(Aşağıdaki metin Hayatın Kökenleri* adlı kitaptan alıntılanmıştır)*Origins of Life; Hugh Ross ** ve Faza Rana***
Hayatın kökenlerine dair günümüzde araştırma yapan bilimadamları bundan elli yıl önce ilk deneylerini gerçekleştiren Stanley Miller’dan daha fazla bilgi edinmiş değiller. Bazı bilimadamları araştırmaların henüz başlangıç aşamasında olduğunu söyleseler de, son elli yıldır önemli kaynaklar aktarılan hayatın kökenine dair araştırmalar gümünüzde hala gerçek cevaplara ulaşamamıştır. Dahası yanlış bir yaklaşım araştırma programını esasen durdurmuştur. Kitapları en iyi satanlar listesinde bulunan [evrimci] yazar Paul Davies bu noktaya Beşinci Mucize adlı kitabında şu şekilde yer veriyor:
Bu kitabı yazmaya başladığımda bilimin hayatın kökeni gizemini çözmeye yaklaştığına inanmıştım… Fakat bu alanda bir-iki sene araştırma yaptıktan sonra şu anda anlayışımızda müthiş büyük bir boşluk olduğu kanaatindeyim... Anlayışımızdaki bu boşluk sadece belli teknik detaylar hakkındaki cehaletimiz değil; önemli bir kavramsal boşluk. (Paul Davies, Beşinci Mucize: Hayatın Kökeni ve Anlamı Araştırması (New York: Simon & Schuster, 1999), s. 17-18)
Davies’in açıklamaları bilimadamları da dahil insanların çoğunu muhtemelen şaşırtmaktadır. Popüler medyada çıkan haberlere bakanlar araştırmacıların hayatın kökenine dair her şeyi açıkladıklarını zanneder, fakat bu durum gerçeği yansıtmamaktadır.
Davies konunun kamuda algılanan bu şekliyle kesin gerçekler arasında neden uyumsuzluk bulunduğunu şu sözlerle açıklıyor:
Kapalı kapılar arkasında kafalarının karıştığını açık açık kabul etmelerine rağmen pek çok araştırmacı halka hayatın kökeninin hala anlaşılamadığını söylemekten rahatsızlık duyuyor. Bu rahatsızlıklarının iki sebepten kaynaklandığı görülüyor. Öncelikle bunun dini açıklamalara…. kapı açtığını hissediyorlar. İkincisi cehaletlerini açık açık kabul ederlerse ellerindeki fonları kaybedeceklerinden endişeleniyorlar. (Davies, s.17-18)
Bu nedenle bilimadamları sessizliklerini koruyup ilerleyebilecekleri yeni yönler arayışı içerisine girdiler. 1999 yılında San Diego, Kaliforniya’da ve 2002’de Oaxaca, Meksika’da (bundan böyle ISSOL 1999 ve ISSOL 2002 olarak anılacaktır) ortak olarak gerçekleştirilen Hayatın Kökeni Çalışmaları Cemiyeti ve Hayatın Kökeni Uluslararası Konferansı’nda perde arkasında yaşanan belirgin bir hale geldi. Her üç yılda bir hayatın kökenine dair dünyanın çeşitli yerlerinde araştırma yapan önde gelen bilimadamlarını bir araya toplayan bu ortak bilimsel toplantı son bulguların paylaşılıp tartışıldığı bir platform görevi yapar.
Bu tür toplantılardaki ortam genellikle katılımcıların yeni keşifler ve büyük buluşlar duyacakları beklentisi ile doludur. Ne var ki her iki ISSOL toplantısına çaresizlikle dolu acımasız bir ruh hali hakimdi. Katılımcılar çok iyi fonlarla desteklenen elli yıllık araştırmalarda birbiri ardına engellerle karşılaşıldığını kabul etmek zorunda kaldılar. Yeni yeni sorunlar gün ışığına çıkarken eski zorlu sorunlar devam ediyordu. (Fazale R. Rana, “Hayatın Kökeni Tahminleri Konusunda Yüzleşmeler: Evrime karşı İncil’deki Yaratılış,” İnanç Esasları 6 (Q2 2001), s.41-47)
…..Hayatın kökenine dair araştırma yapan araştırmacılar primordiyal (ilkel) Dünya üzerinde prebiyotik moleküllerin üretimi için uygun herhangi bir yer belirleyememektedirler. Sorunlar üzerinde çalışan araştırmacılar amino asitlerde tek biçimli “ellilik” olayının, nükleotid ve şekerlerin herhangi bir sözde prebiyotik çorbada nasıl oluştuğuna açıklama getirememektedirler.
Jeolojik, jeokimyasal veriler ve fosil kayıtlarının hepsi naturalistik senaryolara imkansız sınırlamalar getiriyor. Hayat hızlı bir şekilde ve Dünya tarihinin erken bir döneminde—Dünyanın bunu mümkün kıldığı en erken dönemde—meydana gelmiştir. Dünyanın kökenine dair araştırma yapan bilim adamları hayatın ortaya çıkması için onlarca milyon yıldan daha fazla bir süreye sahip olmadığını kabul ediyorlar. Hayat aynı zamanda şaşırtıcı şekilde zorlu koşullarda meydana geldi; öyle ki bu koşullar değil hayatın devam etmesine, oluşup ortaya çıkmasına bile izin vermezdi.
Yeryüzünde meydana gelen ilk hayaı kimyasal açıdan son derece kompleksti… Bununla bağlantılı olarak araştırmacılar hayatın, en minimal formunda, hücre içerisinde uzamsal ve zamansal açıdan organize olmuş şaşılacak sayıda protein gerektirdiğini keşfettiler.
Pek çoğu [ki militan ateist Richard Dawkins liderliğinde Uzay Dinini kabul etti] şimdilerde hayatın Dünya dışında başka biryerlerde oluşmuş olabileceği yorumunda bulunuyor.
* Hugh Ross ve Fazale Rana, Origins of Life, Navpress 2004, CO, ss.25-27
* *Astronom ve Astrofizikçi
*** Biokimyacı