Focus dergisinin Nisan 2006 sayısında “Beynin Evrimi” başlıklı bir yazı yayınlandı. İrfan Unutmaz tarafından hazırlanan yazıda beynin kökeniyle ilgili evrimci masallara yer veriliyor, Gazi Yaşargil ve Erksin Güleç gibi bilim adamları da konuyla ilgili hayali yorumlarıyla bu masalların anlatımına katkıda bulunuyorlardı. Evrimciler bu yazıda da klasik taktiklerine başvuruyorlar, hiçbir mekanizma ve destekleyici bilimsel kanıt göstermeksizin tarihsel gelişim masalları anlatmakla yetiniyorlardı. Balık, sürüngen, memeli, primat gibi canlı gruplarının beyin özellikleri bu doğrultuda Focus yazısında evrimci bir bakış açısından yorumlanıyor; bu canlıların beyin yapılarının birbirlerinden ve basitten komplekse doğru geliştiği masalı anlatılıyordu. Ancak Focus yazısında başvurulan bu yöntem tümüyle bilim dışıdır ve yapılan şey, beynin yapısını hayali-gelişimsel bir senaryoda anlatmış olmaktan öteye gitmemektedir. İnsan beyni, yüzmilyarlarca sinir hücresinin son derece kompleks bir organizasyonuna dayanan ve dış dünyayı algılamaktan iç dengeyi korumaya kadar çok çeşitli fonksiyonları, dünyanın en en gelişmiş bilgisayarından çok daha hızlı şekilde gerçekleştirebilen bir organdır. Değil böylesine kompleks bir yapının, bunu meydana getiren hücrelerden tek bir tanesinin dahi tesadüfen ortaya çıkması imkansıdır. Bu yazıda, imkansız senaryoları birkaç kolay cümle kurararak hikaye anlatmakla delillendirdiklerini zanneden evrimcilerin yanılgıları cevaplanacaktır.
Beynin en önemli özelliklerinden biri, sayıları 100 milyarı bulan sinir hücreleridir. Evrim teorisi, bu 100 milyar hücreden yalnızca bir tanesinin dahi tesadüf, fizik kanunları ve zaman kombinasyonu ile nasıl oluştuğunu açıklayamazken, bu hücrenin nasıl tesadüfen çoğaldığını, bunların nasıl tesadüfler sonucu kendi aralarında organize olup, yaklaşık 100 milyar sinir hücresinden ve bunların arasındaki trilyarlarca bağlantıdan oluşan ve dünyanın en kompleks yapılarından biri olan beyin ve sinir sistemini oluşturduğunu da açıklamak durumundadır.
Bu kompleks sistemin özelliklerinden bazılarına değinmek, evrim teorisinin neden beynin tesadüfler sonucunda oluştuğunu açıklayamadığını göstermeye yetecektir.
Beyindeki nöronlar (sinir hücreleri), aralarında "sinaps" denilen bağlantı noktaları sayesinde iletişim kurarlar. Her bir nöronda 10 bin sinaps bulunmaktadır. Bu, bir nöron aynı anda 10 bin farklı nöronla iletişim kurabilir demektir. Burada küçük bir kıyas yapalım. Dünyada, mevcut telefon santralleri sayesinde, insanlar arasında aynı anda yüzmilyonlarca telefon görüşmesi yapılabilir. Buna karşın tek bir insan beyninin içindeki sinapsların sayısının 1 katrilyon olduğu tahmin edilmektedir. (Bu 1.000.000.000.000.000 haberleşme demektir.) (J.P. Changeux, P. Ricoeur, What Makes Us Think?, Princeton University Press, 2000, s. 78)
Günümüz teknolojisinin ürünü olan aletlerle karşılaştırıldığında da beyindeki sistemin tartışılmaz bir üstünlüğünün olduğu görülecektir. Örneğin bilgisayarların beynini çip denilen kompleks yapılar oluşturur. Bu çip denilen yapıların içinde transistör denilen ve sinir hücresine denk gelen yapılar bulunur. Her bir transistörün 3 girişi, 3 çıkışı yani toplam 6 bağlantısı varken, beyindeki sinir hücrelerinin her birinin 10.000 adet bağlantısı vardır. İnsanın gün içinde gerçekleştirdiği faaliyetleri düşünecek olursak, hiç duraksama olmadan hepsini aynı anda yapabilmesinin sebebi işte bu bağlantılardaki kusursuzluktur.
İnsan beyninin sahip olduğu kapasite de günümüz teknolojisi ile karşılaştırıldığında, insan beyninin büyük bir üstünlüğe sahip olduğu görülmektedir. Örneğin dünyanın en hızlı işlem yapan bilgisayarları ortalama olarak saniyede 109 hızında hesap yapabilmektedir. Beynin hızı ise aynı işlem için 1015’tir (saniyede 10.000.000.000.000.000 hızında). Dahası bilgisayar hafızasının kapasitesi 1011 bit’ken beyninki 1014’tür. Aradaki bu fark beynin kapasitesinin, 1000 adet bilgisayarın toplam kapasitesi kadar olduğunu göstermektedir. (D. Meredith, Metamagical Themes, Basic Books, N.Y., 1985)
Evrim teorisinin geçersizliğini ortaya koyan çalışmaları ile tanınan moleküler biyolog Prof. Michael Denton, en iyi mühendislerin, en komplike teknikleri kullansalar dahi beyne biraz benzeyen bir objeyi bir araya getirebilmelerinin "sonsuz zaman alacağını" söyleyerek, insan beynindeki bu üstün tasarımın varlığını belirtmektedir. (Michael Denton, Evolution: A Theory In Crisis, London: Burnett Books, 1985, s 330)
Görüldüğü gibi, beyin herhangi bir bilgisayardan çok daha üstün yapıda bir organdır. Dolayısıyla beynin zamanla evrimleştiğini iddia etmek, bir bilgisayarın kendiliğinden oluşabileceğini öne sürmekten daha akıl dışı bir iddiadır. Şimdi Focus dergisinin evrim teorisine körü körüne bağlılık uğruna savunduğu bu akıl dışı iddiaları incelemeye devam edelim.
Focus dergisinde yer verilen beynin evrimi senaryolarında, balıklar, sürüngenler, kuşlar ve memeliler gibi canlı gruplarının beyin özellikleri hakkında genel bilgiler verilmekte, insan beyninin balıklara uzanan bir soyda evrimleştiği öne sürülmektedir. Halbuki bu iddia tümüyle hayal gücüne dayanmaktadır. Sözü edilen canlı gruplarının fosil kayıtları, evrimcilerce aralarında varsayılan bağlantıları delillendirmemiş, tam aksine bu iddianın paleontolojinin gerçekleri karşısında bir masaldan ibaret olduğunu ortaya koymuştur. Çünkü paleontoloji göstermiştir ki, canlı grupları ilk ortaya çıktıklarında kademeli bir gelişimle değil, aniden ve belirleyici özellikleri zaten mevcut olarak ortaya çıkmışlardır. Darwin’in teorisinin öngördüğü ara-geçiş formlarından ise eser bulunmamıştır. Bu konuda daha fazla bilgi için bkz.
Omurgalı Canlıların Evrimi İddiası
Kara Canlılarının Evrimi İddiası
Sürüngenlerin Kökeni
Memelilerin Kökeni
Focus gibi popüler yayınlarda evrim propagandası yapılırken başvurulan yaygın bir yöntem, bir organın işlevine bakıp söz konusu yapının bu işlevi gerçekleştirmek için ortaya çıktığı masalını anlatmaktır. Focus yazısının satırlarında sıkça göze çarpan bu yönteme göre beynin dış dünyayı algılamak ve böylelikle, hem beslenme hem de tehlikelerden korunma gereksinimini sağlamak gibi işlevler için evrimleştiği masalı anlatılmaktadır. Oysa bu gibi anlatımlar, iddia edilen evrimin hangi mekanizmayla gerçekleşmiş olabileceğine dair hiçbir bilgi içermemektedir. Nature dergisinin editörü ve evrim konusundaki pek çok makale ve kitabın yazarı Henry Gee, bir evrimci olmasına rağmen, bu tür hikayelere başvurmanın yanlışlığını şöyle ifade etmiştir:
"... Burunlarımız gözlük taşımak için yapılmıştır, dolayısıyla gözlüklerimiz vardır. Evet, evrimci biyologlar herhangi bir yapıyı onun mevcut yararından söz ederek açıklamaya çalıştıklarında bu mantığı kullanmış oluyorlar. Oysa söz konusu mevcut yarar, bize o yapının nasıl evrildiği hatta o yapının evrimsel tarihinin onun şeklini ve özelliklerini etkileyip etkilemediği konusunda hiçbir şey söylemez." (Henry Gee, In Search Of Deep Time: Beyond The Fossil Record To A New Hıstory Of Life, The Free Press, A Division of Simon & Schuster, Inc., 1999, sf. 103)
Focus yazısında yorumlarına yer verilen paleoantopolog Sn. Prof. Dr. Erksin Güleç, primat takımına dahil olan antropoidlerden yine aynı takıma dahil olan hominoidler arasında evrimsel bir basamak bulunduğunu iddia etmektedir. Oysa bu, canlıları evrimsel olarak basamaklandırmaya çalışan diğer tüm evrimcilerin yaptığı gibi, hayalgücü ve önyargıya dayanılarak üretilen bir masaldan ibarettir.
Evrimciler primatların kendi içlerinde ağaca tırmanmayı mümkün kılan anatomik özelliklere göre, hiyerarşik olarak gruplanabilir olmalarını evrim iddialarına bir dayanak olarak öne sürmektedirler. Sn. Güleç de bu iddiayı tekrarlamaktadır. Hominoidler ve antropoidlerin, çeşitli anatomik kriterler ve gelişmişlik açısından sıralanabilir olmalarını bir evrim delili gibi yansıtmaya çalışmaktadır. Burada açıkça görülen bir mantık bozukluğu söz konusudur. Bilindiği gibi deniz, kara ve hava taşıtları da kendi içlerinde, belli teknik özellikler açısından daha alt gruplara ayrılabilir. Ancak bu durum onların birbirlerinden evrimleştiğini göstermez. Nitekim önde gelen bir evrimci ve Oxford Üniversitesi zooloğu Matt Ridley, New Scientist dergisinde yayınlanan bir makalesinde bu yorumun evrim lehinde bir iddia olarak kullanılamayacağını kabul etmiştir:
"Türlerin hiyerarşik olarak genuslara, ailelere ve bu şekilde başka kategorilere sınıflandırılabilir olması evrim lehinde bir argüman değildir. Herhangi bir obje grubunu, varyasyonları evrimsel olsun ya da olmasın hiyerarşik olarak sınıflamak mümkündür." (Mark Ridley, "Who Doubts Evolution?" New Scientist, vol. 90 (25 Haziran 1981), sf. 832)
Focus dergisinin beynin evrimi iddialarından biri de, dik yürümeyle ilgili hayali bağlantısıdır. Yazıda dik yürümeye geçişten kesin bir gerçek olarak söz edilmekte, bu hayali süreçte maymunsu ataların kafatasına baskı yapan iri kasların ortadan kalktığı, dolayısıyla beynin gelişimi için yer açıldığı masalı anlatılmaktadır. Oysa tüm bunlar yanıltıcı propagandadan ibarettir. Dik yürüme iddiası da, beynin evrimi iddiası gibi, evrim teorisine körü körüne bağlılıktan ötürü savunulan bir masaldır, o kadar. Antropolog Elaine Morgan’ın aşağıdaki sözleri, beynin ve dik yürümenin evrimi iddialarının tümüyle hayalgücüne dayalı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır:
İnsanlarla (insanın evrimiyle) ilgili en önemli dört sır şunlardır: 1) Neden iki ayak üzerinde yürürler? 2) Neden vücutlarındaki yoğun kılları kaybettiler? 3) Neden bu denli büyük beyinler geliştirdiler? 4) Neden konuşmayı öğrendiler? Bu sorulara verilecek standart cevaplar şöyledir: 1) Henüz bilmiyoruz. 2) Henüz bilmiyoruz. 3) Henüz bilmiyoruz. 4) Henüz bilmiyoruz. Sorular çok daha artırılabilir, ama cevapların tekdüzeliği hiç değişmeyecektir. (Elaine Morgan, The Scars of Evolution, New York: Oxford University Press, 1994, s. 5 )
Dik yürüyüş ve beyin hacminin gelişimi arasında kurulan bu ilişkinin bilim dışı yönünü ifade etmiş bir isim de evrimci paleontolog Henry Gee’dir. Gee"nin itiraf ettiği gibi:
"Mesela insanın evriminin; vücudun duruşu, beyin hacmi ve el-göz koordinasyonunda gerçekleşen gelişmelere dayandığı ve bu gelişmelerin de ateş ile alet üretimi gibi teknolojik başarılarla dilin kullanımına yol açtığı söylenir. Ancak bu gibi senaryolar subjektiftir. Deneylerle asla test edilemezler, öyleyse bilimsel değildirler. Genelde kullanımda olmaları bilimsel testlere değil, sunumlarındaki otoriteye ve iddiaya dayanırlar." (Henry Gee, In Search Of Deep Time: Beyond The Fossil Record To A New Hıstory Of Life, The Free Press, A Division of Simon & Schuster, Inc., 1999, sf. 5)
Focus yazısında yorumları aktarılan evrimci Prof. Dr. Aşkın Karadayı, insan beyninin bölgeleriyle ilgili evrimsel bir tablo çizmekte ve bazı bölümlerin memeli, kuş ve sürüngen atalara dair yapılar barındırdığını iddia etmektedir. Oysa beynin karşılaştırmalı anatomisine dayanan bu iddialar, sadece önyargıya dayalı yorumlardan ibarettir. Çeşitli canlı gruplarının beyinlerinin, benzer yapılar sergilemeleri bunların ortak bir atadan evrimleştiğini kanıtlamamaktadır. Örneğin belli bir marka bilgisayar da başka markalardan diğer bilgisayarlarla bazı yapıları ortak olarak barındırıyor olabilir. Ancak bu durum bilgisayarların tesadüfi bir süreçte birbirlerinden evrimleştiklerini göstermeyecektir. Diğer yandan burada belirtilmesi gereken çok önemli bir evrim açmazı söz konusudur. Beynin karşılaştırmalı anatomisi, evrimci varsayımları desteklememekte, tam aksine onlar adına çözümsüz bir problem ortaya çıkarmaktadır. Bu problem, diğer canlıların beyinleriyle aynı tip hücrelerden meydana gelen insan beyninin nasıl olup da bilinç ortaya çıkarmış olabileceği sorusuyla ilgilidir. Bilindiği gibi evrimciler, bilincin gerçek kaynağı olan ve Allah’ın insana üflediği ruhun varlığını inkar etmekte, insanın tüm bilinç fonksiyonlarının sadece beyinde meydana gelen elektro-kimyasal olayların bir sonucu olduğunu öne sürmektedirler. Ancak materyalizm’e bağlılıktan ötürü desteklenen bu dogmayla ilgili en küçük çapta bir bilimsel açıklamaları dahi bulunmamaktadır. Ancak bu yöndeki propagandanın hiçbir gerçekliği yoktur. Nitekim New Scientist dergisinde "Yaşamın Gizemleri" başlığı altında yayınlanan bir makalede, konuyla ilgili evrim açmazı şu sözlerle ifade edilmiştir:
"Bilinç, bilim için gerçekten zor bir sorudur çünkü tamamen subjektiftir. Bilinçle ilgili çalışmaların uzun süredir din ve felsefe alanlarına ait olmasının sebebi de budur. Ancak biyologlar, özellikle nörologlar, şimdi bu tartışmaya dahil oluyorlar. Bazıları beyin taramalarının ve elektriksel kayıtlandırmalarının ‘bilincin nöral (sinirsel) karşılığını’ ortaya çıkaracağını umuyorlar. İnsanlar bilinçliyken -bilinçsizken değil- beyinde neler olup bittiğini anlayabilmemiz gerektiğini varsayıyorlar.
Araştırmacılar bu konuda ilerlemeler kaydettiler. Ancak beyinle ilgili olarak bizi neyin bilinçli yaptığı hala açık değil. Bizler bilinçli olduğumuzda açık olan, bilinçsiz olduğumuzda ise kapalı olan tek bir beyin alanı kesinlikle yok. Ve üzerinde bilinçli olduğumuz, altında ise bilinçsiz olduğmuz basit bir sinirsel faaliyet eşiği ya da bilince daima eşlik eden bir tip aktivite veya nörokimya da yok gibi görünüyor.
Ancak bilincin beyinden kaynaklanan birşey olduğunu kabul etseniz (ki bunu pek de herkes böyle kabul etmiyor) ve bilinçli tecrübeyle ilişki ortaya koyan bir beyin faaliyeti örneği bulsanız dahi, hala bir problemle karşı karşıyasınızdır. Bir nöron kitlesinin faaliyetleri neden herhangi bir his vermelidir ki? Neden parmağınıza bir şey batırmak acı hissi verir? Neden bir gül kırmızı görünür? Buna bilincin ‘zor problem’i adı verilmiştir..." (Michael Brooks, "The Mysteries of Life", New Scientist, sayı 2473, 4 Eylül 2004, sf. 24)
Görüldüğü gibi insan beyni araştırmaları, evrimcilere “zor” bir problem ortaya koymaktadır. Sayın Aşkın ve Focus dergisi ise bu problemi tümüyle gözardı etmekte, okurlarını beynin evrimi masalının açmazları hakkında bilgilendirmekten kaçınmakta, amaçlarının bilim değil evrim propagandası yapmak olduğunu açığa vurmaktadırlar.
Focus dergisinde sayfalar dolusu yer ayrılan beynin evrimi iddiası, hayalgücü, önyargı ve taraflı anlatımla bezenmiş, ancak beynin kompleksliği karşısında ayakta durması hiçbir şekilde mümkün olmayan bir masaldan ibarettir. Bilimsel içerikten tamamen yoksun olan bu yazının bilim dergisi olma iddiasındaki Focus’ta yayınlanması sadece Darwinizm’e olan körü körüne bağlılığın bir sonucudur. Dergi yönetimine söz konusu yazıyı yukarıdaki noktalar ışığında yeniden değerlendirmelerini, bundan sonraki sayılarda bilimdışı Iddialara yer vermemelerini tavsiye ediyoruz.
İlgili yazı: http://www.netcevap.org/propaganda_beyin.html