Kuran ahlakını yaşayan bir insan, din ahlakından uzak yaşayan ya da din ahlakını yaşarken birtakım hatalı veya eksik davranışlarda bulunan bir kimsenin göreceği zararları bildiği için, kendisini vicdanen bu durumdan sorumlu kabul eder ve o kişiyi uyarma zorunluluğu hisseder. Bu uyarı ve hatırlatmalar, her vicdanlı müminin yapması gereken bir harekettir. Bu tavır Kuran`da “iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak” şeklinde bildirilmektedir.
“İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak”, namaz, oruç ve zekat gibi Kuran’da emredilen ve her Müslümanın üzerine farz olan bir ibadettir. Dolayısıyla Kuran’ın pek çok ayetinde bildirilen bu ibadeti yerine getirmek iman edenlerin temel vasıflarından biridir. Kuran’da şu şekilde bildirilir:
“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah`a ve Resûlü’ne itaat ederler... “ (Tevbe Suresi, 71)
Yüce Allah bir başka ayette ise iyiliği emretme ve kötülükten men etme ibadetini yerine getirenlerin ahirette alacakları karşılığı şöyle müjdelemektedir:
“Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.“ (Al-i İmran Suresi, 104)
www.muminerkekler.beyazsiteler.com
Mümin Kardeşlerini Uyarmak Müminlerin Görevidir
Hiçbir Müslüman tamamen hatasız ve günah işlemekten uzak değildir. Mümin unutarak, bilmeyerek hata yapabilir. Ancak, müminlerin önemli özelliklerinden biri de hataları üzerinde ısrar etmemeleri; uyarılınca, hata yaptıklarının şuuruna varınca hemen düzeltip doğru olanı benimsemeleridir. Allah Kuran’da şöyle buyurmaktadır:
“Ve ‘çirkin bir hayasızlık` işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah`ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah`tan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir.“ (Al-i İmran Suresi, 135)
Eksikleri ya da hataları konusunda birbirlerini uyarmak müminlerin görevidir. Eğer bir başka müminin davranış ya da düşüncelerinde Kuran’a göre eksik veya kusur varsa, bunu fark eden müminin onu en güzel şekilde uyarması ve ona doğru olanı hatırlatması gerekir. Böylece müminler sürekli olarak birbirlerini gözetip kollamış olurlar. Bunun sonucunda mümin eksik ve kusurlarını hızla telafi eder, Allah`ın Kuran`da bildirdiği mümin ahlakını daha fazla gösterir ve Allah’a yakınlaşmaya vesile bulur.
Müminler Güzel Ahlakın Yeryüzünde Yayılması İçin Çaba Harcarlar
“İyiliği emredip kötülükten sakındırmak” yalnızca müminlerin birbirlerine karşı yerine getirmeleri gereken bir sorumluluk değildir. İslam ahlakını bilmeyen veya bu ahlaktan uzak yaşayan insanları da bu güzel ahlaka, Kuran ahlakına davet etmek gerekir.
Kuran ahlakını anlatmak ve Allah`ın yoluna davet etmek, bütün peygamberlerin ve onların izinde olan müminlerin en önemli vazifelerindendir. Kuran ayetleri incelendiğinde, peygamberlerin hayatlarının hiçbir güçlükten yılmadan bu şerefli görevi yerine getirmekle geçtiği görülmektedir. Ancak Kuran`da da bildirildiği üzere, din ahlakını yaşaması için bir insan zorlanamaz. Müminin bu görevi yerine getirirken yapması gereken sadece doğruyu en açık bir şekilde ortaya koymaktır. İman etmek, Allah`ın dilemesi ile gerçekleşir. Gerekli açıklamalar, deliller ortaya konulduktan sonra kabul edip etmemek karşı tarafın vicdanına kalmıştır. Kendisine düşen tebliğ görevini en iyi şekilde yapan mümin, sorumluluğunu yerine getirmiş olur. Karşısındaki insanın kabul etmemesinden dolayı müminin üzerine düşen bir sorumluluk yoktur. Bu gerçek, Kuran ayetlerinde şöyle bildirilmektedir:
“Bizim üzerimizde de (sorumluluk ve görev olarak) apaçık bir tebliğden başkası yoktur.” (Yasin Suresi, 17)
“Artık sen, öğüt verip-hatırlat. Sen yalnızca bir öğüt verici-bir hatırlatıcısın. Onlara ‘zor ve baskı` kullanacak değilsin. “ (Gaşiye Suresi, 21-22)
Bu noktada belirtilmelidir ki; insanlara Kuran ahlakını anlatmak, öğüt verip hatırlatmada bulunmak Allah ile kul arasına girmek değildir. Bilakis tebliğ, Allah`ın emrettiği bir ibadettir ve İslam ahlakının bütün insanlar tarafından öğrenilmesinin, Allah`ın emir ve yasaklarının uygulanmasının sağlanması için öncelikli olarak yerine getirilmelidir. Yeryüzündeki zulme ve adaletsizliğe razı olmadığını söyleyen kişilerin yapması gereken de, insanlara Allah`ın varlığını, hesap gününü hatırlatmak, onları Kuran ahlakını yaşamaya davet etmektir. Doğru olanın bu olduğunu bildiği halde tebliğden kaçınan, gördüğü zulümlere göz yuman bir insan ise Allah`ın azabından korkmalıdır.
Sayın Adnan Oktar iyiyi anlatıp, kötülükten sakındırmanın Müslümanın görevi olduğunu anlatıyor:
Adnan Oktar: Cenab-ı Allah zaten ayette diyor, şeytandan Allah’a sığınırım, “Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize.” (Kafirun Suresi, 6) Zaten bunu Allah söylüyor. Bunu senin söylemene gerek yok ki. “Dinde zorlama yoktur” (Bakara Suresi, 256) buyuruyor Cenab-ı Allah “Onlar nasıl istiyorlarsa yaşasınlar, siz de kendi dininizi istediğiniz gibi yaşayın” diyor.
“Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker” yapmak farzdır. Bütün Müslümanlar için “emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker” Yani “kötü olandan sakındırmak, iyi olanı insanlara bildirmek” gerekiyor. Anlatırsın ama o kişi yapar veya yapmaz, o kendi bileceği iş. Zorlama olmaz ama anlatırsın. Dinde zorlama yoktur. Anlatım farzdır. Bak diyor ki Allah, “eğer bunu yapmazsanız, ülkenizi yıkarım” diyor. “O şehri yıkarım” diyor Allah. Yani, “büyük felaket getiririm, hepinizi yerle bir ederim” diyor. “Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker”, çok önemlidir. ( 24 Temmuz 2013, A9 TV
www.muminlerinmutlulugu.imanisiteler.com
İslam Ahlakını Yaymak Birlik ve Beraberlik Gerektirir
Kuran ahlakından uzak bir yaşam süren toplumlar, bugün içine düştükleri durumdan kurtulabilecek bir çıkış yolu aramakta; dünyaya barış, huzur, adalet getirecek bir yol gösterici beklemektedirler. Bu yol göstericilik, İslam ahlakını yaşayan kişilerin sorumluluğudur ve tüm Müslümanların bu bilinçle hareket etmeleri gerekmektedir. Nitekim farklı dillerden, ırklardan ve cemaatlerden Müslümanların dünyanın dört bir yanında İslam ahlakını tebliğ etmek için gösterdikleri çaba neticesinde, yeryüzünde Müslümanların sayısı gün geçtikçe daha da artmaktadır. İnsanlık doğruya yönelmeye başlamıştır. Bu ortam içerisinde İslam`a hizmet çabası içinde olan her mümin son derece değerlidir. Hataları, eksiklikleri, bazı yanlışları olabilir; bunlar zamanla giderilebilir. Kuran ahlakının ve Peygamberimiz (s.a.v.)`in sünnetlerinin gereği olarak İslam ahlakını yaymaya çalışan, dini değerleri yok etmek için uğraşan felsefelere karşı fikri mücadele yürüten Müslümanların yaptıkları hizmetleri takdir etmek ve ortaya konan hizmetin daha da büyütülmesi için hep birlikte gayret etmek gerekir. Zira birlik ve beraberlik içinde hareket etmek Allah`ın müminlere bir emridir. Müminlerin bu birliği ve yardımlaşmayı sağlamamaları halinde yeryüzünde gerçekleşecek olan karanlık ortamı Rabbimiz Kuran`da şöyle bildirmektedir:
“İnkâr edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. “ (Enfal Suresi, 73)
Kuran ahlakından uzak olan insanlara İslam’ı tanıtmak, din ahlakına davet etmek, Kuran ahlakını anlatmak önemli bir ibadettir. Din ahlakını anlatmak, Allah’ın yoluna davet etmek bütün peygamberlerin ve onların izinde olan müminlerin başta gelen vazifelerinden olmuştur. Kuran ayetlerine baktığımızda, peygamberlerin hayatlarının bu şerefli görevi yerine getirmek ve hiçbir güçlükten yılmadan insanları doğru yola davet etmekle geçtiğini görürüz. Ayetlerde Hz. Nuh (a.s.)’ın söylediği sözler şu şekilde bildirilir:
“Dedi ki: “Rabbim gerçekten ben kavmimi gece ve gündüz davet edip-durdum.” “Fakat benim davet etmem bir kaçıştan başkasını arttırmadı.” “Doğrusu ben, Senin onları bağışlaman için her davet edişimde onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve büyüklük tasladıkça büyüklük gösterip-direttiler.’ “Sonra onları açıktan açığa davet ettim.” “Daha sonra (davamı) onlara açıkça ilan ettim ve kendilerine gizli gizli yollarla yanaşmak istedim.”” (Nuh Suresi, 5-9)