Beşinci yılına giren Suriye’deki iç savaşta Birleşmiş Milletler’in resmi rakamlarına göre 250 bin Suriyeli hayatını kaybetti. 7 milyon kişi evlerini terk etmek zorunda kalırken bunların 4 milyonu yabancı ülkelerde mülteci, 14 milyon Suriyeli ise insani yardıma muhtaç hale geldi.
Birleşmiş Milletler Anlaşması’na göre, dünyanın bir yerinde barış ve güvenliği tehdit eden herhangi bir gelişme olduğunda; Birleşmiş Milletler’in derhal harekete geçerek buna karşı öncelikle barışçı önlemler alması gerekiyor. BM’nin bu hamlesinin yeterli olmaması halinde askeri önlemleri görüşmesi ve duruma göre uygulaması gerekiyor.
Hatırlanacağı gibi Irak, 1990’da Kuveyt’i; Kuzey Kore ise 1950’de Güney Kore’yi işgal etti. Bunlar ve benzer birçok olayda BM derhal harekete geçerek bu tür işgalleri sona erdirecek girişimlerde bulunmuş ve çatışmayı durdurma yönünde büyük oranda başarılı da olmuştur.
Peki BM Suriye’ye neden müdahale edemiyor, bu sorun neden yaklaşık 5 yıldır çözülemiyor?
Bu haklı sorunun cevabı BM Anlaşması’nda gizli. II. Dünya Savaşı’nın ardından 1945 yılında imzalanan BM Anlaşması, dünya barışı ve güvenliğini koruma görevini Güvenlik Konseyi’ne verdi. Anlaşma’nın 23/1. maddesi, Konsey’i meydana getiren 15 ülkeden 5 tanesine (ABD, İngiltere, Fransa, SSCB, Çin) daimi üye olarak bulunma yetkisi tanıdı. 27/3. madde ise kararlarda bu 5 daimi üyenin oybirliğinin bulunması şartını getirdi.
Buna göre Konsey en az 9 üyenin lehte oyuyla karar alacaktı ama bunlardan 5 tanesinin daimi üyeler olması gerekiyordu. Dolayısıyla bu 5 daimi üyenin herhangi biri bile Güvenlik Konseyi’nden karar çıkmasını bloke edebilecekti. Anlaşma’da “veto” ifadesi olmasa da bu yetki kamuoyunda “veto hakkı” olarak tanımlandı.
Bu “veto hakkı” Anlaşma’nın yazım sürecinde çok eleştirildi. Ama savaşın yıkımlarını bir an önce onarmak ve barışa ulaşmak isteyen ülkeler, 5 büyük ülke tarafından dayatılan metindeki riskleri göze alarak anlaşmayı imzaladılar.
Ancak Güvenlik Konseyi’nin oluşma ve çalışma usullerine yönelik eleştirilerin ne kadar haklı olduğu zamanla ortaya çıktı.
Örneğin 1965 yılında ABD Vietnam’ı hiçbir BM kararı olmaksızın işgal etti. Ayrıca ABD 1965’te Dominik Cumhuriyeti’ni, 1983’te Grenada’yı, 1989’da Panama’yı işgal etti. 1984 yılında Nikaragua’ya saldırdı. Bunların tümü Anlaşma’nın 2. Maddesine aykırı eylemlerdi ve GK’nin harekete geçmesini gerektiriyordu. Ama ABD Konsey’deki veto yetkisini kullanarak Konsey’den ABD aleyhine bir karar çıkmasını engelledi.
Veto yetkisini SSCB de suiistimal etmişti. 1956’da Macaristan’ı, 1968’de Çekoslavakya’yı, 1979’da ise Afganistan’ı işgal etti. Daha geçen yıl Kırım’da ve Ukrayna’da BM Anlaşması’nın 2. maddesine aykırı girişimlerde bulundu. Ama BM’nin müdahalesi, Güvenlik Konseyi’ndeki vetolarla engellendi.
İşte bugün başta Türkiye ve diğer komşu ülkeler olmak üzere bütün dünyayı etkileyen bir insanlık krizine dönüşen Suriye İç Savaşı’na uluslararası camianın müdahale edemeyişinin sebebi yine Güvenlik Konseyi’ndeki vetolardır.
Suriye İç Savaşı’nın başından bu yana Konsey’e 4 karar tasarısı sunuldu. Ama daimi üyeler Rusya ve Çin, bunların tümünü veto ettiler. Rusya, Suriye rejimini ve oradaki üssünü korumak adına Suriye tasarılarını veto etmişti. Burada konuya Rusya açısından bakacak olursak, Suriye üzerinde Rusya’nın acil gördüğü tekliflerin BM tarafından ön plana çıkarılmamış olduğu ve bundan dolayı da Rusya’nın anlaşma şartlarını riskli bulduğu görülebilmektedir. BM Güvenlik Konseyi, Rusya’nın taleplerini de içine alacak bir çözüm önermemiş ve bu durum çözüm konusunda oybirliğini imkansız kılmıştır.
Bu noktada akla gelen iki çözüm vardır: Çözümlerin, Güvenlik Konseyi’nde veto hakkı bulunan her ülkenin önerisini içine alacak şekilde üretilmesi veya veto hakkının iptal edilmesi ya da kısıtlanması. İkinci formül şu an için çok da mümkün gözükmüyor. Çünkü bunun için BM Anlaşması’nın 27. maddesinde değişiklik yapmak gerekiyor. BM Anlaşması’nda herhangi bir değişiklik yapabilmek için de yine 5 daimi üyenin onayı gerekiyor (md. 108). ABD ve Rusya veto hakkının kısıtlanmasına hiçbir zaman onay vermeyeceklerini defalarca açıkladıkları için Anlaşma’nın veto hakkını kısıtlayıcı şekilde değiştirilmesi bugünkü şartlarda olası değil.
Bu nedenle, mevcut sistem içinde bir çözüm bulma çabaları, pratik sonuç elde etmeye daha elverişli görünüyor. Bu elverişli imkanların en önemlisi BM Genel Kurulu’nun 03.11.1950 tarih ve 377A(V) sayılı “Barış İçin Birleşme Kararı”.
BM Genel Kurulu, 1950 Kore Savaşı sırasında SSCB’nin vetoları nedeniyle (aynı bugünkü Suriye Meselesi’ndeki gibi) oluşan kitlenmeyi aşmak için pratik bir çözüm yolu buldu. Genel Kurul, Anlaşma’nın 12. maddesini geniş yorumlayarak Güvenlik Konseyi’nin vetolar nedeniyle alamadığı kararları üye devletlere “tavsiye” olarak iletti ve sorunun çözümünü sağladı.
İşte “Barış İçin Birleşme Kararı”yla açılan bu çözüm yolu, Suriye Sorunu ve benzeri kronik krizlerin aşılmasında kullanılabilir. BM Genel Kurulu, Güvenlik Konseyi’nin uluslararası barış ve güvenliği korumaya yönelik asli sorumluluğunu yerine getirmekte başarısız olduğunu tespit ettiğinde, Anlaşma’nın VI. ve VII. bölümlerinde gösterilen tedbirleri almak için üye ülkelere tavsiye kararı alabilir. Bunu müteakiben uluslararası camia inisiyatif alarak adım adım çözüme gidebilir. Ancak bunun için, daha önce de belirttiğimiz gibi, tüm üye ülkelerin çözüm önerilerini içine alacak bir bakış açısı gerekmektedir.
Burada Genel Kurul’un alacağı kararın “tavsiye” niteliğinde olması, yani üye ülkeleri bağlayıcı olmaması da çok önemli değildir. Çünkü BM Genel Kurulu’nun 2/3 desteğiyle oluşan bir tavsiye kararı büyük bir meşruiyet sağlayacaktır ki zaten uluslararası hukukta önemli olan da meşruiyettir.
Sonuç olarak, BM Anlaşması’nda veto hakkını kısıtlayıcı bir değişiklik yapmanın imkansızlığı karşısında, “Barış İçin Beraberlik Kararı”nda gösterilen yöntemle mevcut sistem içinde kalınarak barışın tesis edilmesi için daha pratik bir yol olabilir.
Adnan Oktar'ın Middle East Monitor'de yayınlanan makalesi: