Akıl, iman edenlerle inkarcıları birbirlerinden ayıran en önemli özelliklerdendir. Allah (cc)'ın iman eden kullarına ait bir özellik olarak yarattığı akıl, kişinin imanı, Allah (cc) korkusu ve teslimiyeti ölçüsünde gelişir. Allah (cc) korkusu ve samimi iman, kişiye hayatının her anında Allah (cc)'ın rızasına uygun hareket etmesini sağlayan bir anlayış kazandırır. Böyle bir kişi vicdanını kullanarak Kuran'a en uygun olan tavrı seçer ve bunun sonucunda tüm hayatına hakim olan bir tavır mükemmelliği elde etmiş olur. Allah (cc) Kuran'da iman eden kulları üzerindeki bu rahmetini şöyle bildirmiştir:
"Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük fazl sahibidir. " (Enfal Suresi, 29)
İnkar eden bir kimse ise, ne kadar zeki olursa olsun, iman etmediği sürece, Allah (cc)'ın kudretini takdir edebilecek, yaşadığı dünyanın geçiciliğini anlayacak ve bunun sonucunda ne yapması gerektiğini kavrayacak bir akla sahip olamaz. Çünkü akıl, zekadan çok farklıdır; çalışma ve birikimle elde edilemez, matematik problemleri çözerek, karmaşık işlemlerle uğraşarak geliştirilemez. Akıl, sadece Allah (cc)'ın dilemesiyle oluşan ve iman edenlere ait bir anlayış ve kavrama gücüdür.
Allah (cc) Kuran'ın pek çok ayetinde inkar edenlerin akıldan yoksun olduklarını bildirmiştir. Bu ayetlerden biri şöyledir:
"İnkar edenlerin örneği bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyip (duyduğu veya bağırdığı şeyin anlamını bilmeyen ve sürekli) haykıran (bir hayvan)ın örneği gibidir. Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; bundan dolayı akıl erdiremezler. " (Bakara Suresi, 171)
İnkar edenlerin, yaşadıkları bu dünyayı gerçek sanıp ahireti unutmalarının ve sadece nefislerinin isteklerini karşılamaya çalışmalarının en önemli sebeplerinden biri, ayetlerde bildirildiği gibi "akıl erdirememeleri"dir. Bu yüzden tüm yaşamlarını bu dünya ile sınırlı sanırlar. Olaylara bakış açıları ve değer yargıları da neredeyse tümüyle dünyaya yöneliktir. Dünya hayatının sadece zahiri yönünü görür, gerçek amacını kavrayamaz, ahireti ise tamamen unutmuş şekilde yaşarlar. Allah (cc) Kuran'da bu insanlar için şöyle buyurmaktadır:
"Onlar, dünya hayatından (yalnızca) dışta olanı bilirler. Ahiretten ise gafil olanlardır. Kendi nefisleri konusunda düşünmüyorlar mı? Allah, gökleri, yeri ve bu ikisi arasında olanları ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre (ecel) olarak yaratmıştır. Gerçekten, insanlardan çoğu Rablerine kavuşmayı inkar ediyorlar. " (Rum Suresi, 7-8)
Oysa Allah (cc), Kuran ayetleriyle insanlara dünya hayatının gerçek yüzü hakkında bilgi vermiş ve onları bu sahte dünyaya aldanmamaları konusunda uyarmıştır:
"Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır. " (Al-i İmran Suresi, 14)
"Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalanmadan başkası değildir. Korkup-sakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz? " (Enam Suresi, 32)
Hadislerle Nasihatlar, Tasavvufi Ahlak, Hadis ve Dualar, Nefis Terbiyesi gibi değerli eserlerinde, Allah'a yakınlığın, dünya hayatının geçiciliğini fark etmenin ve güzel ahlaklı olmanın önemi üzerinde duran büyük İslam alimi Mehmet Zahit Kotku Hazretleri dünya hayatının geçiciliğini ve insanların, asıl hayatlarını yaşayacakları ahiret için çaba harcamaları gerektiğini şöyle hatırlatmıştır:
"Dünya hayatı, insanları aldatıp, fani olan dünyaya bağlayan ve saadeti ebedi olan ahiretten alıkoyan şeydir. Onun için sizler bu rüya misali olan, çok çabuk geçici dünyaya aldanıp da ebedi olan ahiret saadetini zayi etmeyin. " (Tasavvufi Ahlak, s. 207)
"Şimdi bu cennet evini hak kazanmak için ve oraya girebilmek için oraya uğramak mecburiyetindeyiz. Burasının uğrak yeri olduğunu bilip, Hak Celle Ala'nın emirlerini dinleyip, Peygamber Efendimiz'in de gösterdiği yoldan ayrılmamak şartıyla rahmeti İlahiye lutfu İlahiye ile cennete girilecektir. Onun için buraya geldik, adına dünya dediler. Binaenaleyh bu dünyaya gelip de, burada temelli kalmak, şimdiye kadar kimsenin elinden gelmemiş ve gelmeyecektir. Herkes buradaki imtihan müddetini bitirince, ölüm yolu ile yine geldiği yere dönecektir." (Tasavvufi Ahlak, s. 200)