Türkiye İçin Balkan Stratejisi
Soğuk Savaş döneminin sona ermesi, Türkiye için yepyeni bir stratejik ufuk anlamına geliyordu. Soğuk Savaş'ın dar kalıplarının kırılması ile birlikte Türkiye'nin önüne yeni bir vizyon açıldı. Bugün Türkiye, din ve kültür gibi kavramların çok büyük önem kazandığı, tarihsel ittifakların yeniden canlandığı Balkanlar'da, Osmanlı İmparatorluğu'nun doğal mirasçısı olarak büyük bir inisiyatif sahibi.
Bundan 20 ya da 30 yıl önce Türkiye için bir "Balkan Stratejisi"nden söz edilse, kuşkusuz bu pek anlamlı bir kavram olmazdı, çünkü o zamanlar Türkiye'nin uzun vadeli bir strateji geliştirmesi için ne gerekli ortam ne de imkan vardı. Dünya iki kutup arasındaki durağan bir çekişmeden ibaret olan Soğuk Savaş ile adeta dondurulmuştu.
Soğuk Savaş gerek Türkiye'nin gerek başka ülkelerin stratejik tercihlerini dondurmuştu, çünkü strateji belirlemede temel unsurlar olan tarih, kültür, demografi, ticaret, doğal kaynaklar gibi unsurlar, Soğuk Savaş'ın üzerlerine çektiği kalın bir perde ile gizlenmişlerdi. Dünyadaki devletlerin çoğu ya Batı bloğu içinde yer alıyor, ya Sovyetler Birliği ekseninde hareket ediyor, az bir bölümü de Bağlantısızlar Bloku içinde yaşıyordu. Dolayısıyla bir ülkenin strateji belirlerken yapabileceği tek şey, bu iki blok arasındaki dengeleri hesaplamaktı.
Dahası, bir ülkenin ideolojik tercihi, özellikle sosyalist ülkelerde, o ülkenin tarihsel ve ulusal kimliğini gölgeliyor, dolayısıyla strateji kavramı tek boyutlu dar bir kalıba girmek zorunda kalıyordu. Ülkeler ya da halklar arasında yüzyıllardır var olan tüm kültürel, dini, etnik ve ulusal sürtüşme ya da dostluklar önemini yitirmişti. "Birinci Dünya" (Batı Bloku) ile "İkinci Dünya" (Doğu Bloku) arasındaki rekabet, yegane stratejik endişeydi.
Bu durum özellikle de Balkan Yarımadası'nda öne çıkıyordu. Bu dev yarımadanın siyasetini asırlar boyu belirlemiş olan tüm dini, etnik ve kültürel çekişmeler ya da dostluklar az önce sözünü ettiğimiz anlamda rafa kaldırılmıştı. Sırplar, Hırvatlar, Bulgarlar, Arnavutlar, Boşnaklar, Romenler, Pomaklar, Türkler, Yunanlılar, Macarlar, Karadağlılar ve günümüzde silah seslerinin yükseldiği Makedonya...
Stratejik Ufuk
Tüm bu Balkan halklarının aralarındaki tarihsel pozisyonlar ve bu halkların dış dostları ya da düşmanları silinmiş, yerine sadece sosyalizmin farklı versiyonları arasındaki çatışmalar konmuştu. Sovyet müttefiki olan Bulgaristan ile Amerikan müttefiki olan Yunanistan'ın ya da Çin müttefiki olan Arnavutluk'la özgün bir sosyalizm modeli ile yönetilen Yugoslavya'nın sürtüşmesi gibi siyasi meselelerdi Balkanlar'daki "stratejik" denklemin sınırlı unsurları.
Ancak 80'li yılların sonunda Soğuk Savaş aniden bitiverdi. Önce Doğu Bloku'nun sosyalist rejimleri birer birer devrildiler. Bir süre sonra da Sovyetler Birliği tarihe karışıverdi.
Çok geçmeden çok önemli bir gerçek ortaya çıktı: Soğuk Savaş, az önce sözünü ettiğimiz dini, etnik, kültürel ya da ulusal kimlikleri ortadan kaldırmamış, hatta biraz olsun bile zayıflatmamıştı. Sadece bu kimliklerin üzerine yarım asırlık bir perde çekmişti. Perde yırtılınca, herşey eskisi gibi ortaya çıktı. Bir başka deyişle, herşey aslına rücu etti.
Bunun Türkiye açısından anlamı ise, yepyeni bir stratejik ufuk oldu. Soğuk Savaş'ın dar kalıplarının kırılması ile birlikte Türkiye'nin de önüne yeni bir vizyon açıldı. Bugün Türkiye, din, ve kültür gibi kavramların çok önemli hale geldiği, tarihsel ittifak ve cepheleşmelerin yeniden uyandığı Balkanlar'da, Osmanlı İmparatorluğu'nun doğal mirasçısı olarak büyük bir inisiyatif sahibi.
Kısacası bir kez daha yeni bir dünya kuruluyor ve Türkiye'nin bu dünyada alacağı yer, kimliği, kültürü, tarihi ve bunlara bağlı olarak geliştireceği stratejilerle belirlenecek. İşte bu nedenle de, Türkiye'nin gerek devlet gerekse toplum olarak, geçmişte olduğu gibi tarihin kendisine yüklediği misyonu benimsemektedri. Bu misyona uygun olan bir milli strateji geliştirmiştir.