Coğrafya, kültürlerin ve kültürler arasındaki ilişkilerin gelişmesinde -ya da gelişmemesinde- her zaman için etkili bir faktör olmuştur. Balkanlar'da da öyledir. "Balkan" kelimesi "ormanlarla kaplı sıradağ" anlamına gelir; çünkü gerçekten de bu dev yarımadanın büyük bölümü dağlık ve kayalıktır, derin vadilerle parçalanmıştır ve sık bitki örtüleriyle kaplıdır. Bu nedenle bölgede ulaşım ve iletişim her zaman zor olmuştur. Ulaşım ve iletişimin zayıflığı ise, Balkanlar'da birbirlerine bitişik yaşamalarına rağmen, kültürel yönden izole ve birbirlerinden uzak, hatta birbirlerine düşman halklar oluşması sonucunu vermiştir.
İstikrarsızlığın Temeli Bölgedeki Etnik Yapı
Balkanlar'ın coğrafyası gerilla savaşı için de eşi bulunmaz derecede uygun bir zemin oluşturur. Bu nedenle tarihte ve günümüzde, gerilla örgütleri Balkanlar'ın siyasi ve askeri tarihinin en önemli unsurlarından biri olmuştur. Makedon Komitacılar, Bulgar Haydutlar, Sırp Çetnikler ve her milletten ve azınlıktan çeteler, yüzyıllardır Balkan dağlarında silaha sarılırlar. Bu "imkan", bölge halklarının birbirlerine ya da birbirlerinin müttefiklerine karşı olan düşmanlıklarını şiddete dönüştürmelerine ve böyle düşmanlıkları daha da beslemelerine neden olmuştur.
Balkanlar'ın bir diğer özelliği de, yüzyıllar boyu büyük göçlere, işgallere ve savaşlara sahne olmasıdır. Özellikle Osmanlı'nın bölgedeki egemenliğinin kademeli olarak sona erdiği 19. yüzyıldan bu yana, bölge defalarca işgal yaşadı. Bölgeyi işgal eden dış güçlerin hemen hepsi de, bölgedeki bazı halkları kendi müttefikleri -ya da maşaları- olarak gördüler, bazılarını da düşman kabul ettiler. Nazi Almanyası'nın 1941 yılında tüm bölgeyi işgal ederek kendine yakın gördüğü unsurlara kukla devletler kurdurması, bunun en önemli örneğiydi. İşgalcilerin bu politikası, Balkan halkları arasında zaten var olan geleneksel kin ve düşmanlıkları daha da körükledi ve kalıcı hale getirdi.
İşte bu etnik mozaik nedeniyle Balkanlar hep istikrarsızlığa açık bir bölge oldu. Bu nedenle defalarca harita değişiklikleri yaşadı. Yeni devletlerin kuruluşuna, bazılarının silinişine, sonra da yeniden kuruluşuna sahne oldu.
Balkanlar'daki etnik mozaiğin en kötü yanı ise, birbirlerine düşman söz konusu etnik grupların bir diğeri tarafından kurulan devletlerin içinde azınlık olarak yer almalarıdır. Balkanlar'daki hiçbir devlet, etnik ve dini yönden homojen değildir ve her biri rakip olduğu etnik ya da dini gruplara bağlı azınlıklar barındırmaktadır.
Balkanlar'daki Karmaşa ve Ortodoks Cephesi
Bu karmaşık durumu şöyle de izah edebiliriz: Balkanlar'daki siyasi harita ile etnik dağılım haritası arasında büyük uyumsuzluklar vardır. Bu nedenle de hiçbir devlet etnik yönden homojen değildir ve hemen hiçbir etnik grup da -Karadağlılar ve Slovenler hariç- tek bir devletin çatısı altında yaşamamaktadır.
Örneğin Arnavutların neredeyse yarıdan fazlası Arnavutluk dışında, Kosova ve Makedonya'da yaşarlar. Öte yandan Arnavutluk'un da içinde Arnavut olmayanlar vardır; ülkenin güneyindeki-Yunanlıların deyimiyle "Kuzey Epir"deki- Yunan azınlık.
Benzer bir biçimde Sırplar ile Sırbistan arasında da büyük bir uyuşmazlık vardır. 10 milyonu aşan nüfusları ile Balkanlar'ın en büyük etnik gruplarından biri olan Sırplar, Sırbistan'ın dışında iki ülkede daha yaşarlar: Hırvatistan ve Bosna-Hersek'te. Öte yandan Sırbistan toprakları içinde yaşayan insanların % 15'inden fazlası Sırp değildir; bunlar kendilerini Sırplarla "can düşmanı" olarak gören Arnavutlar ve Sancak'taki Slav Müslümanlarıdır.
Balkanlar'daki hangi ülkeyi ele alsak, benzer bir mozaikle karşılaşırız. Bulgaristan'da Türkler, Pomaklar (Müslüman Bulgarlar) ve diğer azınlıklar nüfusun % 15'ini oluşturur. Makedonya nüfusunun % 60'ı Makedonlardan oluşur. Ülkede % 35 dolayında Arnavut, % 7 Türk ve daha başka azınlıklar yaşamaktadır. Yunanistan'ın Batı Trakya bölgesinde 120 bin kadar Türk, ayrıca kuzey bölgelerinde büyük bir Slav Makedon azınlık yaşar. Bosna-Hersek'te nüfusun % 45'i Müslüman, % 30'u Sırp, % 17'si ise Hırvat'tır.
Elbette bir ülke içinde farklı etnik ya da dini grupların yaşaması başlı başına bir sorun değildir ve bu tür mozaikler, istenildiği zaman "çok kültürlü" bir devlet düzeni ve "birarada yaşama"ya dayalı toplumsal bir formül içinde yaşatılabilirler. Ancak ne yazık ki Balkanlar'daki devletlerin ideoloji ve pratikleri bu yönde değildir. Bölgedeki devletlerin önemli bir bölümü -ki başlarında Sırbistan ve Yunanistan gelir- homojen bir etnik ve dini toplum oluşturma amacındadırlar. Bu, kimi zaman Sırbistan örneğinde olduğu gibi "etnik temizlik" çabalarına, kimi zaman da Yunanistan örneğinde olduğu gibi asimilasyon politikalarına yol açmaktadır. Bu ülkelerin söz konusu baskıcı politikalarında ısrarcı bir tutum izlediklerini ise bunca tecrübeden sonra artık öğrenmiş bulunuyoruz.
Balkanlar'ı İyi Analiz Etmek
Türkiye, Balkanlar'daki etnik ve dini mozaiği iyi analiz etmekte ve bu mozaik içinde, kendi tarihsel kimliğine ve misyonuna uygun bir stratejiyi belirlemektedir. Bunu yaparken etnik, dini ve kültürel değerlerin dünya siyasetinde her geçen gün daha fazla önem kazandığının, dünya siyasetini giderek daha artan bir biçimde medeniyetler arasındaki ilişkilerin belirleyeceğinin farkında olarak hareket eder.
Dahası, Balkanlar, din ve kültür gibi kavramların en etkili olduğu bölgelerin başında gelmektedir. 2. Dünya savaşından sonra Demirperde ülkeleri ile ABD arasındaki Soğuk Savaş'ın bitmesinden sonraki dünya siyasetinde, Türkiye Balkanlar'a bakarken her zaman olduğu gibi kendi tarihsel ve kültürel kimliğini ön plana çıkartan bir strateji belirlemektedir. Türkiye'nin bu stratejisi, statükocu yapının çoktan tarihe karıştığı ve Soğuk Savaş döneminde üzeri örtülmüş olan millet kimliklerinin yeniden belirleyici unsur haline geldiği Balkanlar'da Ortodoks cephesi tek etkili güç haline gelmesini engelleyecektir.