Bir makineyi çalıştıran yakıt gibi vücudumuza enerji sağlayan glikozun, suda kolaylıkla çözünmesi hangi özelliği sayesinde gerçekleşir?
Glikozun hemen her sıvıda eriyebilmesi, neden hayati bir önem taşır?
Fazla miktardaki glikoz molekülü, vücutta nasıl dengelenir?
Yeterli miktarda glikoz olmazsa, vücut içinde hangi değişiklikler yaşanır?
Şeker hastalığı nasıl oluşur?
Tüm canlıların temel besin kaynağı olan glikoz, son derece önemli bir moleküldür. Çünkü Allah’ın vesile kıldığı glikoz sayesinde kolumuzu hareket ettirebilir, çene kaslarımızı çalıştırıp yemek yiyebilir, yürüyebiliriz.
Bünyesinde 6 karbon, 12 hidrojen ve 6 oksijen atomu bulunduran glikoz molekülü, hidrojen atomlarının varlığı sayesinde altıgen şekline sahiptir. İçeriğinde bulundurduğu bu 6 oksijen atomu, glikoza pek çok önemli özellik kazandırır. Örneğin bu oksijen atomları sayesinde glikoz, suda kolaylıkla çözünebilir. Bunun nedeni oksijen atomları sayesinde bu molekülün su molekülleri ile güçlü hidrojen bağları kurabilmeleridir. Glikoz suda çözünebilen bu molekül dolayısıyla, hemen her sıvıda erir. Glikozun sahip olduğu bu özellik, bizim için hayati bir önem taşır. Çünkü glikoz, hücrelerin en önemli besinidir ve hücrelere ulaşması için kan yolu ile taşınır, dolayısıyla sıvı içinde erimesi gerekmektedir.
Glikoz Vücutta Nasıl Hareket Ediyor?
Glikoz ile benzer molekül yapılarına sahip olan ‘hekzan’ pek çok yönden ortak özellik gösterirler. Hekzan, özellikle bir yakıt olarak glikoza oldukça benzer. Fakat hekzan, oksijen atomu taşımaz ve bu nedenle yandığında birçok yeni ve güçlü karbon-oksijen bağları meydana getirir. Bu durum hekzanın suda çözünmesini engeller. İşte bu nedenle hekzan, kan tarafından hücrelere taşınamaz. Normal şartlarda glikoz, hekzandan daha az verimlidir, ama sıvı içinde taşınabilirliği nedeni ile insanlar için hayati öneme sahiptir.
Glikoz molekülleri çözelti içerisine girdiği anda enerjisini metabolizma için hemen yakıt haline getirebilir. İşte bu nedenle glikoz, canlı hücreleri için esas enerji kaynağıdır. Daha büyük moleküller, örneğin daha kompleks şekerler ve nişastalar sindirildiğinde kolaylıkla yakılabilmesi ve hücrelere iletilebilmesi için glikoz molekülleri şeklinde küçültülürler. Bu şekilde glikoz girdiği metabolizmaya bağlı olarak, kan şekeri, üzüm şekeri, nişasta şekeri gibi çeşitli isimler alır.
Sindirme İşlemi Esnasında Açığa Çıkan Glikoz Molekülleri Nasıl Dengelenir?
Yediğimiz gıdaların %70’i bize karbonhidrat sağlar. Sindirimi ağızda başlayan karbonhidratlar, tükürük sıvısı içerisinde bulunan karbonhidrat parçalayıcı enzimler tarafından karşılanır. Kısmen parçalanan bu moleküllerin sindirimi ise ince bağırsakta son bulur. Bu parçalanma sonucunda ortaya çıkan glikoz molekülleri kan basıncının yükselmesine sebep olur. Fakat kan basıncı, glikoz moleküllerine müdahale eden enzimler vasıtası ile dengede durur. Kısacası, vücut için son derece önemli bir molekül, Yüce Allah’ın dilemesiyle özel olarak yaratılmış bir başka molekül tarafından dengelenmektedir.
Vücutta fazla glikoz bulunması durumunda, fazla glikoz molekülleri bir enzim vasıtasıyla “glikojen” adı verilen bir başka şekle dönüştürülüp depo edilir. Glikozun glikojene çevrilmesinde rol oynayan enzimin adı “glükokinaz” enzimidir. Bu enzim karaciğer tarafından üretilir ve bu üretim, pankreastan salgılanan “insülin” adı verilen bir hormonun kontrolü altındadır. Üretilen glikojen ise, vücutta enerji ihtiyacı baş gösterdiğinde devreye girer ve kullanıma hazır hale geçer.
Vücudumuzdaki Mükemmel İş Bölümü İnsan İlk Yaratıldığından Beri Vardır
Bir fabrikada, üretimi yapanlar, ürünleri belirli yerlere taşıyanlar, onları kontrol edenler, fazlalıkları saptayanlar ve bu fazlalıkları başka yerlerde kullanmak üzere değerlendiren elemanlar vardır. Her üretim mutlaka seçilmiş birimler tarafından denetlenir. Olası bir hatanın önlenmesi için yoğun bir takip yapılır. Her bölümde konularında uzman onlarca kişi çalışır. Buna rağmen kusursuz bir düzen oluşturulamaz, sık sık hatalar meydana gelir.
İnsan bedenindeki bu kusursuz sistem de adeta bir fabrika gibi işler ve Allah’ın dilemesi dışında asla hata yapmaz. Her hücre, her molekül görevini bilir, bunu eksiksizce yerine getirir. Canlılığın yapı taşı amino asitlerden, atomlara, moleküllerden, proteinlere tümü Allah’ın kudreti karşısında boyun eğmiştir. Kuşkusuz ne hücre içindeki moleküllerin ne de onunla birlikte hareket eden diğer yapıların aklı, bilgisi, becerisi veya eğitimi vardır. Bütün bu işlem ve üretimler için belirli bir zamanın da geçmesi beklenmemiş, doğduğumuz andan itibaren bu mükemmel sistem şu anki şekli ile yaratılmıştır. Allah bu mükemmel iş bölümünü binlerce yıl boyunca, henüz bilim bunun farkında değilken kusursuzca var etmiş ve her molekül her insanda mükemmel bir şekilde görevini yerine getirmiştir. Yüce Allah’ın bu üstün yaratma sanatı Kuran’da şöyle bildirilmektedir:
“Andolsun, Biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık. Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik. Sonra o su damlasını bir alak (embriyo) olarak yarattık; ardından o alak’ı (hücre topluluğu) bir çiğnem et parçası olarak yarattık; daha sonra o çiğnem et parçasını kemik olarak yarattık; böylece kemiklere de et giydirdik; sonra bir başka yaratışla onu inşa ettik. Yaratıcıların en güzeli olan Allah, ne yücedir.” (Müminun Suresi, 12-14)