Yüce Allah yarattığı tüm peygamberlerin üstün ahlaklı salih birer mümin olduğunu elbette bilir; onları samimi bir derinlikle ve salih bir imanla yaratan O’dur. Rabbimiz’in seçkin, üstün ve onurlu kulları olmalarına rağmen yine de peygamberler, hayatları boyunca oldukça zorlu imtihanlarla denenmişlerdir. Zorluklar, insanların onların samimiyetlerine şahit olması ve onların üstün ahlaklarını örnek almaları, peygamberlerin Allah’a olan yakin ve candan sevgilerinin pekişmesi, ahirette güzelliklerinin kat kat artması için büyük bir vesiledir.
Kuran ayetleri ile haber verilen kıssalar vesilesiyle bu zorlu imtihan ortamı tarif edilmiştir. Hz. Musa (a.s.), peşindeki zorlu Firavun ordusuna rağmen denizin kıyısına geldiğinde, zahiren bir çıkış yolu gözükmüyordu. Allah’ın Yüce Kadrini takdir edemeyenler “gerçekten yakalandık” derken, ayette belirtildiği gibi Hz. Musa (a.s.) "Hayır" dedi. "Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir." (Şuara Suresi, 62).
Hz. Yunus (a.s.) balığın karnında bulunduğu o zorlu süre boyunca Allah’a yönelmiş ve ayette bildirildiği üzere “...içi kahır dolu olarak (Rabbine) çağrıda bulunmuştu.” (Kalem Suresi, 48) Bu zorlu imtihan ortamında Allah’a kalpten yönelen Hz. Yunus (a.s.), Rabbimiz’in rahmeti ve şefkati ile balığın karnından kurtulmuş ve bir topluluğa peygamber olarak gönderilmişti. Hz. Yunus (a.s.)’ın bu zorlu imtihanı, Kuran’da şu şekilde anlatılır:
Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (elçi)lerdendi.
Hani o, dolu bir gemiye kaçmıştı.
Böylece kur’aya katılmıştı da, kaybedenlerden olmuştu.
Derken onu balık yutmuştu, oysa o kınanmıştı.
Eğer (Allah’ı çokça) tesbih edenlerden olmasaydı,
Onun karnında (insanların) dirilip-kaldırılacakları güne kadar kalakalmıştı.
Sonunda o hasta bir durumdayken çıplak bir yere (sahile) attık.
Ve üzerine, sık-geniş yaprakla (kabağa benzer) türden bir ağaç bitirdik.
Onu yüzbin veya (sayısı) daha da artan (bir topluluk)a (peygamber olarak) gönderdik.
Sonunda ona iman ettiler, Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık. (Saffat Suresi, 139-148)
Mübarek Peygamberimiz (sav) ise kendi topluluğu ile birlikte savaş sırasında putperestler tarafından iki taraftan sarıldığında, zahiren kaçacak hiçbir yol bulunmuyordu. Bu, yüreklerin hançereye dayandığı zorlu bir imtihan günüydü. Aynı zamanda bu, Allah’a yürekten iman eden, Allah’ın yardımına tüm kalbi ile güvenen, Allah’a dayanıp sarılan samimi müminlerin güçlü kaldıkları, Allah’ın yardımını umdukları çok özel bir sınanma vakti idi. Allah’ı gereği gibi takdir edemeyenler ve münafıklar ise, Allah’ın rahmetinden hemen umut kesmişler, kendilerince zanlarda bulunmaya başlamışlardı. Yüce Rabbimiz ayetinde bu zorlu ortamı şöyle tarif etmiştir:
Hani onlar, size hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi; gözler kaymış, yürekler hançereye gelip dayanmıştı ve siz Allah hakkında (birtakım) zanlarda bulunuyordunuz. İşte orada, iman edenler, sınanmış ve şiddetli bir sarsıntıyla sarsıntıya uğratılmışlardı.
Hani, münafık olanlar ve kalplerinde hastalık bulunanlar: "Allah ve Resulü, bize boş bir aldanıştan başka bir şey vadetmedi" diyorlardı. Onlardan bir grup da hani şöyle demişti: "Ey Yesrib (Medine) halkı, artık sizin için (burada) kalacak yer yok, şu halde dönün." Onlardan bir topluluk da: "Gerçekten evlerimiz açıktır" diye Peygamberden izin istiyordu; oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı. (Ahzab Suresi, 10-13)
İşte böylesine zorlu bir ortamda Peygamberimiz (sav) ve onun yanında bulunan salih müminler Allah’ın desteğinden ve yardımından emin, mütevekkil olarak bunun Yüce Rabbimiz’in vadettiği olduğunu görerek şükretmektedirler. Yüce Allah ayetinde şöyle bildirir:
Mü'minler (düşman) birliklerini gördükleri zaman ise (korkuya kapılmadan) dediler ki: "Bu, Allah'ın ve Resûlü’nün bize vadettiği şeydir; Allah ve Resûlü doğru söylemiştir." Ve (bu,) yalnızca onların imanlarını ve teslimiyetlerini arttırdı. (Ahzab Suresi, 22)
Rabbimiz’in, ayette bildirdiği gibi; “Savaşta Allah (yardımcı ve zafer nasib edici olarak) mü'minlere yetti. Allah çok güçlüdür, üstün ve galib olandır.” (Ahzab Suresi, 25)
Hz. Yusuf (a.s.)’ın hayatında da çok büyük imtihanlar ve zorluklar vardır. İftiraya uğraması, yıllar boyu zindanda unutulması elbette ki zorlu imtihanlardır. Fakat onun, Allah rızası için şevkle ve zevkle göğüs gerdiği en büyük imtihanlardan biri kuşkusuz ki küçük yaşta kardeşleri tarafından kuyuya atılması ve bu karanlık yerde kurtuluşu beklemesidir. Eğer onun kuyuda bulunduğu sırada kervan o bölgeden geçmese, bu topluluk kuyudan su almaya karar vermese, orada günler boyunca süren zorlu bir şehadet ile dünyadaki yaşamı son bulacaktır. Fakat kuşkusuz ki her şey Allah’ın dilemesiyledir. Hz. Yusuf (a.s.)’ı değerli, üstün ve mübarek bir peygamber olarak yaratan Allah, onun kurtuluşunu da en güzel şekilde kaderinde belirlemiştir.
Hz. Lut (a.s.), sapkın bir topluluğun zorlu baskılarına karşı mücadele verirken, Hz. Eyüb (a.s.) kendisini saran şiddetli hastalık ve fiziksel zorluklara sabrederken, Hz. Harun (a.s.) kendisini yalanlayan ve putperest olan kavmini ikna etmeye çalışırken, Hz. Yahya (a.s.) dönemin zorlu inkarcıları tarafından şehit edilirken ve Hz. İsa (a.s.) münafıkların tuzaklarına karşı mücadele ederken, bu mübarek peygamberler büyük bir imtihan ile karşı karşıya gelmişlerdir. Peygamberleri izleyen Müslümanlar da aynı zorluklarla karşılaşmış, Allah'ın Hz. Musa (a.s.)’a verdiği delilleri gördükten sonra iman eden kimseler, Firavun’un, ellerini ve ayaklarını çarprazlama keseceği ve ardından kendilerini öldüreceği gerçeğini bile bile iman etmişlerdir. Peygamberimiz (sav)’in sahabeleri, onları yurtlarından süren, akılalmaz işkencelere maruz bırakan ve hatta onları şehit etmeye yeltenen inkarcılar ile birebir mücadele etmişlerdir. Müminler, kafir bir topluluk tarafından ateş çukuruna atıldıklarında da işte bu zorlu imtihanla karşılaşmışlardır. Yüce Allah ayetlerinde ateş çukuruna atılan müminlerin durumunu şöyle bildirmektedir:
Kahrolsun Ashab-ı Uhdud
'Tutuşturucu-yakıt dolu o ateş,'
Hani kendileri (ateş hendeğinin) çevresinde oturmuşlardı.
Ve mü'minlere yaptıklarını seyrediyorlardı.
Onlardan, yalnızca 'üstün ve güçlü olan,' öğülen Allah'a iman ettiklerinden dolayı intikam alıyorlardı.
Ki O (Allah), göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Allah, her şeyin üzerinde şahid olandır.
Gerçek şu ki, mü'min erkeklerle mü'min kadınlara işkence (fitne) uygulayanlar, sonra tevbe etmeyenler; işte onlar için, cehennem azabı vardır ve yakıcı azab onlaradır. (Büruc Suresi, 4-10)
Elbette ki Yüce Allah, peygamberleri de müminleri de topluluklara uyarıcılar olarak, Kendisi’ne yönelip dönen, O'nu herşeyden çok seven ve yalnız O'nun rızası için yaşayan salih müminler olarak özel bir yaratılışla yaratandır. Onları cennet için var etmiştir. Fakat buna rağmen onlar dünyada zorlu imtihana tabi olmuşlardır. İşte burada bir sır vardır. İmtihan ve imtihanın getirdiği zorluklar, bir üstünlüğün, sevginin, fedakarlığın, Allah’a olan derin, içli, ve kalpten sevgi ve bağlılığın göstergesidir. Peygamberler, Allah için gösterdikleri sabır, doğruluk, fedakarlık, vefa, sadakat ve güzel ahlak ile güzelliklerine güzellik katarlar. Onları cennette en değerli kılan unsurlardan biri gösterdikleri bu güzel ahlak, zorluklar karşısındaki üstün ve değerli sabır ve tevekkülleridir. Yüce Allah, onların üstünlüğüne, Kendisi'ne olan bağlılık ve sevgilerine bizleri ve hatta kendilerini şahit kılmak için onlara bu zorlu imtihan ortamlarını hazırlamıştır. Kuşkusuz ki Yüce Allah, her zaman iman edenlerin destekçisidir, onları koruyandır, onların daima yanındadır. Müminlerin zorluk ortamlarında bunu bilerek tevekkül etmeleri işte bu sebeple çok değerlidir. Peygamberler de, onları izleyen müminler de, mutlaka sonsuz hayat ile buluşacakları ahirette, bu güzel sabrın karşılığını en güzeli ile alacaklardır. Yüce Allah ayetlerinde şöyle bildirir:
İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orda esenlik dileği ve selamla karşılanırlar. Orda ebedi olarak kalıcıdırlar; o, ne güzel bir karargah ve ne güzel bir konaklama yeridir. (Furkan Suresi, 75-76)
Allah zorlukları imtihan için yaratmıştır. İmanın derecesine göre zorlukların da şiddeti artar
Adnan Oktar’ın 11 Mart 2010 tarihli HarunYahya.TV röportajından
İmtihanın Varlığı Salih Müslümanlar İçin Büyük Bir Nimettir
Allah’ın varlığı apaçıktır. Her kim Allah’ın varlığını inkar ettiğini söylerse, bu açık bir aldatmaca ve yalandır. Allah’ın üstün varlığının delilleri her yeri sarıp kuşatmıştır. Bu açık deliller karşısında bir insanın, Varlığı ve Kudreti apaçık olan Yüce Allah’ın üstün ve hayranlık uyandırıcı Yüce Varlığını görememesi mümkün değildir.
İnsan, hücre, eşya, ışık, atom, dünya, gezegenler, hatta tek bir kibrit tanesi bile şanlı ve hayranlık uyandırıcı olan bu yaratılışın delilidir. Buna itiraz mümkün değildir. İnsanların bazılarının Allah’a karşı gaflet içinde olmalarının sebebi, Allah’ın apaçık varlığının farkında olamamaları değildir. Bu insanlara zor gelen, onları Allah’a yönelip Allah’a teslim olmaktan alıkoyan şey, imtihanın varlığı ve bu imtihanın sırrını kavrayamamalarıdır. İmtihanın varlığı onları yıldırır, imtihanın zorluğu onları Allah’ı razı edecek bir kul olmaktan vaz geçirir. Yoksa her insan, Allah için yaşaması gerektiğini çok iyi bilmektedir. Cenab-ı Allah bir ayetinde şöyle buyurur:
Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak. (Neml Suresi, 14)
İnsanların tümü vicdanen Allah’ın varlığını ve Allah için yaşamaları gerektiğini bilmektedir. Fakat onların bir kısmı, imtihanın varlığı karşısında bocalar ve tereddüte düşerler. Hz. Musa (a.s.) ile birlikte yola çıkan bir topluluğun zorluk karşısında Hz. Musa (a.s.)’a “Sen ve Rabbin git, ikiniz savaşın. Biz burada duracağız.” (Maide Suresi, 24) demeleri, kendi nefislerini, Allah için zorluğa katlanmaya tercih etmelerindendir.
Oysa Kuran’da saldırmak amacıyla birleşen inkarcı topluluklara karşı salih Müslümanların gösterdiği doğru tutum şu şekilde haber verilmiştir:
Onlar, kendilerine insanlar: "Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun" dedikleri halde imanları artanlar ve: "Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" diyenlerdir. (Al-i İmran, 173)
Zorlu imtihan karşısında Allah’a kalpten boyun eğmiş bir Müslümanın tutumu; "Onlara bir musibet isabet ettiğinde, derler ki: "Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz." (Bakara Suresi, 155-156) ayetinde belirtildiği gibidir. Yüce Allah, iyilik ve doğruluğun, imtihanın gerektirdiği yükümlülükleri yapmakla, vefa, sabır ve fedakarlık gibi güzel ahlak özelliklerini yaşamakla mümkün olacağını yine ayetinde bildirmiştir:
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
Gaflet içindeki toplumlara da zorluklar hep özel bir hikmet ve sebep ile verilmiştir. İnsanların bazıları ferahlık, bolluk ve rahatlık içindeyken kendi işlerine dalmaya, dünya işlerine yönelmeye, Allah’ı unutmaya yatkın olurlar. Bu kişiler, imkan ve bolluk ellerine geçtiğinde kendilerine hiçbir şey olmayacağını zanneder, kendilerine bir güç atfederler. İşte Rabbimiz, uyarıldıkları halde bolluk ve refah sebebiyle gaflete düşen, kendilerini yenilmez ve güçlü gören, Allah’a karşı haksız bir büyüklenme ve kibir içinde olan, hatta Allah’ı inkara cüret eden toplulukları, doğru yolu bulmaları, hatalarını anlamaları ve tek kuvvetin Yüce Allah’a ait olduğunu hatırlamaları için zorluklarla imtihan etmiştir. Allah ayetinde bizlere bu gerçeği haber vermiştir:
Andolsun, senden önceki ümmetlere (peygamberler) gönderdik de onları dayanılmaz zorluk (yoksulluk) ve sıkıntılarla çeviriverdik. Umulur ki yalvarırlar diye. (En’am Suresi, 42)
Zorlukla imtihan, bu gaflet içindeki topluluklara elbette çok büyük ve güçlü bir hatırlatmadır. Dalgalar arasında kuşatılmış olan geminin içinde kalan gaflet içindeki bir topluluğun durumunu Yüce Allah bir ayetinde şöyle bildirir:
Karada ve denizde sizi gezdiren O'dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O'na 'gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)' olarak Allah'a dua etmeye başlarlar: "Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak Sana şükredenlerden olacağız." (Yunus Suresi, 22)
İşte imtihanın sırrı buradadır. Dalgalarla kuşatılmışken dünya hayatının geçiciliğinin farkına varan, tüm gücün yalnızca Allah’a ait olduğunu hatırlayan ve Rabbimiz’e katıksızca yönelmeleri gerektiği konusunda hiçbir tereddüte düşmeyen bu insanlar, kendilerinden zorluklar uzaklaşıp gittiğinde ise eski umursuzluklarına geri dönerler. Allah ayetinde bunu bildirmiştir:
Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Biz'edir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz. (Yunus Suresi, 23)
İnsanların tümü, vicdanen yapmaları gerekeni çok iyi bilirler. Allah’a güzel bir kul olmaları gerektiğinin, Allah’ın rızasını aramak için ellerinden geleni yapmaları gerektiğinin her biri farkındadır. Bu dünyada, bazı insanların, Allah’ın yüce kudretini anlamazlıktan gelmeye çalışmaları da işte bu vicdani sorumluğu unutmak, nefse uygun yaşamak arzusundandır. Oysa insanlar, istedikleri kadar imtihan ortamını anlamazlıktan gelmeye çalışsınlar, yine de imtihana tabidirler. Vicdana uymadıkları sürece, nefislerine uygun yaşamak asla ve asla bu insanlara bekledikleri tatmin duygusunu ve zevki vermeyecektir. Hiçbir zaman dünya hayatında aradıkları sahte mutluluğu bulamayacaklardır. Bu insanlar, zevki, mutluluğu, sevinç ve neşeyi verenin Allah olduğunu takdir edememektedirler. Bir insan Allah’ı unutmuşken, Allah için yaşamayı reddetmişken, vicdanen rahat, huzurlu ve mutlu bir hayat yaşaması elbette ki mümkün olmayacaktır. İmtihanın varlığını görmezden gelen insanlar, işte bu gerçeği akledememektedirler.
Acı olmazsa imtihan da olmaz. Tüm peygamberler birçok zorlukla karşılaşmıştır
Adnan Oktar'ın 15 Aralık 2009 tarihli Kocaeli TV ve Mavi Karadeniz TV röportajından
İmtihanın Olmadığı Bir Dünyada Ne Olur?
İmtihanın olmadığı bir ortamda, insanı insan yapan tüm güzellikler bir anda ortadan kaybolur. Güzel ahlakın getirdiği değerler, fedakarlık, vefa, sabır, sevgi, merhamet, saygı, dayanışma, dostluk gibi güzellikler birdenbire anlamsızlaşır. Hayırlarda yarışmak, güzellik yapıp öne geçmek, karşındakinin nefsini kendi nefsinden üstün tutmak gereksiz görülür. Yapılan hiçbir şeyin değeri ve önemi kalmadığı için insanın da, yaşadığı hayatının da anlamı kalmayacaktır.
İnsanın dünyadaki imtihana güzel bir tevekkülle karşılık vermesinin, buna sabır göstermesinin tek sebebi Allah’a olan derin aşkıdır. Eğer imtihan olmazsa, Allah aşkı olmazsa, o zaman her şey dümdüz olur. İnsanın zevk alacağı tüm ahlaki değerler ortadan kalkacağı için insan, yiyip içip yatmak dışında hiçbir amacı ve hayattan hiçbir beklentisi olmayan, ne yaptığı işten ne de yaşadığı hayattan zevk alamayan garip bir mahluka dönüşür. Bu hayat, tıpkı Darwinistlerin yıllardır insanlara empoze etmeye çalıştığı sahte hayat anlayışıdır. İnsan, imtihanın olmadığı, dolayısıyla tüm ahlaki ve güzel değerlerin yitirildiği, hiçbir amacın kalmadığı dünyada, tam da Darwinistlerin iddia ettikleri gibi, hayvandan farksız bir organizmaya dönüşeceği için, yaşantısı da tıpkı hayvanları andıracaktır. Bu dünyada Allah için gösterilen çaba sona erince, geriye yalnızca bu organizmanın hayatta kalma savaşı kalacaktır.
Burada şu hatırlatmayı yapmakta fayda vardır: Hayvanların bile, Allah’ın kendilerine ilham ettiği bir şefkat, sevgi, vefa, fedakarlık ve dayanışma anlayışları vardır. Dolayısıyla imtihanın olmadığı bir ortam, amaçsız yaşayan ve tüm bu değerlerini yok etmiş insanları hayvandan da aşağı bir konuma getirecektir. Yüce Allah, kendi nefsini ilah edilen inkarcıların hayvanlardan daha aşağı bir konumda olduklarını ayetinde bildirmiştir:
Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar. (Furkan Suresi, 44)
İnsanların bir kısmının anlamadığı gerçek şudur: İmtihanın varlığı insanı değerli kılar. Zorluklara Allah için sabır göstermiş bir insanı ahirette bu güzel özelliğini bildiğimiz için çok severiz. Peygamberler, zorluklara Allah’ın dilediği şekilde karşılık verdikleri için değerleri kat be kat artar. Allah için çile çeken bir insan güzelleşir, şartlar her ne olursa olsun Allah için güzel ahlak gösteren kişi sevilir, ahiretteki güzel yurdu daha da güzelleşir. İnsanın nefsi, bencil tutkulara ve kıskançlığa hazır yaratılmış olmasına rağmen, Allah korkusuyla bencillik göstermeyen, kıskançlığa kapılmayan, Müslümanları kendisinden üstün gören, Allah’a karşı aczini bilen bir insan işte bu özellikleriyle sevilir ve tanınır. Bu insan, ahirette de, bu özellikleri ile her zaman akıllarda olacaktır.
İşte Rabbimiz, insanı, imtihana karşı gösterdiği bu üstün sabrı, dirayeti ve iradesi nedeniyle üstün görmektedir. İnsan, dünyadaki tüm zorluklara, çetin hastalıklara ve nefsinin bencil tutkularına rağmen bu iradeyi Allah için kullandığından, her birine güzel bir sabır ve ahlak ile karşılık verdiğinden ve asla Allah’ın rahmetinden umut kesmediğinden Rabbimiz’in Katında değerlidir.
Gösterilen bu sabır ve irade cennetin çok güzel bir süsü olacaktır. Çünkü cennet ancak Allah rızası için imtihana gösterilen güzel sabır ve Allah aşkı ile gösterilen çabayla hak edilebilir. Yüce Allah ayetinde bildirmiştir:
Yoksa siz, Allah, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırt etmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? (Al-i İmran Suresi, 140-142)
Şu önemli gerçeğin de unutulmaması gerekir. Zorlu imtihanları insan için özel olarak yaratan Yüce Allah, bu zorluklara karşı sabrı ve kurtuluş yollarını da elbette ki yaratmıştır. Yüce Rabbimiz’in inananlara Kuran ile haber verdiği sırlardan bir tanesi de, hiçbir kimseye güç yetireceğinden fazlasının yükletilmeyeceğidir:
Allah, hiç kimseye güç yetireceğinden başkasını yüklemez. (Kişinin nefsinin) Kazandığı lehine, kazandırdıkları aleyhinedir. "Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim Mevlamızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara Suresi, 286)
Her koşulda Allah’a yönelen bir Müslüman, Allah’ın sadık ve güzel bir kuludur. Dünyada imtihanı gereği her ne zorluk yaşarsa yaşasın bu onun güç yetireceğinden fazla değildir. Zorluklar, bu salih mümini güzelleştirmek, Allah’a daha da yaklaştırmak, onu gafletten korumak ve cennette sonsuz güzelliği ve nimeti hak etmek için verilmiştir.
Bu zorlukları yaşayan bir insan, nimetlerin en güzelline sonsuza kadar sahip olduğu cenneti de gereği gibi takdir edebilecektir. Dünyada darlık ve yoksullukla imtihan edilen bir insan, cennette dilediği her şeye dilediği anda, sebeplerden bağımsız olarak sahip olabildiğini görünce Allah’a olan şükrü, bağlılığı ve yakınlığı artacak, cennet nimetinin güzelliğini hakkıyla takdir edebilecektir. Dünyada ağır hastalıklara sabır gösteren bir kişi, cennette acizliklerin ve hastalıkların hiçbir şekilde olmadığını görünce, nimete olan sevinci, şükrü ve Allah’a olan sevgisi kuşkusuz ki olağanüstü şekilde artacaktır. Dünyada haksız yere zulüm gören bir insan, cennetin sonsuz güzellikteki huzur ortamında, Yüce Allah’ımızın katında güvenlik ve sevinç içinde, eksikliklerden ve tüm kusur ve çirkinliklerden münezzeh olarak yaşadığında, cennet onun için kat be kat güzel hale gelecektir. Örneğin, dünyada yürüme özürlü bir mümin cennette istediği gibi koşacak, hatta uçacak, dilediği gibi yaşayacak; dünyada görme özürlü bir mümin, dünyadaki ile kıyası kabil olmayan benzeri görülmemiş bir görüş ufku ile cennetin sonsuz ve kusursuz güzelliklerini sonsuza kadar, doyasıya ve sınırsız bir zevkle seyredecektir. Dünyadayken, yüzünde veya bedeninde herhangi bir sebeple ciddi kusurlar olan bir mümin, cennette çarpıcı güzelliğe sahip olarak yaratılacaktır. İşte bu yeni yaratılış, eski halini bilen ve buna sabreden mümin için çok büyük değer taşır.
Dünyadaki zorlu ortamın ardından cennetteki sonsuz yaşamı görerek bir kıyas yapmak, elbette ki müminler için çok büyük bir nimettir. Bu dünya hayatı, oldukça kısa sürecek bir imtihan ortamı, yalnızca geçici bir yararlanma yeridir. Yüce Allah’ımızın rızası için bu geçici imtihana sabredenler, Allah için yaşayanlar, her tutum ve davranışlarında Allah’a yönelip dönenler, kuşkusuz ki bu dünyada da ahirette de sevinç içinde olacak olanlardır.
Böylece iman edip salih amellerde bulunanlar; artık onlar 'bir cennet bahçesinde' 'sevinç içinde ağırlanırlar'. (Rum Suresi, 15)