11 Eylül 2001 tarihinde Amerika'nın iki büyük şehrine düzenlenen insanlık dışı terör saldırılarının ardından, Orta Asya sıcak çatışmalara sahne olmaya başladı. Bu çatışmalar Afganistan ile başladı, ancak bütün Orta Asya siyasetini çok ciddi şekilde etkiledi. Bu nedenle de Kafkasya'da son haftalarda daha da şiddetlenen çatışmaların bu gelişmelerden bağımsız olduğunu düşünmek çok büyük bir hata olacaktır.
Son gelişmeler Kafkaslar'ın çok birçok ülkeyi kapsayan geniş bir savaşa gebe olduğunu göstermektedir. Yaygın olan düşünceye göre, Çeçenistan'da yıllardır devam eden çatışmalar bu kez Gürcistan'ı da içine alan bir savaşa dönüşecektir. Bu savaşın sonunda da Kafkaslar'da güç dengelerinin değişeceği açıktır. Son günlerde yaşanan olaylar da bu şüpheleri doğrular niteliktedir.
Kafkasya'ya Olan İlginin Nedenleri
Avrupa ile Asya'yı birbirinden ayıran sınır bölgesi sayılan Kafkasya Türk-İslam tarihinde çok önemli bir yere sahip bir bölgedir. Kafkasya bölgesini şekillendiren doğal sınırlar, aynı zamanda bu iki kıtanın sınırlarını oluşturur. Tarihte Asya'dan Avrupa'ya yapılmak istenen bütün askeri harekatlar Kafkasya üzerinden yapılmıştır. Günümüze kadar bir çok büyük devlet, sınırlarını bu coğrafyaya dayandırarak, doğal bir savunma barikatına sahip olmak istemiştir. En eski dönemlerden itibaren Kafkasya'ya hakim olan devletler doğu ve batı medeniyetlerini bağlayan birer köprü konumuna gelmişlerdir. Orta ve batı Avrupa ile Ön Asya arasındaki ticari ve kültürel alışverişi sağlıyor olması Kafkasya'nın önemini daha da artırmıştır. Bütün bunlar bölgenin yüzyıllar boyunca çok değişik milletlerin işgaline uğramasına ve böylelikle de çeşitli medeniyetlerin gelişmesine sebep olmuştur. Doğal zenginliklere sahip olması ve coğrafyası sebebiyle Kafkasya, her zaman bir çatışma ortamı olmuştur. Bölgeyle ilgili olan devletler de buradaki siyasi istikrarsızlığı desteklemişlerdir.
Bu durumun tek istisnası Osmanlı Nizamı'nın bölgeye hakim olduğu dönemdir. Kafkasya, Osmanlı hakimiyetinin hinterlandıdır. Osmanlı siyasi anlayışının bölgeye hakim olduğu dönemde, coğrafi şartlarla bölünmüş olan etnik yapıda asla bir sorun yaşanmamış, aksine bölgede halkları, Devlet-i Aliye'yi oluşturan en temel unsur olmuşlardır. Bu bakımdan bölgenin Türk tarihinde çok farklı bir yeri vardır. Bugün ise bölge, doğal bir geçiş yolu olma özelliğiyle gündeme gelmektedir.
Orta Asya'dan Batı'ya Uzanan Enerji Hattı
Sanayi Devrimi 19. yüzyılın ilk yarısında kömürle çalışan buharlı makinaların kullanılması ile başlamış ve dünya tarihinde büyük bir dönüm noktası olmuştur.
Makinaların üretimdeki öneminin anlaşılmasıyla, kömüre alternatif olabilecek güç ve enerji arayışlarına girilmiştir. Bu arayış, yüzyılın sonlarında petrolün keşfiyle son bulmuştur. Çok kısa zamanda ticari yönünü kat kat aşan bu yeni enerji alanı, dünya siyasetini etkileyen bir konum almıştır.
Petrol sahalarının büyük bölümünün, onu ilk kullanan Batılı devletlerin sınırlarının dışında kalması da, mücadelenin çok daha büyük alanlara taşınmasına neden olmuştur. Hatta Birinci Dünya Savaşı'nın en önemli sebeplerinden biri arasında da aynı konu bulunmaktadır. Bugün dünya üzerindeki petrol kaynaklarının belli başlı iki sahada bulunduğunu görüyoruz. Bunlardan birincisi Ortadoğu'daki petrol havzaları, diğeri ise Ortaasya'dır.
Orta Asya'daki petrol kaynaklarından, Avrupa'ya petrol sevkiyatı uzun bir işlemdir ve petrolün ihtiyaç duyulduğu pazarlara ulaştırılması da önemli bir sorundur. Gerçekten de sanayileşmiş ülkeler açısından, enerji güvenliğinin sağlanması vazgeçilmez bir durumdur. Enerji kaynaklarıyla tüketim merkezlerini buluşturan boru hatları, geçtiği güzergahları da önemli hale getirmektedir. Bu işlemin yapıldığı güzergahı elinde tutan devlet, çok büyük bir askeri ve ticari gücü elinde tutuyor demektir. Kafkasya'nın önemi, bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Kafkasya 20. yüzyıla kadar doğudan batıya uzanan kürk ve ipekyolu ticaretinin ana güzergahıydı. 20. yüzyılda ise onların yerini petrol aldı. Enerji kaynaklarının egemenliğine dayalı bir siyasi anlayışın dünya siyasetine yerleşmesiyle, Hazar havzası ve Orta Asya'dan Avrupa'ya nakledilen doğalgaz ve petrolün, enerji koridoru niteliğine bürünmesi, önemini artırmıştır. Kafkasya'nın bir petrol havzası olmasının yanı sıra Basra Körfezi'ni de kontrol eden jeopolitik bir konuma sahip olması önemini daha da artırmaktadır.
Kafkasya'daki Çatışma Alanları
Yakın tarih boyunca Kafkasya üzerine yapılan mücadeleler, Osmanlı ve Rus Devletleri tarafından bir çok kereler tekrarlanmıştır. Kafkasya'nın önemini kavrayan Rus Çarlığı dış politika stratejilerini bu gerçeğe göre yapmıştır. 1917 yılında SSCB'nin Dünya siyasetine girmesiyle bu strateji de aynen devam etmiştir. Kafkasya, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından hemen sonra, dünya üzerindeki en karışık bölgelerden biri olmuştur.
Bugün bir bütün olarak Kafkasya'ya bakıldığında üç çatışma alanı dikkat çeker. Bunlar Ermeni-Azeri, Gürcü-Abhaz-Rus ve Çeçen-Rus sıcak çatışma alanlarıdır. Rusya Federasyonu'nun içinde kalan Kuzey Kafkasya'da Moskova'nın hakimiyetinden kurtulma yönünde bir hareket başlamış ve bu, Çeçenistan'da görüldüğü gibi bir bağımsızlık mücadelesine dönüşmüştür. Rus-Çeçen savaşı halen etkinliğini sürdürmektedir. Güney Kafkasya ise, biraz daha farklı olarak bölgesel ve etnik çatışmalara tanık olmaktadır. Bunun en güzel örneği içinde bulunduğumuz günlerde Gürcistan'da yaşanan olaylardır. Bu arada, bağımsızlığına kavuşmuş Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki mücadeleler de devam etmektedir.
Çatışmalar Neden Son Bulmuyor?
Çeçenistan ekonomik gücünü petrolden almaktadır ve Orta Asya'dan uzanan enerji koridorunun önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Bu durum bu küçük ülkeyi Rusya açısından vazgeçilmez yapmaktadır. Petrol ve gaz yollarını denetlemek isteyen bir ülke için Grozni'nin, Orta Asya ve Azerbaycan'dan Karadeniz'e geçiş yolunun üzerindeki en stratejik nokta olduğu bilinmektedir. Rusya'nin Çeçen savaşının temelinde de, Grozni'yi kaybetmemek düşüncesi yatıyor. 1994 yılından itibaren başlayan sıcak çatışmaların bugün hala devam ediyor olması da bunu kanıtlamaktadır.
Son günlerde gerçekleşen çok önemli bir gelişme de, Rusya'nın savaşla alamadığını, masada kazanmaya çalışıyor olmasıdır. Bütün Dünya'nın teröre karşı şiddetli bir savaş açtığı şu günlerde Çeçenistan'daki bağımsızlık hareketi de bu kapsama sokulursa, bu işten en karlı çıkan Rusya olacak.
Çeçenistan sorunu bu şekilde çözülmeye çalışılırsa, çatışmaların giderek büyüyeceği ve Kafkasya'yı saracağı çok açık olarak gözüküyor.
Olayların, enerji koridorunun ikinci ayağı olan Gürcistan'a da sıçrayacağına kesin gözüyle bakılıyor. Daha şimdiden Bakü - Ceyhan hattının geçiş yolu olan Gürcistan'da sorunlar başlamış durumda. Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki sorunlar ise yıllardan beri devam ediyor.
Burada dikkati çeken nokta; Rusya'nın 1991 yılında bağımsızlığını kazanan Kafkas Devletleri'nde çıkan karışıklıkları fırsat bilerek bölgedeki etkinliğini arttırma arayışında olması.
Bu devletlerin tamamı, aralarındaki kültürel, etnik ve dini farklılıklara rağmen, Osmanlı Devlet sisteminin altında yüzyıllarca beraber yaşamışlardır. Osmanlı Nizamı'nın bölgeden çekilmesiyle başlayan çatışmalar ise durmaksızın devam ediyor. İşte, Osmanlı Devleti'nin doğal varisi Türkiye, bu çatışma bölgesinin tam ortasında, jeostratejik bir konuma sahip ve "enerji koridoru"nun "kilit ülkesi" konumundadır.
Kilit Ülke: Türkiye
Enerji koridoru olan coğrafyaların siyasi istikrarı, enerjiyi üreten ve tüketen ülkeler için hayati önem taşımaktadır. Petrol ve doğalgazın üretimi için güvenlik ve istikrara ne kadar ihtiyaç varsa, onun tüketicisi olan gelişmiş ülkelere ulaştırılmasını sağlayan ülkelerin iç politik istikrarı da o kadar önem taşımaktadır.
Türkiye, enerji kaynakları son derece zengin olan ülkelerle sınır durumundadır. Dünya üzerindeki ispatlanmış petrol ve gaz rezervlerinin dörtte üçü Türkiye'nin çevresindedir. Doğalgaz ve petrol rezervi zengini olan Ortaasya ve Ortadoğu ülkeleri ile enerji ihtiyacı olan sanayileşmiş Batı ülkeleri arasında, Anadolu yarımadasının en güvenli koridor olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir. Bu da Türkiye'yi 21. yüzyılın "enerji koridorunun anahtarı" yapmaktadır. Doğal geçiş kapısı olma özelliğine sahip olması, ülkemize ekonomik daralmayı aşma fırsatını da sunmaktadır.