Tarihsel ve günümüzdeki gerçekler, dünyaya nizam verecek yeni bir Osmanlı`nın ortaya çıkışının, istenilir ve azmedilirse ulaşılması mümkün bir ülkü olduğunu göstermektedir.
11 Eylül 2001 tarihinde ABD`de gerçekleştirilen insanlık tarihinin en büyük terör eyleminden sonra Türkiye`nin de merkezinde bulunduğu Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya ve Balkanlar`daki otorite boşluğu bir kez daha gündeme geldi. Ve ülkemizi de yakından ilgilendiren önemli bir soruya cevap aranmaya başlandı:
``Osmanlı`nın yıkılışının ardından dünyada ortaya çıkan otorite boşluğu nasıl doldurulacak?``
Dünyanın ünlü siyaset uzmanları ve devlet adamları bu konuda önemli bir ülkenin ismini telaffuz etmeye başladı: Bu ülke, Osmanlı`nın tarihsel mirasçısı olan Türkiye Cumhuriyeti`dir.
Türk Hakimiyeti Ortadoğu`da Barış ve İstikrarın Kaynağıydı
Türkiye`nin mirasçısı olduğu Osmanlı Devleti`nin hinterlandı, Osmanlı`dan sonra, geçtiğimiz 20. yüzyılda dünyanın en kanlı, en karışık ve en huzursuz bölgeleriydi. Bu bölgelerde yaşayan Müslüman-Türk halklar iç savaşlar, işgaller, sürgünler ve mülteciler gördü. Özellikle etnik ve dini farklılıklara dayanan çatışmalar, bu geniş coğrafyayı kan ve gözyaşı ile doldurdu. 21. yüzyılın hemen başlarında yaşanan gelişmeler ise -kalıcı bir çözüm bulunamazsa- bu bölgelerdeki istikrarsızlığın artarak devam edeceğini gösteriyor.
Oysa bu coğrafya bir zamanlar böyle değildi. Aksine, bu bölgelerde asırlar süren bir istikrar, barış ve huzur dönemi yaşanmıştı. Balkanlar'da 19., Ortadoğu'da ise 20. yüzyıla kadar süren bu istikrarın kaynağı ise, bu bölgelerdeki Osmanlı Devleti`nin yönetimi ile şekillenen Türk hakimiyetiydi.
Türklerin Osmanlı çatısı altında adaletli, hoşgörülü ve barış içinde yürüttüğü yönetim, şimdi ağlayan ve korku içinde yaşayan insanların yaşadığı coğrafyada huzur ve mutluluğun kaynağı idi. Osmanlı`nın, peygamber ahlakından kaynaklanan insan sevgisi ile yönettiği ve yaşama şekil verdiği ‘‘barış içinde bir arada yaşatma`` misyonuna dünyanın bir çok yerinde ve özellikle Ortadoğu`da yeniden ihtiyaç var. Ve bu misyonu geçen bir yüzyıl boyunca gerçekleştirebilen hiçbir ülke ve millet çıkmadı. Çünkü bunu yapabilecek hamura sahip tek millet Türkler`dir ve bunun mirasına sahip tek ülke de Türkiye`dir. Bizler de buna namzet tek ülke olan Türkiye Cumhuriyeti`nin evlatları olarak, barışı, huzuru ve istikrarı sağlamakta sorumluluk sahibiyiz.
Bu nedenle, Türkiye`nin, Ortadoğu`nun istikrarı ve Dünya Barışı için yeniden eski misyonunu üstlenmesi gerekmektedir. Ortadoğu Ülkeleri`nin tarihten gelen bir bağlılık duyduğu ve önem verdiği Türkiye, hem birleştirici, hem de lokomotif olma rolüne, bilgi, beceri, tarihi tecrübe ve maneviyat açısından en uygun olan ülkedir. Aydınlarımızın ve yöneticilerin, Türkiye`nin bu tarihi misyonunu yeniden alması için oluşmuş olan şu anki konjonktürü çok iyi değerlendirmeleri gerekmektedir.
Avrupa Birliği`yle olan ilişkilerimiz de bunu etkileyen bir faktör değildir. Birliğe girsek de girmesek de, İslam Ülkeleri`nin, Batı ile olan ilişkilerini düzenleyen ülke konumunda olabiliriz. Nitekim bu, hem Batı`nın hem de İslam Ülkeleri`nin, Türkiye`nin sahip olduğu özelliklerden, yani, Batı için demokratik hukuk devleti yapısı, Ortadoğu için de itidalli Müslümanlık yapısı, Osmanlı`dan gelen şefkatli ve sevgi temelli yönetim ve yaşam tecrübesinden dolayı gönül rahatlığıyla Türkiye`ye bırakacağı bir misyon olacaktır.
Büyük Osmanlı Projesi
Batı`da bir çok yöneticinin, think-tank kuruluşunun ve aydınların, Türkiye`nin bu rolü üstlenmesini istedikleri bilinmektedir. Özellikle 11 Eylül`den sonra, Osmanlı yönetim tarzının üzerine oldukça eğilmişler ve bunu canlandırma eğilimine girmişlerdir.
Bu, yalnız, Büyük Ortadoğu Projesi gibi, bölgede tepkiyle karşılanacak suni projelerle yapılabilecek bir şey değildir. Ortadoğu`da istikrarı sağlamak, eğitimi gerçekleştirmek, sosyal rehabilitasyonu sağlamak, Batı ile ilişkilerini düzenlemek elbette gerekmektedir; ancak bu, yine bölgenin kendi içinden çıkacak bir düzenleme ile olmalıdır. Dışarıdan bir zorlama şeklinde değil, içeriden bir istek ve arzu ile yapılmalıdır.
İşte bunun herkesin rızası olacak şekilde gerçekleşmesine öncü olabilecek tek ülke Türkiye`dir.
Bundan dolayı son zamanlarda ortaya çıkarılan, Büyük Ortadoğu Projesi yine BOP olarak anılabilir ama bundan sonra bunun açılımının ``Büyük Osmanlı Projesi`` olması daha mantıklı ve gerçekçi olacaktır.
Çünkü Osmanlı`nın mirasına sahip olan bu millet geçmişte olduğu gibi bugün de, özlemi çekilen barış ve güvenlik ortamını oluşturmakta öncü rol oynayacaktır.
Sahip olduğumuz miras, yeni girdiğimiz 21. yüzyılda, Türkiye`yi lider ülkeler sıralamasının başına yerleştirecek olan son derece köklü ve şanlı bir mirastır.
Tarihsel ve günümüzdeki gerçekler, dünyaya nizam verecek yeni bir Osmanlı`nın ortaya çıkışının, istenilir ve azmedilirse ulaşılması mümkün bir ülkü olduğunu göstermektedir.
Osmanlı geleneğinde yer alan hoşgörülü İslam anlayışı da, dünya için aranan bir umut ışığı haline gelmiştir. Eğer Türkiye sahip olduğu büyük medeniyet mirasını iyi değerlendirirse, önünde çok aydınlık bir gelecek bulacaktır.
Türkiye bu yönde geliştireceği stratejilerle Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar ve Orta Asya`ya kalıcı barışı temin edebilecek, bunu muhafaza edebilecek bir tarihi birikime sahiptir. Allah`ın izniyle hiçbir güç, tarihe yön vermiş, insanlığa barışı, adaleti ve huzuru armağan etmiş dev bir kültüre ve tecrübeye sahip, köklü ve zengin bir medeniyetin kurucusu olan bir milletin duyarlılığını yok edemez.
Bu millet geçmişte olduğu gibi bugün de sahip olduğu hasletleri ve güzel ahlakı ile tüm dünyanın özlemini çektiği barış ve güvenlik ortamını oluşturacaktır.
21. yüzyıl, Allah`ın izni ile, Müslüman Türk milletinin ve Türkiye`nin lider olacağı bir dönem olacaktır.