Kim izzeti istiyorsa, artık bütün izzet Allah'ındır. Güzel söz O'na yükselir, salih amel de onu yükseltir. Kötülükleri tasarlayıp düzenleyenler ise; onlar için şiddetli bir azap vardır. Onların tasarladıkları 'boşa çıkıp bozulur'. (Fatır Suresi, 10)
|
“Allah'tan başka ilah yoktur, o tektir, şeriksizdir. Arz ve semanın mülkü O'na aittir. Bütün hamdler O'nadır, O herşeye kadirdir." de... Taşlanmış şeytandan Allah'a sığın.1
İslam dininin en temel özelliklerinden biri, insanın tüm yaşamını Allah korkusu üzerine bina etmesi ve tüm ibadetlerini de yalnızca Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak için yapmasıdır. Allah bir ayetinde müminlere "De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır" şeklinde buyurmaktadır. (Enam Suresi, 162)
Kuran'da, "Ancak tevbe edenler, ıslah edenler, Allah'a sımsıkı sarılanlar ve dinlerini katıksız olarak Allah için (halis) kılanlar başka; işte onlar mü'minlerle beraberdirler. Allah mü'minlere büyük bir ecir verecektir" (Nisa Suresi, 146) ayetiyle de müminlere, dini sadece Allah için, başka hiçbir amaç katmaksızın yaşamaları emredilmiştir. Bir kimsenin Allah'a sımsıkı sarılması, Allah'tan başka bir ilah olmadığını bilerek, hayatını yalnızca O'nu razı etmeye adaması ve her ne olursa olsun Allah'a olan sadakatinden vazgeçmemesi o kişinin ihlas sahibi olduğunu gösterir.
İhlas sahibi bir mümin, yaptığı işler ve ibadetlerle Allah'ın dışında bir başkasının sevgisini, hoşnutluğunu, takdirini, ilgi ve beğenisini elde etmeye çalışmaz. İhlas sahibi müminlere en güzel örnek Hz. Muhammed (sav) ve diğer peygamberlerdir.
Peygamber Efendimiz, sadece Allah'ın hoşnutluğunu aramış, hiçbir çıkar veya dünyevi bir kazanç düşünmeden, hayatı boyunca Allah'ın rızasını, rahmetini ve cennetini kazanmak için çaba göstermiştir.
De ki: "Ben, buna karşı sizden bir ücret istemiyorum ve (kendiliğinden) bir yükümlülük getirenlerden de değilim." (Sad Suresi, 86)
De ki: "Ben sizden bir ücret istemişsem, artık o sizin olsun. Benim ecrim (ücretim), yalnızca Allah'a aittir. O, herşeye şahid olandır." (Sebe Suresi, 47)
----------------
1-Kütüb-i Sitte, Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Prof. Dr. İbrahim Canan, 16. cilt, s. 311
Bir olayı olumsuzdan yola çıkarak halletmeye çalışmak, çoğu zaman yapıcı değil yıkıcı etki oluşturur
Şeytanın kullandığı yöntemlerden biri de insanları olumsuz konuşmaya teşvik etmesidir. Şeytanın bu telkini altına giren bir insan, bazı durumlarda olumsuz konuşmanın son derece gerekli ve faydalı olduğuna inanır. Oysa bir konuda ilerleme kaydetmek ve daha yapıcı sonuçlar elde etmek isteyen bir insanın, geçmişteki ya da halihazırdaki var olan olumsuz yönleri, olumsuz şartları dile getirmesi, tam tersine kişilere zarar verip yıkıcı etki de yapabilir. Kişi o an için meydana getirdiği bu sonuçların farkına varmayabilir. Makbul olan, olumsuzu hiç dile getirmeden, onun çözümü olacak olan olumlusunu konuşmaktır. Bu, bir konuyu hallederken her iki tarafa da olumlu telkin yapacak bir ahlaktır. Olayların sürekli olumsuz yönleri üzerinde durmak ise, ortada sanki bir açmaz varmış telkini verir. Adeta aşılması ve unutulması mümkün olmayan, kişilerin hayatları boyunca peşlerini bırakmayacak kalıcı hasarlarmış gibi bir hipnoz etkisi yapabilir. Oysa olumsuz yönler, dile getirilmediği ve onları giderecek olumlu tedbirler alındığı takdirde de, hızla yok olur ve eriyip gider.
Allah Kuran’da, “iyiliklerin kötülükleri gidereceğini” bildirmiştir (Hud Suresi, 114). Bu Allah'ın kesin bir adetullahıdır. Asla değişmez ve mutlaka bu şekilde sonuç verir. Dolayısıyla sürekli olumlusunu konuşan ve olayları hayır gözüyle, pozitif yaklaşarak değerlendiren ve uygulayan bir insan, Allah'ın izniyle olumsuzluklardan hızla sıyrılıp kurtulacaktır.
Ayrıca sürekli olumlusunu söylemek, gerçekte durum hakikaten olumsuz gibi görünse dahi, mutlaka olumlu telkin yapar. Gerçekte o şekilde olmasa bile, öyleymiş gibi taraflara o konuyu halletmede cesaret, huzur, güven ve yapıcı hareket edebilme gücü verir.
Örneğin insan çok korkacağı, ürkeceği bir durumla, gerçekten huzursuz ve tedirgin olacağı şartlarla karşılaşabilir. Ve içinde de bu hisleri yoğun olarak yaşayabilir. Ama her ne olursa olsun, “Ben çok korktum, çok ürktüm, çok huzursuz ve tedirginim” diyerek bu olumsuz hisleri dile getirmez. Çünkü bunları söylemenin kişiye de, karşısındakilere de bir faydası olmaz. Aksine kişilerin tedirginlikleri bu tarz bir üslupla giderek daha da artabilir. Bunun yerine cesaretlendirici, güven ve huzur verici konuşmalar yapmak, ve bu yolla olumsuzlukları yenmeye çalışmak çok daha faydalı ve hikmetli bir yaklaşımdır.
Bunun gibi, insanın günlük hayatında karşısına çıkan diğer tüm olayları bu bakış açısıyla değerlendirip çözmeye çalışması son derece önemlidir. Bu en başta, Kuran'ın bize gösterdiği ahlakın bir gereğidir. Allah Kuran’da insanlara, “sözün en güzelini söylemelerini” emretmiştir (İsra Suresi, 53). İşte bu nedenle olumsuzu söylemeyip, daima olumludan yana konuşmak, Allah'ın izniyle şeytanın oyununu bozacak; olayların olabilecek en güzel şekilde sonuçlanmasına vesile olacak en hayırlı ve etkili yöntemlerden biridir.
(http://www.kurandaadalet.com)
Hayat çok kısa, birkaç on senede bitiyor.
Adnan Oktar`ın 18 Haziran 2011 tarihli saat 17:00’daki A9 Tv röportajından
Allah'ın Mehdi (as)’a olan sevgisi vesilesiyle, depremler duracaktır
O’NUN (Hz. Mehdi (a.s.)'nin) HATRINA DEPREMLERİ DURDURURUM.
(Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 70)
Büyük İslam alimi Bediüzaman Said Nursi de bir sözünde, “Allah'ın insanları Hz. Mehdi (a.s.) vesilesiyle Allah'ın azabından koruyacağını” bildirmiştir:
(Hz. Mehdi’nin) İkinci vazifesi:
Hilafet-i Muhammediye (a.s.m.) ünvanı ile (Peygamberimiz (sav)'in halifesi, yani Müslümanların manevi lideri ünvanı ile) şeair-i İslamiyeyi (İslam ahlakının esaslarını) ihya etmektir (yeniden canlandırmaktır). Alem-i İslam’ın vahdetini (İslam aleminin birliğini) nokta-i istinad edip (dayanak noktası yapıp) BEŞERİYETİ (insanlığı) MADDİ VE MÂNEVİ TEHLİKELERDEN VE GADAB-I İLÂHİ'DEN (Allah'ın azabından) KURTARMAKTIR...
(Emirdağ Lahikası, s. 259)
Bediüzzaman Hazretleri, Hz. Mehdi (a.s) konusunun gündeme getirilmesine müminlerin her yönde ihtiyacı olduğunu söylemektedir
Bediüzzaman da eserlerinde yüzlerce sayfa boyunca Mehdiyet konusunu detaylarıyla birlikte açıklamıştır. Çok açıktır ki eğer Bediüzzaman da bu konunun gizlenmesi gerektiğini ya da okunmasının gereksiz olduğunu düşünseydi, bu açıklamalarını risalelere koymazdı. Çünkü Bediüzzaman'ın da söylediği gibi, ‘gizli olan yayınlanmaz’ (Bediüzzaman ve Talebelerinin Mahkeme Müdafaları, s.187). Ancak Mehdiyet konusunda bunun tam tersi bir durum söz konusudur. Bediüzzaman “Hz. Mehdi (a.s)'ın gelişini yüzlerce sayfa boyunca açıklayarak bu konuya açıklık getirmiş ve bunun gizlenecek bir mesele olmadığını açıkça ifade etmiştir”. Nitekim yıllardır risalelerin milyonlarca insan tarafından okunuyor olması da bu konunun gizli değil, aleniyete dökülmüş bir konu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Hz. Mehdi (a.s) ile ilgili sözlerinden birinde, Bediüzzaman Hazretleri bu gerçeği şöyle ifade etmiştir:
Hem şu sırdandır ki; Hz. Mehdi, Süfyan gibi âhir zamanda gelecek eşhasları (şahısları) çok zaman evvel hattâ Tâbiîn zamanında onları beklemişler, yetişmek emelinde bulunmuşlar. Hattâ bazı ehl-i velayet (veli olan kimseler) "Onlar geçmiş" demişler. İşte bu da, kıyamet gibi, hikmet-i İlahiye (İlahi gaye) iktiza eder ki (gerektirir ki); vakitleri taayyün etmesin (ortaya çıkmasın). ÇÜNKİ HER ZAMAN, HER ASIR, KUVVE-İ MANEVİYENİN (manevi kuvvetin) TAKVİYESİNE (güçlendirilmesine) MEDAR (vesile) OLACAK VE YEİSTEN (ümitsizlikten) KURTARACAK "HZ. MEHDİ" MANASINA MUHTAÇTIR. BU MANADA, HER ASRIN BİR HİSSESİ BULUNMAK LÂZIMDIR...(Sözler, s. 344)
Bediüzzaman bu sözlerinde “Hz. Mehdi (a.s) konusu açmayın” diyen kimselere en güzel yanıtı vermiştir. “Bediüzzaman Hz. Mehdi (a.s) konusunu gizleyin dememekte; tam tersine, her asırda ve bu yüzyılda da müminlerin her yönde buna ihtiyacı olduğunu söyleyerek, bu konunun gündeme getirilmesinin gerekliliğini hatırlatmaktadır”.
http://www.risaleinurtavizsiz.com/
Kehf Suresi, 65
Adnan Oktar: 65. ayette, “kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kulu buldular.” Bakın, "derken" diyor. “Katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz”, Allah veriyor ilimi, kendi değil. Ben öğrendim, ben alimim demiyor.
“Kullarımızdan bir kulu buldular.” Ahir zamanda bu tabii Hızır’a bakmakla beraber, ahir zamana bakan yönüyle Mehdi’ye bakıyor. Çünkü bakın, “Katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz “, Mehdi’ye rahmet verilmiştir. “ve tarafımızdan kendisine bir ilim öğrettiğimiz”, özel ilim verildiği hadislerde belirtiliyor, Mehdi’ye. Yani, Allah onu bir gecede ıslah eder diyor. Özel ilimlerle donatılacağı belirtiliyor.
”Kullarımızdan bir kulu buldular”, ebcedi 2010 yılını veriyor. Yani ayetin tamamı, 65, baksınlar, tam 2010 yılı. MaşaAllah.
Beyaz Saray Ortadoğu’da İslami yönetimler için hazırlık yapıyor | |||
Ne Demişti | Ne Oldu | ||
| Habertürk, 5 Mart 2011
Hürriyet, 5 Mart 2011 |
Hazreti Mehdi (a.s) Hakkında Bilgiler
Bu kitabın hazırlanma amacı; içinde yaşadığımız Ahir Zamanda zuhur edecek olan, gelmiş geçmiş en büyük müceddid olan Hz. Mehdi (a.s.) hakkında Üstad Bediüzzaman Hazretleri'nin Kuran'ı Kerim ve Peygamberimiz (s.a.v.)'in hadis-i şerifleri ışığında yapmış olduğu tüm izahları, hiç bir yoruma hiçbir tevil ya da tefsire başvurmadan orijinal halleriyle sunmaktır.
Bazı şahısların Risale-i Nur Külliyatı'nı anlaşılmaz ve tefsire ihtiyaç gerektirir bir eser olarak tanıtmalarının aksine, Bediüzzaman’ın eserleri son derece açık ve anlaşılırdır. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin kendi anlatımıyla Risale-i Nur Külliyatı, bir ortaokul çocuğu ya da okuma yazma bilen bir kadının kendi kavrayış güçleri oranında gayet rahat bir şekilde anlayabilecekleri kadar açık ve anlaşılır yazılmış bir eserdir.
"…BİR ORTAOKUL ÇOCUĞU VEYA OKUMASINI BİLEN BİR KADIN, BÜYÜK BİR FEYLESOFUN ESERİNİ OKUDUĞU ZAMAN İSTİFADE EDEMEMİŞTİR. FAKAT RİSALE-İ NUR'DAN HERKES DERECESİNE GÖRE İSTİFADE ETMEKTEDİR." (ŞUALAR, SF.549)
10 Bin Yıl Önce Profesyonel Yöntemlerle Beyin Ameliyatları Yapılıyordu
Arkeolojik kazılarda on binlerce yıl önce yapılan beyin ameliyatlarının izine rastlanılmıştır. Anadolu’da en eski ameliyatlı kafatası Aşıklıhöyük’te (Aksaray) bulunmuştur. Yaklaşık 12 bin yıllık 20-25 yaşlarında bir kadın kafatasında çok düzgün biçimde açılmış bir deliğe rastlanmıştır. Kafatasındaki deliğin düzgünlüğü ve görülen iyileşme izleri bu kişinin ameliyattan sonra yaşamını sürdürdüğünü göstermektedir.
Anadolu’da bulunan bir başka örnekte de kafatasının bregma (alın kemiğiyle her iki yan kafa kemiğinin birleştiği yer) bölgesinde gerçekleştirilen ameliyat sırasında, 13 küçük delik açılarak elips şeklinde bir parça çıkarılmıştı. Çıkarılan parça ameliyattan sonra yeniden aynı bölgeye konulmuştu. Bu da ameliyatın tedavi amacıyla yapıldığının göstermektedir.
Bu ameliyatlarda obsidiyen (volkanik bir cam türü), çakmak taşı, bakır, demir, gümüş gibi madenlerden yapılan “trepan” adı verilen aletler kullanılmıştır. Ayrıca arkeolojik kazılarda ilaç ölçeği, küret (enfeksiyonlu derilerin kazınmasında) olarak kullanılan kaşıklar, kulak içindeki yaraların, yabancı cisimlerin temizlenmesinde kullanılan kulak sondaları, cımbız, bistüri, bıçak, dağlama aletleri, merhem sürücüler, bakım setleri ve iğneler gibi çok çeşitli tıbbi araç gereçler de bulunmuştur. (Bilim ve Teknik dergisi, Mayıs 2008)
Evrimci görüşe göre sözü edilen bu dönem, sözde insanların maymunlardan daha henüz ayrıldıkları, son derece ilkel koşullarda yaşadıkları, hatta çanak çömlek yapmayı dahi yeni yeni belli bölgelerde öğrendikleri bir dönemdir. Evrimcilere göre böylesine ilkel koşullarda yaşayan insanların nasıl olup da, ellerinde hiçbir teknoloji olmadan, birtakım taş aletlerle kafatasında delik açıp ameliyat yaptıkları ise bir muammadır. Açıktır ki, kapsamlı beyin ameliyatları yapan bu insanlar ne ilkeldir ne de ilkel koşullara sahiptirler. Tam tersine, hastalığı teşhis edebilecek, tedavi yöntemleri ortaya koyabilecek düşünce yapısına ve bu yöntemleri başarıyla uygulayabilecek teknik imkanlara sahiptirler. Bu da -bir kez daha-Darwinistlerin, toplumların ilkellikten modernliğe doğru sürekli evrimleştiği yanılgısını geçersiz kılmaktadır.
Antilop Kafatası
Dönem: Mezozoik zaman, Kretase dönemi
Yaş: 83 milyon yıl
Bölge: Çin
Evrimcilerin iddiaları doğru olsaydı, geçmişte, hem antilop özelliği taşıyan hem de farklı bir canlı türünün özelliklerine sahip olan pek çok garip canlının olması gerekirdi. Fosil kayıtlarında pek çok örneğine rastlanması gereken bu canlılar, iki farklı türün özelliklerini taşımalarıyla hemen tanınmalı ve evrimci sözde atatorun ilişkilerinin örneği olarak sergilenmelidir. Ne var ki, sayısız masalla ve hayali senaryoyla dolu olan evrimci yayınlarda, bir tane bile ara canlı fosili sergilenmemektedir. Çünkü böyle bir fosil yoktur. Çünkü böyle bir canlı tarihin hiçbir döneminde yaşamamıştır.
Tüm canlılar, resimde örneği görülen 83 milyon yıllık antilop gibi, var oldukları ilk halleriyle günümüze kadar gelmişlerdir. Canlıların tarihi, evrim iddialarını yalanlamaktadır.