Hazar bölgesinin dünya ekonomisi ve siyasetinde ortaya çıkışı, ister istemez yarım yüzyıldır Avrasya üzerinde kurulmuş olan bütün dengelerin yıkılmasına yol açmıştır.
Petrol ve doğal gaza yeni bir alternatif bulunana kadar, 21. yüzyılın ilk yarısında da bu iki enerji kaynağı mevcut stratejik önemini sürdüreceğe benzemektedir. Petrol ve doğal gaz, sömürgeci güçlerin eline geçtiği günden bu yana, dünyamız savaşlara, isyan ve ihtilallere, acımasız katliam ve kıyımlara maruz kalmaktadır. Günümüzde de bu mücadele, petrolün ve doğal gazın yoğun olarak bulunduğu ve rezervlerin henüz tükenmediği, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Rusya Federasyonu, Kafkaslar ve Orta Asya'da hala devam etmektedir.
Doğal Mücadele Alanı: Avrasya
Sovyetler Birliği'nin yıkılmasıyla Yeni Dünya Düzeni'nin ilan edildiği doksanlı yıllar, dünya enerji ve petrol kaynaklarının el değiştirmesi ve yeniden bölüşülmesi mücadelesinin hızlanmasına tanıklık etmiştir. Bundan en fazla nasibini alan Avrasya olmuştur.
Dünya üzerinde siyasi ve ekonomik olarak etkisi olan devletlerin büyük çoğunluğu Avrasya bölgesinde bulunmaktadır. Bu bölgeye hakim olacak herhangi bir gücün aynı zamanda çok büyük bir siyasi nüfuza sahip olması kaçınılmazdır.
Tüm bunlar, Avrasya'daki enerji kaynakları üzerinde son 150 yıldır devam eden çıkar savaşlarına neden olmaktadır. Bu coğrafya üzerinde, özellikle Sovyetler Birliği'nin hakimiyet alanında kalmış olan topraklarda, petrol ve doğal gaza sahip ülke ve toplumların hiçbirinde savaşlar, darbeler ve katliamlar eksik olmamıştır. Hazar bölgesi ve Orta Asya'daki enerji havzaları, Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte dünya gündemine gelmiş ve sahip olduğu petrol ve doğal gaz potansiyeli ile bütün ilgileri üzerine çekmiştir. İkinci Dünya Savaşı'nın ardından enerji politikalarını Ortadoğu'daki zengin ve ucuz rezervlere göre ayarlayan Batı Avrupa ve ABD izledikleri siyasette değişiklikler yapmak zorunda kalmışlardır.
Hazar Bölgesinin Önemi
Dünya siyasetinin en önemli aktörleri bu bölgede söz sahibi olabilmek amacıyla mücadeleye dahil olmuşlardır. Bölgenin en batı ucunu oluşturan Avrupa devletleri, kaybettiği gücünü tekrar kazanmaya çalışan Rusya, "Asya'da uyanan dev" olarak adlandırılan Çin ve bölgeyle coğrafi bir bağlantısı olmadığı halde en önemli güç olan ABD, Avrasya merkezli bu çatışmada yerlerini almışlardır.
Bir bütün olarak ele alındığında Hazar'ın sahip olduğu rezervler asla Ortadoğu'yla eşdeğer olamaz. Ayrıca bu bölgeden çıkarılan petrolün maliyeti daha fazladır. Buna rağmen ABD'nin yaklaşımı, bu bölgeyi desteklemek ve böylece Körfez bölgesine olan bağımlılığı bir ölçüde azaltmak yönündedir. Aynı şekilde enerji alanında Avrupa Topluluğu'nun da Kafkasya ve Orta Asya' da benzer stratejik çıkarları vardır. Özellikle doğal gaz ihtiyacının büyük bölümünün Rusya'dan karşılanıyor olması, Avrupa'yı yeni kaynakların arayışına itmektedir. Bunun en büyük sebebini ise böylesine önemli bir ihtiyaç için sadece Rusya'ya bağımlı kalma endişesi oluşturmaktadır. Bundan dolayı doğal gaz ihtiyacının, Türkiye üzerinden geçecek bir boru hattı ile Kafkasya ve Ortadoğu'dan karşılanması AB'nin bu konudaki politikalarından bir tanesidir.
Ekonomisi kötü durumda olan Rusya, bu geniş kaynakları kaybetmek istememektedir. Uzakdoğu ülkelerinin petrol taleplerini kısmaları nedeniyle petrol fiyatları %30 dolayında düşmüştür. Bundan dolayı OPEC üyesi ülkelerle, zor durumdaki Rusya Federasyonu petrol fiyatlarını yükseltecek her türlü senaryoyu desteklemektedirler.
Hazar Stratejileri Geliştirmek
Türkiye Cumhuriyeti ise coğrafi olarak birçok senaryonun ortasında bulunmaktadır. Mevcut durum iyi analiz edildiği ve buna uygun stratejiler gerçekleştirildiği için, Türkiye'nin bölgede etkin bir rol alması mümkün olmuştur. Her şeyden önce, mevcut petrol ve doğal gazın uluslararası pazarlara istikrarlı biçimde nakli Türkiye açısından önemli bir fırsattır. Geniş sahil şeridi ve Kıbrıs'la olan siyasal bağları dolayısıyla Ortadoğu ve Hazar havzalarından temin edilen petrol ve doğal gazın dış pazarlara ulaşım ve dağıtım yollarını kontrolü altına alma imkanına sahiptir.
Aynı zamanda Türkiye bütün bu bölgelerle tarihi ve kültürel bağlarla sıkı sıkıya bağlıdır. Geçmişinden sahip olduğu yöneticilik mirası, Türkiye'yi bölgede bir kere daha lider olmaya zorlamaktadır. Türkiye jeo-stratejik ve jeo-ekonomik olarak bu bölgede kilit bir noktada yer almaktadır. Aynı zamanda geliştireceği stratejilerle tüm Ortadoğu, Kafkasya ve Orta Asya'yı kapsayan bu alanda kalıcı barışı temin edebilecek ve bunun sonucunda da böyle bir birliktelikten oluşacak ekonomik gücü idare edebilecek tarihi birikime sahiptir.
Ermeni sorunu ve gerçekler
Ermeniler, yüzyıllar boyu Osmanlı'nın adil yönetimi altında huzur ve hoşgörü ortamında yaşadılar. Bugün Ermeni sorunu olarak ortaya konan suni problem 20. yüzyıl başında Osmanlı'yı tarihten silme planının bir parçasıdır. Günümüzde de Türkiye'nin siyasi gücünü zayıflatmak amacıyla gündeme getirilmektedir.
1877-1878 yıllarındaki Rus Harbi'ni Osmanlı'nın kaybetmesinin ardından, Trabzon'a kadar olan bölge Rusya'nın yönetimine geçmiştir. O döneme kadar Osmanlı tebaası olan ve huzur içinde hayatlarını devam ettiren Ermeniler, bağımsız bir devlet kurma vaatleriyle kandırılmış ve Rus'larla işbirliğine girip, Türklere karşı savaşmışlardır.
Osmanlı Devleti'nin zayıflaması müdahaleleri de artırmıştır. Osmanlı topraklarını kendi aralarında paylaşma niyetinde olan ülkeler, provokatörler vasıtasıyla Ermenileri Türk toplumundan uzaklaştırmaya çabalamışlardır.
Bu gerçek şu ana kadar pek çok Batılı ve Ermeni tarihçi tarafından da dile getirilmiştir. Ancak Osmanlı yönetiminden hiçbir şikayeti olmayan ve barış içinde yaşayan halk üzerinde bu girişimler ilk başlarda etkili olmamış, kurulan teşkilatların büyük bölümü zaman içinde yok olup gitmiştir. Osmanlı toprakları içinde başarılı olamayınca, bu kez farklı ülkelerde Ermenistan hayalini gerçekleştirmek için teşkilatlar kurulmuştur. Bu komiteler dışarıdan aldıkları destekle halkın büyük bölümü üzerinde etkili olmayı başarmışlardır. Ermeni propagandasının bugünkü önde gelen kişilerinden Louise Nalbantyan, kurulan bu komitelerin amacını şöyle tanımlıyordu: "Ermeni halkının duygularını harekete geçirmek için tahrik ve teröre ihtiyaç vardı. Halk düşmanlarına karşı kışkırtılacaktı… Komite, Osmanlı hükümetini terörize etmeyi amaçlıyordu" (Nalbantyan, Louise, University of California Press, 1963, s. 110-111)
Yani Anadolu'da isyanlar çıkartmak için yabancı devletler tarafından kışkırtılan Ermeniler kendilerine yöntem olarak "terörü" seçmişlerdi. Bu komitelerin kurulmasını takip eden yıllarda Anadolu'nun dört bir yanında isyanlar çıkartılmıştır. İsyanlarda pek çok masum insan hayatını kaybetmiş, bu isyanlar nedeniyle Anadolu topraklarında gerçek manada bir huzur sağlanamamıştır.
Günümüzde Ermeni vatandaşlarımız, Devletimizin koruyup kolladığı vatandaşlarımızdır. Toplum dokumuza uygun biçimde sosyal hayat içerisinde kendilerine bir yer edinmişlerdir. Kızları ile evlenilir; özel günlerinde toplantılarına, bayram tebriğine ve ev ziyaretlerine gidilir. Bu sosyal gerçek, Türk Devletinin ve Türk insanının Ermeni vatandaşlarımız konusundaki hassasiyetinin, hoşgörüsünün ve duyarlı yaklaşımının bir göstergesi mahiyetindedir.
Türklerin 1000 yıldır süregelen hoşgörülü tutumları sözde soykırım iddialarını daha en baştan geçersiz hale getirmektedir. Bugün Ermenistan'ın yaptığı da gerçekleri saptırmaktan başka birşey değildir.
Etkin politikalar izlemek
Dünya çapında yapılacak kapsamlı bir kampanya, Osmanlı arşivleriyle desteklenen güçlü bir dosya, gerçekleri tarafsız bir şekilde ortaya koyan belgesel çalışmaları Türk hükümetinin bu güçlü tezini anlatırken en çok ihtiyaç duyacağı malzemelerdir.
Türk insanı, tarihin getirdiği yakınlık duygusu içerisinde Ermenileri kardeş olarak kabul eder. Ermeni halkları Türk Milleti'nin himayesinde yüzyıllar boyunca huzur ve güven içinde yaşamışlardır. Şayet Ermeniler Türkiye'ye yerleşmek istiyorlarsa, bu yöndeki meşru ve makul bir talebin, Türkiye tarafından reddedilmesi söz konusu olmaz. Ancak, toprak işgali, gizli kulis faaliyetleri, tazminat talepleri, gerçek dışı çarpıtmalara dayalı senaryolar ve benzeri art niyetli girişimler, asla kabul edilebilir değildir.
Unutmamak gerekir ki, Devlet-i Ali Osmaniye hakimiyetinde asırlar boyunca huzur içinde yaşayan kardeş Ermeni ve Türk halklarının aynı ortamı sağlamaması için hiçbir engel yoktur. Yeter ki, gerçekler tüm açıklığıyla dünyaya anlatılsın ve karşılıklı hoşgörü için gereken adımlar atılsın...