Tüm diğer ülke ve coğrafyalarda olduğu gibi Ortadoğu reelpolitiği de daima çıkarlar üzerine işler. Soydaşların, dindaşların, vatandaşların bile arasını açmıştır bu çıkarcılık. Bölge halkının büyük bir kısmı için kendi menfaatleri esasken, dış güçlerin bir kısmı da kendi güvenlik, kazanım ve çıkarlarının peşindedirler.
Şu an karışıklık içindeki bu coğrafyada “karışıklığa çözüm” adı altında böyle bir çıkar hesabı hüküm sürmektedir. Bu çıkar hesabında, haritası 2006 yılında çizilmiş, büyük ve parçalanmış Ortadoğu projesinin payı büyüktür.
Irak bu projenin önemli bir parçası. Irak’ta IŞİD tehdidi gün geçtikçe daha ürkütücü bir hal almaya devam ederken, ilk başlarda Bağdat yönetiminin, bölge ülkelerinin, hatta ABD’nin bile Kürt federasyonu askeri gücüne yani peşmergelere güveni tamdı. Peşmerge, tehlikeye yol vermeyen asker, Kürt yönetimi ise dokunulmaz bölge idi. Fakat hesaplar böyle olmadı. IŞİD, beklendiği gibi değildi. Dokunulmaz bölgeye, Kürt bölgesine adımını atmaktan çekinmedi. Musul’un işgali ve IŞİD’in Bağdat’a doğru yol alması sırasında devreye girmeyen ABD, Kürt bölgesi söz konusu olunca devredeydi. Çünkü Irak Kürt bölgesi, 2006’da bir nevi resmi olarak tasarlanan Büyük Kürdistan projesinin bir parçasıydı.
Bir kısım kimseler tarafından peşmergenin IŞİD’e karşı, “başarısız” ilan edilmesi, PKK’nın oyuna dahil edilmesi için bir bahaneydi. IŞİD’e karşı ABD tarafından dile getirilen “Kürtlerin birliği” projesi PKK ile Kürt yönetimi partisi KDP arasında bir nevi ittifakı öngörüyordu. Buna karşılık ABD ve Avrupa ülkeleri, PKK’nın silahlandırılması fikrini gündeme getirdiler. ABD ve pek çok Avrupa ülkesi tarafından terör örgütü ilan edilmiş olan bir grubun artık bu ülkeler tarafından silahlandırılması mevzu bahisti.
Bu garip manzaranın o kadar garip görünmemesi için bazı yazarlar altyapı hazırlığına giriştiler. Irak’ta çözümün PKK’ya bağlı olduğunu, “çatışmalara alışık” bir topluluğun IŞİD’e karşı başarı elde edebileceğini savunmaya başladılar. “Çatışmaya alışık” olarak övülen topluluğun yıllarca Türkiye toprakları üzerinde Türk askerlerine pusu kuran bir terör örgütü olduğundan her nasılsa kimse bahsetmiyordu.
Avrupa basınının gerçekleştirdiği altyapı çalışmalarında son noktayı ise Danimarka’nın Berlingske gazetesi koydu. Gazetenin, “PKK’yı terör örgütü olarak damgalama rüzgarı ters dönüyor” başlıklı haberinde, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi ve Avrupa ülkelerinin parlamentolarında, AB’nin PKK’yı terör listesinden çıkarması konusunda seslerin yükseldiği iddia ediliyordu. PKK’nın terör listesinden çıkarılması fikri bu ilginç yöntemle yaygınlaştırılıyor ve adeta nabız yoklanıyordu. Beklenen oldu, bazı Avrupalı siyasetçiler zaman kaybetmeden bu fikre destek verdiler. Bunların büyük bir kısmının komünist-sol kökenli olması elbette sürpriz değil.
“Kötü IŞİD”e karşı “iyi PKK” algısı şu an dünyada ustaca manevralarla kabul ettirilmeye çalışılıyor. Öyle ki Türkiye’de bile bunun zeminini hazırlamaya çalışan yazarlar olduğu bir gerçek. Kimi ABD’nin ve Avrupa’nın PKK’yı silahlandırmasını gerçekten IŞİD’e karşı bir önlem olarak düşünürken, kimi PKK’nın sinsi zihniyetine hizmet etmek için bunu yapıyor. Bunun neye mal olacağını hiç düşünmeden.
Bunun nelere mal olacağını kısaca izah edelim. PKK, 30 yıldır Türkiye’de, Türkiye’nin düzenli ordusuyla mücadele halinde olan bir terör örgütüdür. Başarılı olamamıştır, fakat terörü devam ettirme gücünü arkadan vurarak sağlamıştır. Nizami ordunun kurallarına karşı kuralsız, sinsice ve kahpece vuran bir gerilla gücü olarak kendisini göstermiştir.
Şimdi Irak topraklarında karşı karşıya kaldığı IŞİD ise nizami bir ordu değildir. Tıpkı PKK gibi arkadan vuran, sinsice yaklaşan ve kural tanımayan bir örgüttür. Vahşet konusunda sınır tanımamakta, ölümden korkmamakta ve her türlü vahşeti tereddütsüz ve zaman kaybetmeden uygulamaktan çekinmemektedir. Dolayısıyla PKK’nın, IŞİD’e karşı kurtarıcı bir güç kisvesinde gösterilmesi sadece bir göz boyamadır.
Vahşet isteyen radikallere karşı vahşet isteyen Stalinistlerin silahlandırılması ölümlerden ölüm beğenmek ile eşanlamlıdır. ABD’nin Condoleezza Rice döneminde şekillendirdiği Büyük Kürdistan projesi, hiç kuşkusuz ABD etkisinin Ortadoğu’da güçlenmesi adına şekillenmiştir ve bu açıdan anlaşılabilirdir. Ortadoğu’da bölünme planlarının da ilk olarak “barış” adına gündeme getirildiği bilinmektedir. Dolayısıyla uygulanan planlardan dolayı doğrudan ABD’yi suçlu göstermeye çalışmak doğru olmayacaktır.
Fakat ABD ve Avrupa’nın PKK’yı silahlandırması mevzusu oldukça vahimdir. Bu silahların kısa bir süre içinde Türk askerine doğrultulma ve bölgenin daha büyük çatışmalara gebe kalması riski göz ardı edilemez. Büyük Kürdistan hayalini PKK üzerinden kurma düşüncesi, bölgede yeni bir Kuzey Kore’nin oluşmasını kaçınılmaz hale getirecektir. ABD, radikalizm tehlikesi ile uğraşırken, yıllarca mücadele ettiği komünizm tehlikesini görmezden gelmemelidir. Bu, yarın çok daha büyük bir tehdit olarak önce Avrupa’nın sonra ABD’nin kapısına dayanacaktır. Ortadoğu’da önemli bir müttefik olarak planlanan “Büyük Kürdistan”, bütün demokrasileri yerle bir eden, Batılı güçlerin can düşmanı olan komünist bir bölgesel güç olarak kendisini gösterecektir. İşte o zaman bu, sadece Ortadoğu’nun değil, tüm dünyanın yıkımı demektir.
Ortadoğu’da terör örgütlerinin bile devlet eliyle silahlandırıldığı şu zamanda ABD ve Avrupa, daha fazla silahın bugünkü kabusu meydana getirdiğini unutmamalılar. Bölgede zihniyet değişimi istiyorlarsa önce bu değişimi kendilerinde yapmalılar. İdeolojik bir mücadeleyi silahlı mücadeleye tercih etmeliler. Bunu sağlamak için Ortadoğu’da ittifak edecekleri aklı selim insanlar olduğunu unutmamalılar.