-kışkırttıkları zaman, hemen Allah; elçisinin ve mü'minlerin üzerine 'güven ve yatışma duygusunu' indirdi ve onları "takva sözü" üzerinde 'kararlılıkla ayakta tuttu." Zaten onlar da, buna layık ve ehil idiler. Allah, herşeyi hakkıyla bilendir. (Fetih Suresi, 26)
Dikkat edilirse ayette "öfkeli soy koruyuculuğu’ndan söz edilmekte, buna karşılık Allah'ın müminlere güven ve yatışma duygusu verdiği bildirilmektedir. Demek ki, kendi toplumuna (aşiretine veya milletine) yönelik sevgisi sonucunda öfkeli ve saldırgan bir tavır sergileyen insanların ruh hali gayrimeşrudur. Allah buna karşılık, müminlerin huzur, güven ve yatışma halinde olmasını dilemektedir. Bir diğer ifadeyle, Allah'ın müminler için beğendiği ruh hali, "aklı başında" bir insanın ruh halidir.
Öfkeli soy koruyuculuğu işte bu "aklı başında" ruh halini ortadan kaldırır ve insanları, sırf dilleri, renkleri, kabileleri veya toplumları ayrı olduğu için birbirlerine karşı öfkeli bir saldırganlığa yöneltir.
Allah'ın 1400 yıl önce Kuran'da tarif ettiği bu öfkeli soy koruyuculuğunu bugün dünyanın dört bir yanında görmek mümkündür. Afrika'da sırf ayrı kabilelerden oldukları için birbirlerini boğazlayan insanlar vardır. Avrupa'da bir futbol karşılaşmasını silahlı çatışmaya dönüştüren ve karşı ülkenin taraftarını, sırf o taraftan olduğu için öldüresiye döven "holiganlar" boy göstermektedir. Batı dünyasının genelinde, zencilere, Yahudilere, Türklere, Afrikalılara veya bir başka azınlığa karşı nefret ve öfke besleyen, dahası onlara karşı terör eylemleri düzenleyen, bu amaçla örgütler kuran kesimler bulunmaktadır.
Öfkeli soy koruyuculuğu, sadece bu gibi alt sınıfları değil, bizzat pek çok ülkenin en üst kademesini de etkilemektedir. Basit bir sınır anlaşmazlığını bahane ederek, sırf saldırganlık içgüdülerini tatmin etmek için birbirlerine savaş açan, bu savaşları yıllar boyunca inatla sürdüren, hem kendi halklarını hem de karşı ülkenin halklarını sefalete düşüren pek çok ülke vardır. Bunların karar mekanizmalarında bulunanlar, öfkeli soy koruyuculuğunun etkisi altındadırlar. Her biri, ayette tarif edildiği gibi, "kendi kalplerinde cahiliyenin öfkeli soy koruyuculuğunu kılıp kışkırtan" cahillerdir.
Bu cahiller, 20. yüzyılın iki büyük felaketi olan I. ve II. Dünya Savaşları'nı da hazırlamış ve hatta yürütmüş olan kimselerdir. "Alman kahramanlığı", "İngiliz gururu", "Rus cesareti" gibi duygusal kavramların etkisi altında kalarak, hem kendi milletlerine hem de tüm dünyaya büyük felaketler yaşatmış, iki dev savaşta toplam 65 milyon insanın kanını dökmüş, onmilyonlarcasını sakat, dul, öksüz ve yetim bırakmışlardır.