Dünyada üretim artıyor, teknoloji hızla ilerliyor ama öyle bir şey var ki eksikliği giderek daha fazla hissediliyor.
Günümüz dünyasında en büyük eksiklik sevgi. Siyahlarla beyazlar, Müslümanlarla Hıristiyanlar, laikler ile dindarlar ve daha pek çok grup arasında yaşanan sorunların ardında hep sevgi eksikliği var.
İnsanlar arasındaki sevgisizlik ülkeleri üretim eksikliğinden daha çok etkiliyor. Bu öyle bir eksiklik ki yerini petrol ile ya da dolar veya altın ile doldurmak imkansız.
Uzak doğu dünyanın en önemli üretim merkezlerinden bir durumunda. Bu kadar yüksek bir üretim gücüne ve zenginliğe sahip bir bölgede, yaşayanların da o oranda refah ve mutluluk kazandıracağını düşünebilirsiniz. Oysa gerçek sanılandan çok daha farklı. Sadece üretime, maksimum karlılığa odaklanan bir sistem pek azı dışında insanların çoğunluğuna mutsuzluktan başka bir şey getirmiyor.
Yalnız uzakdoğu'da değil, dünyanın pek çok yerinde çalışanlar emeğini tam karşılığını alamıyor. Hatta bunun ötesinde bazı işyerleri haklarını arayamadıkları, daha düşük ücretlerle daha çok çalıştırabildikleri için çocuk işçileri tercih ediyor. Hiçbir sosyal güvencesi olmayan bu çocuklar çalışma şartlarının ağırlığının yanında iş yeri sahipleri ya da yöneticileri tarafından acımasız bir muameleye tabi tutuluyorlar.
Afrika'da madenlerde çalışan çok sayıda çocuk var. Bunların hemen tamamının barınma ve beslenme sorunu var. Çoğu zaman çalıştıkları dev sermayeli madencilik firmalarına karşı haklarını koruyacak bir kuruluş bile yok.
İşyerlerindeki zor koşulların hakim olduğu yerler sanılanın aksine sadece küçük sermayeli işletmelerden ya da atölyelerden ibaret değil. Dünyanın en ünlü cep telefonu ve bilgisayar markası için üretim yapan fabrikada işçiler 16 saat aralıksız çalıştırılıyor ve sandalye üzerinde uyumak zorunda bırakılıyorlar. Söz konusu markanın daha önce en önemli tedarikçisi olan firmada çalışan 14 işçinin intiharı ile gündeme gelmişti.
Merhametsizlik hatta zalimlik örneği sayılabilecek bu olaylar sevgisizlikten kaynaklanıyor. Yöneticiler daha çok kazanmak ya da üstlerine yaranmak adına vicdanlarını köreltiyorlar. İnsanlara karşı sevgisini yitirmiş hakimler mahkemelerde adalet dağıtamaz hale geliyor. Öğrencilerini sevmeyen öğretmenler onları gerektiği gibi eğitemiyor. Şefkat, ve sevgi hissini kaybeden doktorlar hastalarına şifa dağıtmak yerine onları birer geçim kaynağı olarak görmeyi tercih ediyorlar. Medyada hiç dile getirilmese de sevgisizlik yüzünden devlet hizmetlerinin aksaması hatta durduğu bile oluyor. Gazetelerde televizyonlarda hastasına acımayan doktorun ya da öğrencisine eziyet eden öğretmen haberleri yapılırken bir tekinde bile "eğer birbirlerini yeteri kadar sevseler, şefkat ve ilgi gösterebilselerdi bunların hiçbir olmazdı" denemiyor. Devletler de insanlarına sevginin öneminden bahsetmiyor sadece asgari yaşam koşullarını temin etmek için çabalıyor.
Geçmişte yaşananlar düşünüldüğünde sevgi dünyadaki insanların huzuru ve mutluluğu için en acil ihtiyaç. Sevgisiz yaşamın sonuçlarını ideolojik bir temele oturmuş otoriter rejimlerde daha açık bir şekilde gözlemlemek mümkün. Nazi Almanyası gibi rejimlerde sevgiden uzak, vicdan, acıma, şefkat anlayışı ve yardımlaşma gibi hislerden arındırılarak adeta birer robot haline getirilmiş insanlar başka ideolojilere, inançlara ya da etnik gruplara duydukları öfke sebebiyle rahatlıkla kitlesel cinayetler işlemişler. Aslında Nazi Almanyası dönemindeki kadar ülke boyutunda olmasa da yeryüzde sevgisizlikten kaynaklanan zulümlere rastlamak mümkün.
Bugün de Afganistan’dan Libya’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada sevgisizliğin ölümcül etkileri kendini gösteriyor. Bunun bir örneği Yemen. Aralarındaki sevgi yok olunca Yemenliler arasında büyük bir iç savaş patlak verdi. Düne kadar ülkede aynı dili konuşan, aynı Allah’a, aynı peygambere inanan insanlar birtakım bağnaz fikirlerin etkisiyle acımasızca birbirlerini katlediyorlar.
Ne uluslararası kuruluşlar, ne arabulucular, ne de politikacılar akan kanı, bencilliği, haksızlıkları durduramıyor, ahlaki bozuklukları ve umursamazlığı engelleyemiyor. Her yıl 21 Ocak’ta kutlanan Dünya Sarılma Günü (National Hugging Day) gibi organizasyonlar yüzeysel bir tepki olarak kalıyor ve insanlar arasındaki çatışmalara, gerginliklere çözüm sağlayamıyor.
Toplumsal bozuklukları ve çatışmaları ortadan kaldırmanın yegane yolu insanların arasında sevgi bağlarını güçlendirmek, ahlaki duyarlılıklarını artırmaktır. Vicdanının sesini dinleyen, sevgi, şefkat, merhamet hisleri güçlü, yardımlaşmanın ve paylaşmanın öneminin farkında olan bir insanın böyle büyük bir dram karşısında sessiz kalması, duyarsız davranması mümkün değildir. O halde asıl sorun dünya üzerindeki sevginin yok olması ve ahlaki zaaftır.
Devletlerin yıkılması siyasi ya da ekonomik etkenlerle ilişkilendirilse de, bu etkenleri harekete geçiren unsurların kökeninde hep sevgisizliğin yarattığı nedenler vardır. Bunlar toplum üzerinde zincirleme bir etki göstererek ciddi bir çözülme süreci oluşturur. Toplumu birleştiren unsur yani sevgi iyice zayıflayıp ortadan kalktıktan sonra da, ekonomik ya da askeri bir sebep, çatlak bir çömleğe çarpan taş etkisi gösterecek ve çömleği darmadağın edecektir.
Sanılanın aksine sevgiyi toplumsal düzeni sağlayan en önemli unsur olarak kabul etmek bir zaaf değildir. Bilakis tek taraflı olmamak kaydıyla bireyler arasında sevgi bağlarının güçlü olduğu toplumlar tarih boyunca gerek içten gerekse dıştan kaynaklanan yıkıcı etkilere karşı daha güçlü olmuşlardır.
Adnan Oktar'ın Diplomacy Pakistan'da yayınlanan makalesi: