Bir toplumun bireyleri arasında, muhabbetle kullanılan ‘ortak ve herkesçe anlaşılır bir sevgi dili’ varsa, o toplum çok güçlü bağlarla kaynaşıp bütünleşir. Dil birliği, bir ülkedeki ortak kültürel bağın en önemli etmenidir.
Tek Resmi Dil Muazzam Bir “Yaşam Konforu” Sağlar
Tek resmi dilin hayatın her alanında saymakla bitmeyecek faydaları var. Yüksek eğitimde, akademik yayınlarda, ticarette, ekonomide, medyada, siyasette, hukukta, sağlıkta ve önemli bir faktör olarak devletin sunduğu tüm hizmetlerde tek bir resmi dilin kullanılıyor olması hem bir kolaylık, hem de büyük bir konfor.
Acil durumlarda bir itfaiye, doktor, ambulans veya kolluk kuvvetlerini yardıma çağırabiliyor olmak çok önemli. Aralık 2011’de, Belçika’nın Vilvorde kentinde sadece Flamanca’yı resmi dil kabul eden itfaiyenin, Fransızca ihbarı kabul etmemesiyle gerçekleştiği iddia edilen ölüme yol açan bir yangın vakası, durumun vahametini de gözler önüne sermeye yeterli. Bu durumun farklı etnik unsurların yaşadığı her yerde büyük problemlere yol açacağı çok açık.
Yine aynı şekilde acil sağlık hizmetlerinden rahatça faydalanabilmek, hastane personeliyle, doktorla, eczacıyla aracısız konuşup anlaşabiliyor olmak güzel. Bir ilacın prospektüsünü anlamak bile yeri geldiğinde çok hayati bir durum. İnsanların evinin dışına çıktığında pazarda, alışverişte, iş ve toplum hayatında herkesle anlaşabilmesi huzur verici.
TÜRKİYE İÇİN TEK RESMİ DİLİN KULLANIMI TEK AKILCI YÖNTEM
Günümüzde ülkeler, birden çok etnik unsurun bir araya gelmesiyle milletlerini oluşturmuş durumda. Peter Alford Andrews’in, 1965 nüfus sayımını baz alarak kaleme aldığı ve 1992 yılında basılan "Türkiye’de etnik gruplar" isimli kitabına göre Türkiye’de 47 etnik unsur var. ABD ise 72 farklı etnik kökeni tek bir devlet etrafında toplamış durumda. İngiltere’de 16 ana etnik unsur var. Fransa ise Bröton, Korsikalı, Frank Basklı gibi birçok unsurun bir araya gelmesiyle oluşmuş bir devlet. Rusya Federasyonu da bilindiği üzere birçok milletin birleşmesiyle oluşmuş devasa ve güçlü devletlerden biri. Tüm bu ülkelerin ortak bir özelliği de tek resmi dille milyonlarca insanı birbiriyle ve devletleriyle anlaşabilir kılmış olmaları. Bu hem devlet hizmetlerinde bir kolaylık, hem de toplumun her kesiminin birbirinin derdini anlamasına büyük bir vesile.
Türkiye 2.500 yıl gibi uzun süreli bir devlet kültürüne sahip nadir ülkelerden biri. Bu zengin geçmiş ve derin kültür birikimi aslında Balkanlar’dan Kafkasya’ya, MENA Bölgesinden Asya’ya kadar birçok milletle yakın bağlar içinde olunmasına vesile olmuş. Türkiye, günümüzde de içinde bulunduğu uluslararası ittifaklar, İslam ülkeleri içindeki önemi, dünya çapındaki ekonomik gücüyle de önemli bir yere sahip. Dünya üzerinde ticaretten medyaya, alışverişten turizme kadar nasıl İngilizce’nin bir ağırlığı söz konusuysa, bölge açısından Türkçe’nin ağırlığı da aynı şekilde. Türk dil ailesine mensup olan 200 milyon insanın olduğu da ayrı bir önemli konu.
ANADİLDE EĞİTİM TALEBİNİN AMACI “BÖLÜNME İSTEĞİ”
Son zamanlarda Türkiye’de gündeme gelen ana dilde eğitim hakkı tartışmalarını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Sadece Kürt vatandaşların değil, Çerkeslerin, Lazların ve diğer tüm etnik unsurların kendi dillerini diledikleri gibi kullanmaları elbette en temel insani haktır. Ancak bu hakkı, bir bölgenin insanlarını Türkçe’den mahrum ederek, ülkenin genel yapısından uzaklaştıracak ve hatta koparacak bir hale çevirmek kabul edilemez.
Türkiye’de hemen hemen tüm yazılı kitap, arşiv ve dokümanlar Türkçe. Yeni basılan kitaplar da, gazeteler, medya, internet Türkçe. Yabancı kaynaklardan yapılan milyonlarca çeviri de Türkçe’ye yapılmış durumda. Sonuçta tüm araştırmalar Türkçe arşiv ve kütüphaneler üzerinden yapılmak zorunda. Bu şartlar altında yeni bir anadil dayatması yapmak, yüzlerce, binlerce yıllık bilgilerin farklı dillere çevrilmesi için uğraşmak anlamına geliyor. Bu teknik olarak imkansız.
Diğer taraftan, Türkiye için tek resmi dil olan Türkçe, onlarca etnik unsur arasında yüzlerce yıldır “anlaşma, konuşma ve kardeşlik dili”nin adı. İnsanlarımızı kaynaştıran en önemli araç.
Dolayısıyla, her yönden avantajlı olan Türkçe eğitimi bırakıp farklı dilde eğitim talep etmek ne samimi, ne de mantıklı. Sonuçta akılcı olmadığı her yönden belli olan bir talepte ısrar etmenin aslında bir oyun olduğu, ihtiyaç olamayacağı da kesin bir gerçeklik. Kürtçe’nin dünya üzerinde aranan, tercih edilen bir dil olmadığı da ayrı bir durum. Dolayısıyla sadece Kürtçe öğrenen bir gencin ne Türkiye’de, ne de başka bir ülkede bunu kullanması durumu mevzubahis değil. Böyle bir anlayış Kürtleri dar bir yapının içine mahkum edecek, sadece Türkiye’yle değil tüm dünyayla bağını koparacak ve bölgede inşa edilmesi planlanan Kuzey Kore’nin temel taşı olacaktır. “Kürt Kürde eğitim yapılsın, Kürt sadece Kürt’le konuşup anlaşsın” dayatması yapmak sevecenlikten de çok uzak. Dolayısıyla, bunun bölünmeye yönelik bir talep olduğu aşikar.
Daracık bir bölgede ayrı bir dil konuşmayı istemek bir zenginlik olmaz, tam aksine fakirlik olur. Bu durum, ülkenin geri kalanına yabancı olmaya, kendini o ülkeye ait hissetmemeye yol açar. Bu bir özgürlük değil, bölge halkını küçücük bir alan içine hapsetmek, bütünden ayrılmanın yolunu aramak demek. Bu, dil bağını, dolayısıyla inanç bağlarını koparma amacı olan bir talep demek. Ülke içinde, çok hayati olan ‘dil bağlantısı’nın kopması demek, sosyal bağların da kopması demek. Küreselleşen dünyada kapalı bir yaşam biçiminde ısrar etmek, akılcılık ve samimiyetle izah edilemez.
Elbette, yöresel ve etnik kökene ait dillerin folklorik olarak biliniyor, dilin de korunuyor olması çok güzel. Ancak bunu yaparken devletin resmi dili olan Türkçe’yi terk etmek demek, 77 milyonu bağlayan en önemli bağı koparmak demektir.
Adnan Oktar'ın Daily Mail'de yayınlanan makalesi:
http://www.dailymailnews.com/2014/11/15/columns-articles/2.php