Savaş, her türlü korkunç eylemin kayıtsızca gerçekleştirildiği bir cinayet ortamıdır. Savaş hukuku ve savaş ahlakı gibi terimler, bu cinayeti hafifletici izahlar olarak görülse de, aslında adam öldürmenin hiçbir meşruiyetinin olmadığı gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bu gerçeğe rağmen 21. yüzyıl, savaşın ne kadar kirlenip korkunçlaşacağını, nasıl ahlaksızlaşıp zalimleşeceğini, insanları nasıl ruhsuz ve vicdansız hale getireceğini tüm dünyaya yeterince sergilemiştir.
Tolstoy’un savaş ile ilgili bir sözü de insanların, savaşlarda insanlar ölürken neler hissettiklerini ilginç bir şekilde açıklıyor:
Savaş her zaman ilgimi çekmiştir. Büyük generallerce tasarlanan manevralar anlamındaki savaş değil; savaşın gerçekliği, düpedüz öldürmeydi ilgimi çeken. Austerlitz ve Borodino’daki orduların nasıl düzenlendiğinden çok, ne şekilde ve hangi duygunun etkisi altında bir askerin diğerini öldürdüğüyle ilgiliydim.
Çok değil belki on yıl önce, ülkelerinden kaçan insanların sınırlarda bekletileceğini, kıyılara çocuk cesetlerinin vuracağını, süngerden yapılmış can simitleri ile aldatılan yüzlerce göçmenin denizlerde boğulmaya terk edileceğini, tüm dünyanın bunu sadece esefle izleyeceğini hayal bile etmezdik. Halepçe katliamını, psikopat bir diktatörün hastalıklı bir kararı olarak tarihe gömmüş, bir daha gerçekleşmeyeceğini sanmıştık. Ta ki, Guta’daki trajedi gözlerimizin önüne serilinceye kadar. İnsanların evlerine, hastanelerine, okullarına, fırınlarına, pazar yerlerine roketler atmak bildiğimiz savaşın bir parçası değildi. Fakat 21. yüzyıl savaşlarında hedefler neredeyse sadece siviller oldu. Çünkü bu savaşlar, zalimliğin artık sınır tanımaz şeklinde kök saldığı, insanlığın korkunç şekilde niteliğini yitirdiği bir ortamda yapılıyordu.
Sivilleri açlıktan öldürmek, zalimliğin eriştiği son nokta mı dersiniz? Yermük’te insanlar açlıktan ölüme terk edildiklerinde gözlerimize inanamamıştık. Ancak kirli savaşın hüküm sürdüğü Suriye’de bu korkunç işkence, bir adet halini aldı. Madaya’da açlıktan ölümler, şu günlerde neyse ki basın yoluyla insanların dikkatini çekti. Açlıkla boğuşan bu bölge, aslında 7 aydır içeriden muhalif gruplarının, dışarıda ise Hizbullah ve rejim güçlerinin ablukası altında. Ne acıdır ki, dünyanın dikkatini çekebilmesi için insanların açlıktan ölmeye başlaması gerekiyormuş.
Bölgede yakın zamana kadar bir kilo şeker 60 bin Suriye lirası (yaklaşık 145 dolar), bir litre sıvı yağ 70 bin Suriye lirası (yaklaşık 170 dolar), bir kilo pirinç de 40 bin Suriye lirasına (100 dolar) satılıyordu. Fakat bölgede artık bu malzemeler de kalmamış durumda. Halkın, otları kaynatarak yemek yapma çabalarını basından izlemiştik. Ancak otların zaman zaman karla örtülmesi, son kalan yiyecek imkanını da ortadan kaldırmış gözüküyor. Bugünlerde bölgeye ulaşan BM yardımlarının umarız arkası kesilmez.
Civar köylerde de durum farklı değil. Bugünlerde yardım ulaşmış olsa da, İdlib’in yaklaşık 7 kilometre kuzeyindeki Kefraya ve Foah isimli Şii köylerinde durum kötü. Suriye’nin pek çok bölgesi aslında haber alamadığımız korkunç dramlara sahne oluyor. Bir görgü tanığının izlenimleri veya oradan sızan tek bir fotoğraf, aylar sonra korkunç işkencenin ulaştığı boyutları belgeliyor. Madaya ve civar köylere insani yardım götüren Kızıl Haç sözcüsü Pawel Krzysiek, yolda çok fazla insan gördüğünü belirtiyor ve şunları söylüyor (www.dailystar.com.lb/News/Middle-East/2016/Jan-12/331423-aid-reaches-besieged-syria-communities.ashx): “Bazıları bize gülümsüyor, bazıları bize el sallıyordu. Ama pek çoğu gerçekten çok hastaydı.”
Böyle dramlara kayıtsız kalmak, dünyada pek çok kişi için normal hale gelmeye başladı. Sosyal medyada yedikleri ihtişamlı yemekleri paylaşanların bir kısmının belki de bu korkunç dramdan haberi bile yok belki de kendilerinden uzak olduğu için pek dikkate almıyor. İnsan hakları derken artık neyi savunduğunu dahi hatırlamakta güçlük çekenler, dünyaya bütün insanların eşit olduğu ve her insanın yaşama hakkı olduğu mesajını vermeye çalışıyorlar. Sorun şu ki, bazıları, her insanın yaşam hakkı olduğuna zaten hiçbir zaman inanmadı. Onların korkunç mantık örgüsüne göre savaş, ezilenlerin elenmesi gereken doğal bir ayıklanma ortamı. Dolayısıyla onlar için ayıklanmayı “hak eden” bir insanın denizde boğularak, bir pazar yerinde bombalanarak veya aç kalarak ölmesi o kadar da fark etmiyor.
Ne koalisyonlar ne uluslararası konferanslar ne de insani yardımlar bizlere beklediğimiz sonucu vermiyor. Başka bir strateji izlenmesi gerektiği aşikar. Ortada savaştan daha büyük bir problem var: İnsanlığın unutulması. Dolayısıyla buna çözüm, başka bir koldan olmalı.
Yapılması gereken öncelikle deşifre etmektir. Bir zulüm, en kapsamlı şekilde deşifre edildiğinde, onun yaşam sahasına büyük bir sekte vurulmuş olur. Temmuz ayından beri aç bırakılan bölgelerde yaşananların ifşa edilmesi, biraz geç olsa da oraya yardımların gitmesini sağladı. Olayın asıl sorumluları sorumluluğu kağıt üstünde de olsa üstlenmekten kaçındı. Bu, sonraki zulümleri durdurmaz belki ama uluslararası toplumun tepkisi, acımasızlığın kök salmasını bir nebze olsun engelleyebilir.
Yapılması gereken ikinci önemli şey ise, söz konusu bölgelerdeki sivillerin acilen oradan çıkarılması için taraflarla görüşmeler yapmaktır. Sivillerin korunması konusu tüm dünyayı ilgilendiren bir insan hakları sorunudur. Bunu bir iç mesele olarak bırakıp yeterli tedbiri almamak, bu dramın bir parçası haline gelmek demektir. Gerekirse Rusya’nın desteğini alarak, sivillerin bölgeden selametle geçişini sağlayacak ve en yakın sınır olan Lübnan’a ulaştıracak bir programın hemen uygulamaya konulması gerekmektedir.
En önemli sorumluluğumuz ise, insanlara unuttukları değerleri hatırlatacak bir üslup gelişmesini sağlamaktır. Siyasilere hakim politik üslubun, sosyal medyaya hakim nefret üslubunun ortadan kalkmasını sağlamak için çaba göstermek gerekmektedir. Yoksa bir kısım insanlar daha fazla insanlık kavramını unutmaya başlayacak, daha kayıtsızlaşacak, daha fazla ruhsuzluğa doğru sürükleneceklerdir. Bunu engellemek elimizdedir. İnsanların elenip yok edilmeleri gerektiğini savunan materyalist üslup zaten tahribatını yeterince yapmıştır. Her insanın, Allah tarafından eşit yaratılan varlıklar olduğu ve tüm insanların sevgi esası üzerine yaratıldığı daha fazla konuşulmalıdır. Dünyayı daha fazla nefrete ve insafsızların eline teslim etmemeliyiz.
Adnan Oktar'ın Arab News & Harakah Daily'de yayınlanan makalesi:
http://www.arabnews.com/columns/news/864801
http://www.harakahdaily.net/index.php/article/39501-ethics-humanity-fading-amid-war